Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '15

 
Kategori
Öykü
 

DANSCI

DANSCI
 

DANSCI

Taksiye binip, hastaneye giderken pastanede çalışan o esmer çikolata tenli, kıvırcık saçlı, kiraz dudaklı, kömür gözlü melez kızın, dansçıya olan ilgisini fark etmedim sanmayın. Sonra, taksi kırmızı ışıkta durduğunda göz göze geldiği; sevgilisiyle birlikte kafede oturup çay içen, her fırsatta balkona çıkıp karşı apartmanın camından gözlediği o sarışın kızın, ışığın kırmızıdan yeşile dönünceye kadar geçen sürede birkaç kez gözlerini kaçırıp alıcı gözle dansçıya bakışını da fark etmediğimi kimse sanmasın. Hepsini fark ettim. Çünkü ben de arabada, dansçının yanındaydım.

Yola çıkmadan bir gün evvel randevu aldığı Kalp Damar Cerrahisi bölümüne gitmeden önce hayatının geçtiği bu şehirde biraz dolaşmak istedi. Çok yorgun hissediyordu kendini, göz kapaklarını dahi kapatıp açmakta zorlanıyordu. Hastalığı yüzünden sevişemediği için kız arkadaşı ne çabuk da atmıştı kendini o ihtiyar zampara balık satıcısının kollarına… “Ölmemi bekleyebilirdi, çok sürmezdi” diye iç geçirdi dansçı. Taksi Palais de Chaillot’a geldiğinde taksi şoförüne durmasını söyledi. Sağ yanımızda Eiffel kulesinin görüntüsü muhteşemdi. Arabadan indi, güçlükle adım atıyordu. Traverten döşeli küçük meydanın Eiffel kulesi yönünde en uç noktasına kadar yürüdü. Çocukluğunda bu küçük ama Eiffel kulesinin en iyi izlendiği meydanda paten kayardı arkadaşlarıyla. Ben de indim arabadan yanına gittim. Hiç gözlerini kırpmadan kendi etrafında yavaşça bir tur döndü, bulanık renkli Seine nehri demir kulenin önündeki köprünün altından sakin ve ağırbaşlı bir şekilde yüzyıllardır olduğu gibi akıyordu. Haziran güneşinin okşayıcı sabah ışıkları kulenin arkasından yüzünü aydınlatıyordu. Güneşin taze ışıklarına bakarken bile gözlerini kırpmadı. Bir daha güneşi göremeyeceğinden olsa gerek birkaç damla gözyaşının göz pınarlarından çağlayıp yanaklarından süzüldüğünü gördüm. Ne yalan söyleyim ben de üzüldüm, ama yapacak bir şey yoktu. Yolun sonuna geldiğini istemeden de olsa hissediyordu. Sonra gözleri nehrin yanında yükselen ve yükseldikçe sivrilen demir kuleye takıldı. Kaç kez çıkmıştı, sayısını hatırlamadığına eminim. Yüzündeki ifadeden son bir kez daha çıkmayı aklından geçirdiği okunuyordu ama bunu yapacak takati yoktu. Taksiye döndü. Kapıyı kapatırken Champs Elysées dedi. Siene nehri sağımızda 2-2,5 km. dosdoğru ilerleyince beş dakika içinde Champs Elysées caddesine vardık. Sola dönmemizi istedi. Varınca anladım görmek istediği Charles de Gaulle meydanındaki Arc de Triomphe muş. Arabadan indi, karşıya geçti. Zafer Takının altına kadar yürüdü…    

Louvre müzesi dedi taksiye tekrar binerken… İçine girmedik Louvre müzesinin, Muhteşem avlusunda bir müddet dolaştık. Biraz iyi gibi oldu, çok yavaş, süzülürcesine birkaç kolay figürle çok kısa bir dans gösterisi yaptı ama nefes nefese kaldı. Hemen yoruldu. Elleriyle ağrıyan göğüs kafesini kavradı, ağrısı biraz hafifleyinceye kadar öylece bekledi. Yürüyebileceğini hissedince yavaş ve kısa adımlarla taksiye döndük.

Cathédrale Notre-Dame dedi. Katedrale girince sağ taraftaki en ön sıraya oturdu, ben de yanına oturdum. Başını önüne eğdi, “Sana geliyorum Tanrım, birçok şey içimde ukde kalarak” diye birkaç kez fısıldadığını duydum. İnanın o kadar çok üzüldüm ki benim dahi gözlerimden yaş geldi. Gençliğinin baharında bir dansçı, neler hayal ediyorken, yaşamdan neler umuyorken, başına ne gelmiş. Üzülmemek elde mi? Ancak, biçilen gün, saat bitince, alınacak nefes kalmayınca ne gelsin elden? Her zamanki gibi yine en çok ben üzülüyordum böylesi anlarda.

Saat öğleden sonra iki civarında Saint Antoine hastanesine geldik. Kalp damar cerrahisi benim çok sık geldiğim bir bölümdür. Hasta koğuşları nerede, Cerrahi müdahaleler, açık, kapalı kalp ameliyatları nerede yapılıyor, biyonik kalp odası, doktor ofisleri, hemşire odaları nerede, hepsinin yerini biliyordum. Haftanın ben deyim üç, siz deyin beş günü buradaydım. Gide gele nerede ne var hepsini öğrendim.  Diğer bölümlere de işim oldukça gelirim ama bu kadar sık değil.

Bölümdeki odalardan birine Dansçının girişi yapıldı. Sabahtan öğlene kadar sevdiği yerleri gezip yorulan dansçı, çantasındaki eşofmanlarını çıkarıp yavaş hareket ederek üzerini değişti. Sürekli yorgun hissediyordu, yatağa uzandı, ben de karşıdaki çekyata uzandım. O gün birkaç kez hemşire geldi, tansiyonlarını ölçüp, yatağın ayakucundaki dosyaya not aldılar. Gece olunca, vakti gelen işlerimi halletmek için yanından ayrıldım. Sabah yanına uğradığımda doktoru asistanlarıyla birlikte başındaydı. Bir sürü tetkikler istedi. O gün hep tetkiklerle geçti.

Ertesi gün küçük bir operasyonla dansçıyı yapay kalp ünitesine bağladılar. Nakil için makineye bağlı olarak beklemeye başladı. Tam 28 gün makineye bağlı geçti. Bu arada ben de vakti gelen motosikletli bir gencin arkasında oturuyordum. Çok aşırı hız yapıyordu, motoru yatırdı ama virajı çok açıktan alınca kendini karşıdan gelen kamyonun altında buldu. Kalbi, yaralı vücudundan kanı pompalayarak dışarı atmaya devam ediyordu. Çok sürmedi, ambulans geldi ama yolda canını teslim etti. İşte İstenen kalp bulunmuştu, gencin ailesi kalp ve diğer sağlam kalan organları bağışlamış, nakil için gerekli tüm tetkiklerden olumlu neticeler alınmıştı.

Ameliyathanede her şey hazırdı, sıcaklık 19 derece, önce dansçıyı getirdi hastabakıcılar biyonik kalbiyle beraber, sonra Ameliyat hemşiresi ve yardımcı hemşire geldi, daha sonra anestezi uzmanı, onun akabinde de kalp naklini yapacak doktor ve asistanları. Tüm ekip hazırdı. Ben de bir köşeden izliyordum ameliyatı… Dansçıya anestezi verdiler, birkaç saniye içinde kendinden geçip derin bir uykuya daldı. Üzerindeki beyaz çarşafı çekip aldılar yerine göğsünü açıkta bırakan yeşil, steril bir örtü örttüler, hemşire ameliyatta kullanılacak aletlerin sayımını yaptı, doktora hazır olduğunu bildirdi. Hastanenin kan merkezinden tedarik edilen yeter miktarda kan da hazırdı. Ameliyat hemşiresine yardımcı olan diğer hemşire bir torba kanı dansçının sol kolundaki damardan vücuda vermeye başladı. Diğer tüm yaşam destek cihazları da teker teker bağlandı dansçının vücuduna. En son kazada ölen motosikletli gencin kalbi de özel bir sıvı içerisinde getirildi. Ameliyat masasının üzerindeki kuvvetli ışıklar yakıldı, doktor lastik eldivenli elini açarak “Neşter” dedi hemşireye… Göğüs kafesinin tam ortasındaki deriyi boylu boyunca kesti. Daha sonra “Canavar” dediği Küçük, elektrikli döner bir el testeresine benzer bir alet ile göğüs kafesindeki kemiklerin birleştiği tam orta kemiğin alt kısmından başlayarak boğazına doğru dikkatlice tam ortadan kesti orta kemiği ve kafesi iki yana açtı… Doktora verirken yere düşürdüğü pens dışında hiçbir aksilik olmamış, yerine hazırlıklı olduğu yedek pens aletini hemen vermişti hemşire. Onun dışında her şey yolunda gitmiş, başarılı bir nakil geçirmişti dansçı.

Kalp nakli 6 saat sürdü, dansçıyı uyanması için yoğun bakımdaki özel nakil odasına aldılar, bir müddet sonra tüm bulgular normale gelince solunum cihazından ayırdılar. Üç gün daha yoğun bakımda geçirdi dansçı, sonra servisteki odasına çıkardılar. Odasında 20 gün daha kaldı. Doku uyumunu anlamak için biyopsi uyguladılar, boyundan geçen toplardamar içerisinden gönderdikleri tel yardımıyla kalbine ulaşıp kalp dokusundan örnekler aldılar. Aldıkları örnekleri patolojiye gönderdiler. Doku reddi olmadığı anlaşıldıktan sonra bir yıl içinde 4 kez daha biyopsi yapacakları günlerin randevu tarihlerini ayarlayıp dansçıyı taburcu ettiler. Göğsünde kalp ağrısı kalmamıştı kendini çok iyi hissediyor ama göğüs kafesinin birleştirilip dikilen yerleri acıyordu.

Hastanenin kapsından çıkarken yanında yine ben vardım. Neden vardım bilmiyorum, işlerimi tamam ettikten sonra dansçının yanına geliyor, orada vakit geçiriyordum. Belki de onun yalnızlığı, çaresizliği ve kimsesizliği beni oraya çekiyordu. Servise çıktıktan sonra kimse gelmedi onu ziyarete, gözleri uzun uzun dalıyordu. Belki de güzel günler paylaştığı sevgilisi gelsin istiyordu. Sevgilisi ise onun hastanede öleceğini tahmin edip, bir gün dahi beklemeden tası tarağı toplayıp, yaşlı zampara balık satıcısının evine taşınmıştı. Hastanede ziyaretine gelmediği gibi, taburcu olurken de karşılamaya gelmemişti. Dansçıdan ümidi kesmişti. Hastanenin bahçe kapısında onu o esmer çikolata tenli kiraz dudaklı, zeytin gözlü melez kız bekliyordu. İş saatlerinde birkaç kez izin istemişti ama ziyarete gelmek için, O lanet olası patron gudubet kadın izin vermemişti. İş saatlerinin dışında da hastanedeki görevliler ziyarete izin vermemişlerdi. Telefon edip taburcu olacağı gün ve saati öğrenmiş ve bu gün sabahtan işe gitmeden doğruca hastaneye gelmişti. Bahçede karşılaştığı, tekerlekli sandalyede oturan dansçıyı iten hasta bakıcının elinden hem dansçının çantasını aldı hem de tekerlekli sandalyeyi. Bahçe kapısından çıkıncaya kadar hiç konuşmadılar. Sıradaki taksiye binmesine yardım etti melez güzeli. Dansçının “Hayır, teşekkür ederim” diyecek hali yoktu. Onlar arka koltuğa, ben de şoförün yanındaki koltuğa kuruldum. Eve gelinceye kadar eşlik ettim onlara. Sonra Eiffel kulesinin yanında, Seine nehrinin kenarındaki duvara oturmuş, vakti saati gelen bir sarhoşun yanına gitmek üzere ayrıldım oradan.

Yanlarına nadiren uğramış, çok yaklaşmış olsam da bugün hayatta olan hiç kimse, beni ne görebilmiş ne de fark edebilmiştir. Ancak o an, o devir teslim anı gelmeden on saniye kadar önce görünür, konuşur ve sırtına dokunup işimi tamamlarım… Dansçının, öyle görünüyor ki, o melez güzeli kızla beraber, çok mutlu bir şekilde yaşayacak ve birlikte dans edecek uzun yılları olacak. Gerçi canını alma vakti gelmişti ama ameliyat odasında doktorların neler yaptığını gören tanrı ile göz göze geldiğimizde gülmekten kendi alamamıştı. İtiraf edeyim ki ben de dansçıyı çok sevdim. Bu yüzden de onun sırtına dokunmak hiç mi hiç içimden gelmedi.

Adnan Şişman

25 Şubat 2014, Salı, 02,00, İzmir

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..