Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '07

 
Kategori
Mizah
 

Daldım mı tam dalarım!

Daldım mı tam dalarım!
 

İkide bir elini bir yerlere kaptıran, parmağını kesen, ayaklarını bir yerlere çarpan, etrafında bir şeyleri düşürüp kıran, halk diliyle “arkasıyla köy yıkan” kişilerden değilim. Genelde dikkatliyimdir. Sürekli etrafımı gözlemlerim. Gündelik yaşamın küçük ayrıntıları, insanların komik, tuhaf, ilk bakışta anlamsız gelen kimi davranışları gözümden kaçmaz. Dışarıdan pek belli etmem ama dış dünyayla göründüğümden daha fazla ilgiliyimdir. Çok dalgın biri de sayılmam. Ama daldım mı tam dalıyorum ve dalgınlıkla yaptığım şeyler genellikle komik görüntülere neden oluyor.
Hangisini sayayım ki? Önce küçüklerden başlayayım:

Geçenlerde işyerinde başım ağrıdı biraz. Elime bir ağrı kesici hap alıp mutfağa gittim. Güya bir bardak su alıp hapla birlikte içeceğim. Suyumu içtim, masama, işimin başına döndüm. Bilgisayarda bir şeyler yazmam gerekiyor ama elimin birini açamıyorum. Neden açamadığımı ilk anda anlamadım. Sonra elime bakınca gördüm ki başımın ağrısını kesmek üzere o anda midemde olması gereken hap hâlâ avucumda duruyor. Suyu içmişim ama hapı yutmayı unutmuşum.

Benzer bir olayı evde yaşadım. Tam uykuya dalmak üzereyken susadığımı hissetim, uykulu gözlerle mutfağa gittim, buzdolabından sürahiyi çıkarıp bir bardak doldurup içtim. Bardağı yerine koyup yatağıma döndüm. Yatağın kenarına oturdum, sonra tam yatağa uzanacakken elimde bir şey tuttuğumun farkına vardım. Buzdolabına koymam gereken sürahi, elimde ne yapacağını şaşırmış vaziyette duruyor!

Bir keresinde işyerinde bir şeye canım sıkıldı. Sinirlendim, en başta kendime ve herşeye, herkese kızdım. Derin düşüncelere daldım. Arada küçük tuvalete sıkışmışım. İhtiyacımı görmeye tuvalete gittim. Sonra gelip masama oturdum. Ancak aradan yarım saat kadar bir süre geçtikten sonra içimdeki sıkıntının daha da arttığını hissettim. Daha doğrusu idrar yollarımdaki sıkıntının. Sonra tuvalete gittiğimde ne yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Hatırlayınca da anladım ki, tuvalete girmiş ama en acil ihtiyacımı görmeden çıkmıştım. Tuvalete girip aynada kendimle göz göze gelmiş, biraz saçımı başımı toparlayıp elimi yıkayıp çıkmıştım. Kendime gülerek bu defa unutmamaya çalışıp tekrar gittim.

Kışın soğuk günlerinden biriydi. Sabah uyanmakta gecikmişim. Aceleyle duşumu aldım, traş oldum, giyinip çıktım. Durağa yürürken önümde normalden fazla bir serinlik hissettim. “Bugün hava her günkünden daha da soğuk” diye söylendim kendi kendime. İşyerine geldim. Bir süre sonra tuvalete uğramam icap etti. Girdim, pantolonun fermuarına el attım ama fermuar yerinde değil. Kemeri çözeyim dedim ancak kemerin tokası da olması gereken yerde yok. Aceleyle pantolunun sadece bir düğmesini ilikleyip öyle çıkmışım evden. Fermuar açık, kemer takılı değil, iki ucu yan taraflardan sallanıyor. Onca yolu o vaziyette gelmişim. Allahtan kazağımı pantolonun üzerine salmışım da pek kimsenin dikkatini çekmedi. Ya da bana belli etmediler, bilmiyorum.

Yanlışlıkla farklı renkte çoraplar giydiğiniz, gömleğinizin düğmelerini asimetrik iliklediğiniz falan olmuştur. Peki, vücudun alt tarafına giyilmesi gereken bir elbiseyi dalgınlıkla kafanıza geçirmeye çalıştığınız oldu mu? Sanmıyorum. Benim oldu. Akşam işten dönünce gündelik elbiselerimi çıkarıp bir tişört ve bir şorttan oluşan pijama takımımı giymeye niyetlendim. Üzerimdekileri çıkarıp bir tarafa koydum. Sıra geldi giyinmeye. Yeni yıkanmış tişörtü aldım, kafama geçirdim. Ama kollarımı bir türlü sokamıyorum. Bir yandan kendi kendime “n’oldu buna, niye bu kadar daraldı, bir elbise bir yıkamayla bu kadar çeker mi?” diye söylenip bir yandan da kolumu geçirmeye çalışıyorum. Ama ne mümkün, tişörtün kolu olması gereken yerde değil. Meğer tişört diye pijamanın şort kısmını kafama geçirmişim de onu giymeye çalışıyorum!

Pek sevilip sık sık yapılan eşek şakalarından biri de birinin sırtına haberi olmadan “satılık” falan yazılı kağıtlar iliştirmektir. Ben bu şakayı kendime yaptım. Ama bilerek değil, yine dalgınlıkla... İşyerinin yakınlarında Türkiye’nin tanınmış ve büyük mağazalarından biri var. Öğlen paydoslarında vakit geçirmek için haftada bir-iki gün oraya giderim. Hem dolaşır hem de fiyatlara falan göz atarım. Elbiselerimi de genellikle ordan alırım. Geçenlerde yine orada dolaşırken bir tişört gözüme çarptı. Üzerime giyip denemeye karar verdim. Üzerinde 80 YTL’den 49,90 YTL’ye indiğini gösteren kocaman bir etiket vardı. Kabine girdim, gömleğimi çıkarıp astım, tişörte çengelli iğneyle tutturulmuş o etiketi de giyerken bir yerime falan batmasın diye çıkarıp askıdaki kendi gömleğimin sırtına tutturdum. Hesapta tişörtü üzerimde deneyip çıkardıktan sonra etiketi tekrar yerine iğneleyeceğim. Neyse, tişörtü giyip baktım, üzerimde iyi durmadı, almaktan vazgeçtim. Gömleğimi giydim, kabinden çıktım. Tişörtü aldığım yere bırakıp mağazanın içinde dolaşmaya başladım. Sonra bir başka tişört çarptı gözüme. Bu defa onu denemek için girdim kabine. Yine gömleğimi çıkarıp astım ki ne göreyim? Utancımdan vücudumdan soğuk terler boşanmaya başladı. Önceki tişörtten çıkarıp gömleğime tutturduğum kocaman, “indirim! 49.90” yazılı etiket yerinde duruyor! Sırtımda “İndirim 49.90” etiketiyle mağazanın içinde dolaşıp durmuşum. Kabinde etiket elimde öylece oturup kaldım. Hayır, indirim sezonunda ve ucuza gittiğime yanıyorum bir yandan da!!!

Sonra toparlanıp çıktım, beni o vaziyette gören olmuş mudur diye çaktırmadan etrafıma baktım. Şansımdan koca mağazada o anda hemen hiç müşteri yoktu. Tezgâhtar çocuklar da yeni gelen malları raflara yerleştirmekle meşguldüler. Büyük ihtimalle kimse farkına varmadı. “Kimse görmedi, kimse görmedi” diye teselli ettim kendimi. Ama mağazadan nasıl çıktım, işyerine nasıl geldim hiç hatırlamıyorum. Hâlâ alnımdan, sırtımdan ter boşanıyordu. İşyerindeki arkadaşlar, “sen fazla terlemezdin, bugün niye terliyorsun” falan diye sordular. “Bilmiyorum havanın nem oranı yüksek galiba” dedim. Artık o mağazaya hiç gitmiyorum. Ve daha uzunca bir süre, en azından orada çalışanlar emekli oluncaya kadar da gitmeyi düşünmüyorum!

Resim: Richard Garrison

Yeşim Özdemir'den benzer bir konuda güzel bir yazı için:

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=10762
 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..