Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

Dali, Lorca, "Bunuel ve Hz. Süleymanın Masası"nda...

Dali, Lorca, "Bunuel ve Hz. Süleymanın Masası"nda...
 

Ressam Salvador Dali.. Şair Federico Garcia Lorca... Ve yönetmen Luis Bunuél...

Üçü de İspanyol, üçü de aynı filmde. 20. yüzyılda kültürel yaşama damgasını vurmuş, alanlarında büyüklüklerini kabul ettirmiş üç yakın arkadaş, yönetmen Luis Buñuel, ressam Salvador Dali ve şair Federico Garcia Lorca, King Salomon’un, Osmanlı İmparatorluğu tarafından İspanya’ya getirilmiş olan, mit haline gelmiş masasını bulmak için bir maceraya atılırlar.

Usta İspanyol yönetmen Carlos Saura, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden biri olan Luis Buñuel’le ilgili bir film yapmak istediğinde, klasik belgesel kalıplarının dışına çıkıp, filmini Buñuel’in yaşadığı dönemin sürreal havasına uyan bir konu çerçevesinde örmüş.

İspanyol yönetmen Carlos Saura, Agustin Sanchez Vidal ile birlikte bir senaryo yazar... Bu senaryoda ünlü yönetmen Luis Bunuel, gençliğinde arkadaşları şair Lorca ve ressam Dali ile beraber Hz. Süleyman’ın masasını bulmak için yola çıkar...

Hz. Süleyman’ın Masası’nı bulan kişi geçmişi, geleceği ve şimdiki zamanı görmek için güç kazanacaktır...

Bunuel ve Hz. Süleyman’ın Masası, Carlos Saura’nın ilk macera filmi olma özelliğini taşıyor... San Sebastian ve Fantasporto Film Festivali’nde gösterilen film, Goya Ödülleri’ne de iki dalda aday oldu ve ‘En İyi Efekt’ dalında ödül kazandı... Ancak film, bildiğiniz macera filmi değil. Daha çok bir keşfetme ve düşlere girme filmi.

Carlos Sauro yine büyük bir ustalıkla, sizi kendi yalnız kendi düş dünyanıza değil, Dali'nin Bunuel'in ve Lorca'nın eşsiz dünyasına çağırıyor...

Filmde hem egzotik bir hava hakim, hem de bir film öyküsünün düşleri, azruları ve müzikleriyle sizi koltuğunuzdan alıp yenir atmosfere taşıyor.

Bu nedenle Carlos Saura bir kez daha önemli bir işe imza atıyor. Filmi bir ikinci defa izlerseniz, kaçırdığınız zenginlikleri, her bireyin kendileriyle, gelecekleriyle ve hatta ölümüyle yüzleşmelerini göreceksiniz...

Luis Buñuel tamamen kendine özgü bir sanatçıdır. Bir zamanlar Dali'nin de yakın arkadaşı olan, ortak senaryolar yazan yönetmenin filmlerinde yer verdiği imgeler, dini bir eğitim gördüğü çocukluğundan, gerçeküstücü akıma katıldığı gençlik yıllarına kadar yaşadığı ya da düşünde gördüğü pek çok şeyle ilgili.

Büyük toprak sahibi olan babasının sınıf farkıylabüyüyen Buñuel, ikinci filmi Altın Çağ'la ("L'âge d'or", 1930) birlikte sürekli deşifre etmeye ve alaya almaya çalıştığı burjuva zaaflarını, kendi köklerini eleştiren pek az yönetmenin sahip olabileceği bir kesinlik ve tutarlılıkla perdeye taşımasına olanak verecektir. Buñuel, "Altın Çağ"da kendi sınıfını ilgilendiren olaylar dışında hiçbir şeyi umursamayan, kendisini çevreleyen gerçekliğin farkında bile olmayan bir sınıf olarak çizdiği burjuvaziyi, aciz bir sınıf olarak perdeye taşıyacağı "Mahvedici Melek" ("El Angel Exterminador", 1962) ve "Burjuvazinin Gizli Çekiciliği" ("Le Charme Discret de la Bourgeoisie", 1972) de tam anlamıyla bozguna uğratacaktır.

Bir Endülüs Köpeği'nde "Dali ancak çekimin bitiminden üç-dört gün önce gelebildi. Stüdyo, derisine önceden saman doldurulmuş eşek kafataslarının gözlerine zift doldurarak geçirdi zamanını. (...) Çekimin son günü, Havre'de, Dakli'de bizimle birlikteydi" [*] der.

Bunuel'in filmde dediği gibi "Hepimizin içinde bir sinema vardır. İstediğimiz zaman izleyebiliriz."

Buñuel'in çocukluk günleriyle ilişkili biçimde filmlerine yansıyan bir başka öğe de dindir. Zaragoza'da bir Cizvit okulunda öğrenim gören Buñuel, öğrenciler arasındaki her tür etkileşimi önlemeye yönelik Ortaçağ skolastisizmine özgü, boğucu bir disiplinin egemen olduğu bu okulda yoğun bir dini eğitim alır. Ancak bu eğitim, onun hayal gücünü öldürmez, aksine geliştirir.

Yaşlamını hayallerine yönlendiren filmin sonunda da o masum çocuğu, savaşları ve yaşlılığını görür. Ve sorar: "Şimdi ben neredeydim!"...

Yaşamının tümünde yapacağı gibi, öğrendiklerini imge dünyasında kavramaya çalışıyor, birçok dini tasarının gülünçlüğünü ve gerçekle ilgisi olmayan yapısını fark etmesi, onu sık sık kutsal düşüncelerden uzaklaşmaya iter.

Yaşam öyküsü olan "Son Nefesim" adlı kitapta, şöyle der: "Katolikliğin olumsuz etkisi altında geçen boğucu yüzyılların bir sonucu (...) her tür evlilik dışı cinsel ilişkinin yasak olması, dahası, sevme olayıyla ilgili her tür sözün ve simgenin yasak edilmesi, vb. gibi her şey, olağanüstü güçte bir isteğin doğmasında rol oynamıştır. Bu istek, hiçbir yasağa aldırmadan bir doyurulma olanağı bulunca, benzersiz bir fiziksel haz veriyordu insana. Çünkü günah işlemenin o gizli sevinci ve zevki de karışıyordu bu isteğe." [*]

Bu noktada cehennem olgusuna ve son yargılamaya yönelik kuşkularla başlayan dinden uzaklaşma, Buñuel'i "Tanrıya şükür, ateistim" demeye itecek bir noktaya getirecek ve burjuva sınıfı durumunda olduğu gibi, iç bilgisine sahip olduğu Katolik yaşam biçimine filmlerinde daha etkili bir biçimde saldırabilecektir.

Henüz ilk filmlerinde, dinin insan zihnini boyunduruk altına alan kalıplarına karşı saldırgan tutumunu net bir biçimde ortaya koyan yönetmen, üzerinde ölü eşeklerin olduğu piyanolara bağlayıp yerde süründürdüğü papazlara yer verdiği "Bir Endülüs Köpeği"deki ("Un chien andalou", 1929) çok doğrudan olmayan göndermeden sonra "Altın Çağ"da Marquis de Sade'a göz kırpar.

Bundan sonra filmlerinde burjuvaziiyi ve dini bir motif olarak koyar filmlerine. Bir Endülüs Köpeği'nde "La voié lactée" ("Milky Way", 1969) gibi doğrudan Katolik öğretiyi merkeze aldığı ya da en azından çıkış noktası olarak kullandığı filmler vardır. Buñuel'in filmlerinde ele aldığı temaları büyük ölçüde belirleyecek olan din ve burjuvaziyle olan bu ilişkisinin yanında, 1920'de geldiği Madrid Üniversitesi'nde tanıştığı ve bir yaşam biçimi olarak sahiplendiği gerçeküstücülük, onun filmlerinin anlatım biçimini belirleyen bir unsur olacaktır.

O yılları şöyle anlatır: "Üniversitede kaçınılmaz bir seçim yapma durumunda kaldım. İçinde yaşadığım ortam o günlerde Madrit'i çalkalayan yazın dünyasındaki kıpırdanışlar ve değeri ölçülemeyecek dostlarla tanışma, her şey, bu seçimi etkilemiştir. (..) Zeki ve büyüleyici havası, belirgin bir şıklık anlayışı, kusursuz kravatı ve koyu parlak gözleriyle Federico, kimsenin karşı koyamadığı bir çekicilik ve etkiye sahipti. (...) Dali, Federico ile beraber en iyi dostum oldu. Üçümüz artık hiç ayrılmıyorduk. Gerçi Dali buna biraz kayıtsızdı ama Lorca ona gerçek bir tutkuyla bağlıydı. Mahçup bir gençti. Kalın boğuk sesi, daha sonra kestirdiği upuzun saçları vardı. Yaşamın getirdiği günlük olaylardan rahatasız olur ve çok garip giyinirdi." [*]

Skandal yaratmayı, insanı toplumsal ya da kişisel her tür kalıptan özgürleştirmeyi; otomatizmi, serbest çağrışımı zihnin derinliklerinde saklı olan imgelem gücünü ortaya çıkaran bir yöntem olarak sanata uygulamayı salık veren gerçeküstücülük, Buñuel sayesinde sinemadaki en güzel ifadesini bulmuştur.

Gerçeküstücü başyapıtlar olan iki filminde (Bir Endülüs Köpeği) ve (Altın Çağ), kurgunun zaman ve mekânla oynayarak kişinin zihnindeki her tür ilişkilendirmeyi, mantık dizgesini kırmaya olanak veren yapısını çok iyi kavrayan Buñuel, neredeyse tüm filmlerinde bunu kullanacak ve izleyiciyi şaşırtarak ilgisini her zaman canlı tutmayı başaracaktır.

Filmde o denli gönderme var ki, bu üç önemli, sanatta devrim yapan sanatçı hakkında hiç bilginiz yoksa, filmin tadını alamazsınız demektir.

Sanataçı demek, hayaller kurmaktır. Hayallar kurmak ve bu hayaller üzerinden geçerken, yaratmanın, coşkunun ve esinin kavşağına ulaşıyoruz.

Filmde Hz. Süleyman'ın masası, masayı arayış sadece bir araç, bir simge. Sanata ve kendine ulaşmak için bir yürüyüş bu.

Geri dönemeyeceklerinin belirtildiği bir yolculuk. Ve bu yolculukta onların hayatına dokunmanız. Rahibin dediği gibi "Hep ileriii! Her ileri..." Hem sanat için, hem de onlar için...

Sonunda sanatın size dokunduğu bir film "Bunuel ve Hz. Süleymanın Masası".

Carlos Saura bu filmi, gerçeküstü sinemanın önemli yönetmeni Luis Bunuel'den yola çıkarak çekmiş. Sinema sanatına saygı niteliğinde.

Düşler ve eşsiz sanatçıların hayatları içinde savrulmak isterseniz "kaçırmayın" derim...

[*] Luis Buñuel, "Son Nefesim", çev: İlkay Kurdak, Afa Yayıncılık, 3. Basım, İstanbul, 2000

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..