Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '10

 
Kategori
Siyaset
 

Darbe almamak için...

Bu ülkenin devrimcilerinin en zor dönemleri, darbeyi ve de Sovyetler Birliği’nin dağılışını takip eden yıllardı. Her devrimcinin; kişisel, örgütsel, düşünsel açıdan “yaralandığı’’; keskin ve geri dönüşü olmayan bir yol ayrımına geldiği ve böylece Türkiye devrimci hareketinin yakın tarihteki kırılma noktalarından da ikisini teşkil eden olaylardan bahsediyoruz zira. İşte bu sebeplerdendir ki, bunlarla ilgili olarak ağzımızdan çıkan her kelimenin ucunun bize de dokunduğunu fark ediyor ve sürekli geçmişe atıfta bulunmak zorunda kalıyoruz. Bunun kötü bir şey olmadığını da biliyoruz; ya da bilmeliyiz. Ve akabinde, artık yeni bir yol ayrımında bulunduğumuzun bilincine varıp, nedense “solun büyük bölümünce’’ kesilmesi çok elzem görülmeyen veya pek fazla konuşulmayan “hesap”ları bir an önce gündemimize almalıyız. Evet, biz gençler yapmalıyız bunu; çünkü herkesten çok bize düşüyor bu görev! Mahir Çayan, Kesintisiz 1’de, devrim dönemine ilişkin şöyle der: “…evrim dönemlerinin nice başarılı, ulema devrimcisi bu dönemde acizliğin, korkaklığın ve ihanetin bataklığında kulaç atar.’’ Bunlar, yani “acizlik, korkaklık ve ihanet’’; “darbe ve yenilgilerin’’ ardından da sıkça yaşanır; ve işte darbe o zaman gerçekten darbeye dönüşür! Bizi ilgilendiren de zaten budur. Sosyalist hareketin her anlamda güçlü olduğu, işçilerin aktif biçimde sendikal mücadeleye katıldığı, egemenlerin uykularının kaçtığı yıllarda; yazmak, çizmek, konuşmak elbette yine kolay değildi ama birçok zaafı da kamufle edecek potansiyele sahipti.

Yalnız değilsinizdir çünkü o zaman, bağlılığınızı ve cüretinizi sınayacak pek bir şey yoktur; tabii sokaklar dışında! Ve zaten sokakta olanlar zaaflarından arınmış kişilerdir! Bu “acizliğin, korkaklığın ve ihanetin bataklığında kulaç atma’’ mevzusu, maalesef ki çok derin, trajik ve de uzundur; ancak birkaç sayfa bile derdimizi anlatmamıza yardımcı olabilir. Malum olduğu üzere, son yıllarda her yerde karşımıza çıkan, hep en doğruyu bildiğini söyleyen ve bizim anlamadığımız bir tür solculuk icat eden bir grup liberal aydın müsveddesi var. Bunlar, bıkmadan usanmadan solculara sövüp, solun aslında başka türlü bir şey olduğunu ve gerçek solculuğu da kendi yaptıkları ve söylediklerinin teşkil ettiğini anlatıyorlar! Yani hiç utanmadan, “acizlik, korkaklık ve ihanet”lerine ideolojik kılıf uydurmaya çalışıyorlar! Misal… Solun neresinde duracağına bir türlü karar kılamamış, bir –cu, bir –ist olmuş, ama ikisinin de hakkını verememiş bir adam… Geçmişteki solculuğu da tartışmalı yani; olsa olsa “küçük” bir “aydın’’ denilebilir ona. Şimdi kendini kitap yazmaya vermiş.

Ankara’daki solcu gençlere mail yoluyla e-kitap olarak yolluyor yazdıklarını. Bir tanesinin sonuna <ı>Taraf gazetesine yazdığı mektubu eklemiş. <ı>Taraf’ın demokrasi mücadelesini takdir ettiğini; kendisinin de 1974’ten bu yana tarih, siyaset, felsefe yazdığını; fırsat verirlerse, <ı>Taraf’ın solcu yazar eksiğini tamamlayabileceğini yazmış mektupta. Ama olumlu veya olumsuz bir cevap alamamış hâlâ. Türkiye İşçi Partili bir kadın… İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji asistanıyken, 1968’de, “Türkiye'de işçi sınıfının doğuşu ve yapısı’’ konulu doktora tezi, kendisi solcu olduğu için iki kez reddedilmiş. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, sırf bu yüzden okulu işgal etmiş. 12 Mart’ta tutuklanmış, 12 Eylül’de yurtdışına çıkmış. Bu süreçte roman yazmaya başlamış ve de “solun artık değişmesi gerektiği’’ düşüncesine varmış. 1990 sonrası Türkiye’ye dönmüş. O da bir e-mail ile <ı>Taraf’ta yazmak istediğini Ahmet Altan’a söylemiş. Onun ricası kabul edilmiş. Her eleştiriye göğüs germiş ama, Altan’ın kendisinin <ı>Taraf’ta yazmasıyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmedeki erkek egemen benzetmeden çok rahatsız olup bırakmış köşe yazarlığını. <ı>Taraf’ı desteklemeye devam edecekmiş ama. Yakışıklı oğluyla birlikte, son yıllarda “toplumsal aktivist’’ olma çabasındaki bir tiyatro sanatçısı… DİSK’in etkinliklerinde Nazım şiirleri okuyor sıklıkla. “Sesimiz Baskın çıksın!’’, “Oyumuz Baskın’a!’’ diyen tayfadan. Aydınları ikiyüzlü buluyormuş artık bu oyuncu; çünkü aydınlar AKP’nin yaptıklarını görmezden geliyorlarmış. “Bu partinin 6.5 yıllık iktidarında çıkardığı demokratikleşme yasalarını niye takdir etmiyorsunuz?’’ diye kızıyormuş dostlarına. Voltaire'in “Senin fikrini savunmak için hayatımı veririm.’' sözünden hareketle, o da zamanında Tayyip Erdoğan’ın rahatça şiir okuması için canını verirmiş. (Tayyip’in şu şeriat propagandası yaptığı şiiri ve aldığı cezayı kast ediyor!)

Bu sözleri medyada tartışma konusu olunca da yanlış anlaşıldığını, hayatı boyunca Marksist yaşamaya çalıştığını ve herkese özgürlük istemekten başka bir niyetinin olmadığını söylemiş. Listeyi daha fazla uzatmaya gerek yok, bu “çok seçkin’’ üç örnek yeterli. Zira, bunların çoğunu defalarca teşhir ettik; neyi nasıl yaptıklarını söyleyip geçelim. Bunlar, büyük bölümü bilinçli olarak, küçük bölümü ise bilinçsizce; AKP eliyle Türkiye’nin, demokratikleşme adı altında, “yeni sömürge’’ ilişkilerinin derinleştirilmesine “taraf’’lar! Soros’un paracıklarıyla yazan, çizen, seçim kampanyası düzenleyenlerin kuyruğuna takılırlar! AB’den gelecek üç kuruşluk burjuva demokrasisi için, azıcık dini inançları olsa, dua bile ederler!.. Ama tabii asıl iğrençlik, tüm bunları solculuk adı altında yapmaları ve “ittifak’’ halinde bulundukları dincilerin fazlalığından aldıkları cesaretle gerçek solcuları ezberci, devletçi, statükocu diye suçlamalarında! Bu olayı şöyle de anlatabiliriz: “Öldür.com’’ isimli bir film var. Psikolojik problemleri olan bir internet sapığı, babasının ölümünden sorumlu tuttuğu kişileri yakalıyor ve kendi geliştirdiği bir işkence aletine bağlıyor. Bu esnada da, filme ismini veren siteden canlı yayın yapıyor ve siteye tıklayanlara “Birlikte öldürelim mi?’’ diye soruyor. Zira ne kadar çok kişi “öldür.com’’a girerse, kurbanın ölümü o oranda hızlanıyor. İşte liboşların bugün yaptığı budur! Bizi, pek “sıkı fıkı’’ oldukları gericilerin önüne atıp, yem etmeye çalışıyorlar: “Ezberci sosyalistlere birlikte sövelim ve onları siyaset sahnesinden silelim mi?’’…

Çok beklersiniz! Peki, bu “bataklığın’’ içinde, kendilerini “ulusal solcu’’ diye tanımlayanlar yok mu? Var elbet; bir dönem yanlış anlayarak da olsa devrim ve sosyalizm sözcüklerini dillerinden düşürmeyen ve fakat bugün kapitalizmi yıkmayı kendine hedef koymayan, Mustafa Kemal nostaljisi yapmayı solculuk zanneden bu kitle de bugünün şartlarında ilerici falan değildir. Ancak onların durumları da ortada. Ne bize laf yetiştirecek halleri kaldı ne de kendi kitlelerine söyleyecek sözleri. Bunun yanında, onların da var gazeteleri, televizyonları, şirketleri, tanıdık patronları, yurtdışı ilişkileri falan; hatta niceliksel açıdan diğer gruptan daha güçlüler ama, iktidarı elinde bulunduran AKP’nin kanatları altına giren ve “siyasal etki’’ bakımından büyük bir güç elde eden liboşların seviyesine ulaşmaları için daha “kırk fırın ekmek yemeleri’’ lazım. Kaldı ki, şu an cebelleştikleri tasfiye operasyonu (Ergenekon tertibi) yüzünden, “ekmek yiyecek’’ kapıları da kalmadı. Fakat “keseceğimiz hesabın’’ , tabii ki, dışında değiller! Evet, zor bir dönemdeyiz. Evet, fazlaca vaktimiz yok. Ama bu meseleyi konuşacak ve gerekeni yapacak kadar zamanımız var, olmalı! Israrla söylüyorum, şu “hesabı keselim’’ artık! Önce tespitlerimizi yineleyelim; ilk gruptakilerin acınası ve bu kadar bariz biçimde pespayeleşmelerinin sebebinin, “darbe ve yenilgiler’’ olduğunu; “karakterlerine uygun biçimde’’, sırtlarını uluslararası vakıflara, patronlara ve hükümete dayamanın verdiği güvenle ve “ezber bozmak’’ maksadı ile kendilerini bozduklarını ve gerçek solcuları da bozmaya çalıştıklarını sürekli söyleyelim. İkinci gruptakilerin de aynı şekilde, “darbe ve yenilgiler”in ardından, artık sosyalist devrimin ihtimal dışı olduğu tezinden yola çıkarak, 80 yıl evvelki “mutlu günlere’’ kafayı takıp bir adım ileri gidemediklerini; değişen ekonomik-politik ilişkileri analiz edemeyip yerinde saymayı bırakın, her geçen gün gerilediklerini; ama özellikle gençlerin kafasını bir hayli karıştırmayı başardıklarını devamlı vurgulayalım. Yukarıda “nitelik”lerini kısaca anlattığım ve sayıları hiç de azımsanmayacak kadar fazla olan bu kişilerin hepsine birden “laf etme’’ ve bunu neden yaptığımızı anlatma yeteneğine sahip olalım. En genel anlamda “cenahımız’’ bu kişilerden “tamamen ve her şekilde’’ nasıl arınır, tartışalım… Sonra kendimize dönelim ve her şey yeni başlıyormuş gibi ve fakat geçmişin onurlu mirasını da omuzlayarak sarılalım devrimciliğe! ‘68 ve ‘78 kuşağından ağabey ve ablalarımızla, ve toplumun üzerine serpilen ölü toprağını delerek kavgaya girişecek genç yoldaşlarımızla kuracağımız “yeni ülkenin temelini’’; ‘’kafayı duvara vurmaya hazır yeni insanlar’’ olarak evvela kendi beynimizde, dergilerimizde, örgütlerimizde atalım! Tüm bunları da dediğim gibi, bir an önce yapalım! Yapalım ki, devrim yolundaki olası yeni “darbe ve yenilgiler’’ karşısında, “acizlik, korkaklık ve ihanet”le vakit kaybetmeyelim; yani “gerçek darbeler’’ almayalım!
 
Toplam blog
: 3
: 639
Kayıt tarihi
: 24.08.10
 
 

Üniversite yıllarından beri, yazı ile ilgileniyorum. İlk olarak RadikalGenç'te yazmaya başladım. İle..