Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Kasım '07

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Daldan dala, arabeskten türbana

Daldan dala, arabeskten türbana
 

Erken gençlik çağımda etrafımı saran arabesk müzik hayranları ile yaşadığım tartışmalarda en çok zorlandığım anlar, onlar tarafından dile getirilen, “iyi ama senin sevdiğin sanatçılarda arabesk tarzında söylüyorlar, Zerrin Özer’in "Son Mektub"u, Nilüfer’in tüm şarkı sözleri ile Erkin Koray’ın bestelerinin arabesk müzikle ne farkı var ki?” sorusu olurdu.

Ben kendimce bir fark hissetsem dahi, olaya objektif bakanlar için gerçekten de bahsedilen sanatçıların arabesk müzikle kurdukları bağ oldukça fazlaydı. Kendime göre, köyden gelip şehre uyum sağlayama çabasının ve ortaya karışık bir kültürün ismi olan arabeskin, ülkenin egemen kültürünü bu kadar etki altına alması gerçekten düşündürücü idi.

Ancak günümüzden bakınca aslında hâkim olan kültürün arabesk olduğu, bizim gözümüzde müziğin evrensel diline daha yakın ürünlerin ise toplumun küçük bir kısmına hitap ettiği kolayca anlaşılıyor. 1950 yılında 5 milyon 250 bin olan kent nüfusu, 1997 yılında 40 milyon 800 bine çıkmıştı ve 8 kat nüfus artışının çok önemli bir kısmı göçten ya da göç eden nüfusun hızlı üreme faaliyetinden kaynaklanmıştı. Kentlerdeki 40 milyon nüfusun 30 milyonu yakın geçmiş göz önüne alındığında kır kökenliydi. Nüfus demek aynı zamanda pazar demekti ve pazarı büyük olan piyasayı belirlerdi.

Bu anlamıyla arabesk belki de, toplumun batıyla temas kuran küçük bir kesiminin yanında, daha öncesine kadar sesi duyulmayan kırda yoğunlaşan daha geniş bir kesimin, şehirle buluşması sonrasında, ilk olarak müzikle sesini duyurmaya başlamasının adıydı.

Arabesk kültürü müzikten, giyime, sinemadan kent organizasyonuna, ulaşım tercihlerinden hayat felsefesine kadar çok geniş bir aralıkta, göçün en hızlı yaşandığı 1980-1990 yılları arasında etkisini gösterdi. Günümüzde o dönemin yoğun arabesk kültürü değişim göstermeye başladı. O dönem sivrilen isimler yavaş yavaş duayen olma noktasına doğru ilerliyorlar. Müslüm Gürses tüm sanatçıların ortak proje üretmeye çalıştığı bir müzik dehasına dönüşmüş durumda. Reklamların vazgeçilmez ikonu. Banka reklamlarının bile aranan ismi oldu. (En son Akbank reklamı bunun güzel bir örneği). Birçoğumuz için seviyesizliğin, eğitimsizliğin, nezaketsizliğin, medeniyetsizliğin diğer adı olan arabeskin müzikteki en önde çıkan ismi olan Orhan Gencebay nezaketin, centilmenliğin, zerafetin ve saygıdeğerliğin simgesine dönüşmüş durumda. Tüm bunların üstüne dünyada rock müziğin ilah gruplarından birisi olan Led Zeppelin, Vanity Fair adlı dergiye verdikleri bir röportajlarında "Biz yıllarca bir Türk müzik adamının ritm altyapılarını inceleyerek bu ritm altyapılarını kendi müziğimizde kullandık, bunu da ilk defa buradan söylüyoruz; o Türk'ün adı da Orhan Gencebay'dır." itirafında bulundu. (Artık ne kadar geyik bir bilgidir bilemem ama internette ciddi ciddi dolaşıyor işte)

Türkiye’nin kendine has koşulları ve bir türlü kontrolü altına alamadığı, ancak modern ulus seviyesine kavuşmak için zorunlu olduğu kır-kent dengesindeki hızlı dönüşümünün ürünü olan arabesk kültür, canlı bir organizma gibi ve her koşul onda bir etki bırakıyor. Yani evrim sürecine tabii. Elbet bu dönüşüm ve gideceği yön konusu tartışılabilinir. Örneğin arabesk tarzın etkilerinin birisinin türban olduğunu söylemekte mümkün.

Türban, köyde başına tülbent geçirmeyi yeterli gören, kente gelince gerek korunma güdüleri gerekse de dininin kurallarını kulaktan duyma değil örgütlü yapılar aracılığı ile yeni baştan öğrenen bir toplumun ürettiği bir nesnedir aslında. Ancak kullanımı oldukça arabesk. Kafasını örtmeyi yeterli gören ama beraberinde altına günlük kıyafetini giyen, zaman zaman beden hatlarını belli eden bir giyim tarzı oluşmuş durumda. Topluma egemen olan türban kullanım tarzını, popüler kültürden beslenen, başını örterek kurala uyduğunu düşünen ama doğma kurallardan çok, günlük yaşamın doğaçlama kurallarına tabii olan insanlar belirliyor. Ancak ne yazık ki bu kesim siyasal islamın örgütleme çabalarına oldukça açık durumdalar.

Arabeskin köşe taşlarının, ülkenin düzeysiz sanat ortamında saygın bir yer edinmeye başlamasının bizleri korkutması gibi, türban takanlarında toplumda üst düzeyde yer edinmeye başlaması da benzer bir etki yaratıyor ve bunun paranoyasını fazlası ile yaşıyoruz. Ancak bilmemiz gereken bir şey var ki, bizler bu ülkede bu insanlarla beraber yaşıyoruz.

Elbette kırda yaşayan nüfusu, hayata karşı daha donanımlı, eğitimli, bilinçli kılmak, onları alt yapısı hazır kentlere nakil etmek, onların şehir yaşamına uyumunu bir rehabilite sürecine tabii tutmak mümkün olabilirdi. Ve toplumumuz bu dönüşümü daha hasarsız atlatabilirdi. Böylece hayal ettiğim düzeyde bir topluma, Mozart’ın tüm satış listelerinde en üstte yer aldığı bir müzik sektörüne sahip olabilirdik. Ancak dünyada, nüfusu 50 yıl içinde 3 katına çıkan ve nüfus artışının beraberinde son derece yoğun bir göç yaşayan ve bu dönüşümü oldukça organize bir şekilde düzenleyebilecek ülke sayısı sıfıra yakın. Avrupa’nın 200 yılda gerçekleştirdiği bir dönüşümü, ülkemiz 25-30 yıla sıkıştırmak durumunda kaldı ve bu şıkışıklık 1'lik boruya 5'lik su pompalamanın etkisine dönüşmüş durumda.

16., 17. ve 18. Yüzyılda Afrika’dan Amerika’ya köle olarak 10 milyona yakın insan (bu rakam canlı olarak ulaşanları ifade eder, yola çıkarılanların sayısı bu rakamın en az iki katıdır) zorla göç ettirilir. Ve tüm göçlerde olduğu gibi, bu göçte de şartlar ne olursa olsun, insanlar beraberlerinde kültürlerini de taşırlar ve sonunda bu gün dünyada caz ve blues tarzı müzikler, Afrika kökenli ABD’li siyahîlerin eseridir. Yani özel şartların doğurduğu kültürleri özgünleştirmek ve evrenselleştirmek mümkün belki de.

Günümüzde arabeskin geldiği düzeye bakınca, topluma ve onun –ister beğenelim, ister beğenmeyelim- kültürünün daha bir üst düzeye gelebileceğini düşünmek mümkün bence.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..