Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '13

     
    Kategori
    Tarih
     

    Darbeler ve astsubaylar

    Darbeler ve astsubaylar
     

    DARBELER VE ASSUBAYLAR


    DARBELER VE ASSUBAYLAR

    DARBEDELERDEN ÖNCE ASSUBAYLAR:

    Osmanlı döneminde Gedikli Zabit, Küçük Zabit, Hor Zabit, Kizir gibi isimler ile yer alan assubaylar, Cumhuriyet döneminde gedikli erbaş, gedikli küçük zabit gibi isimler almışlardır.

    14 Mayıs 1950 tarihinde tek parti döneme son veren Demokrat Parti, iktidara geldikten sonra ilk icraatlarından biri de  assubaylarla ilgili düzenleme olmuş ve yaklaşık 1 yıl sonra,   2 Temmuz 1951 tarihinde 5802 Sayılı “Assubay Kanunu” yayınlayarak gedikli zabit, gedikli erbaş uygulamasına son vermiştir.

    İLK DARBE GİRİŞİMİ, DOKUZ SUBAY OLAYI;

    (*) Dokuz subay olayı, Cumhuriyet döneminin ilk darbe teşebbüsü olmasıdır.

    1957-1958'de bir grup subayın hükümete komplo hazırlamak suçundan tutuklanarak yargılanmışlardır. Demokrat Parti'nin (DP) iktidara gelmesinden sonra ordu içinde gizli bir örgüt kuran, bir grup subay1950'lerin ikinci yarısında örgütü genişletmeye başladı.

    Bu darbe teşebbüsü Kurmay BinbaşıSamet Kuşçutarafından hükümete ihbar edilmesi nedeniyle başarısız olmuştur. 

    İhbar sonucunda 66. Tümen komutanı Tümgeneral Cemal Turalbaşkanlığında26 Mayıs1958'de başlayan yargılamalar altı ay sürdü. Mahkeme sonunda sekiz subayın beraatine, Kuşçu'nun ise orduyu isyana teşvik suçundan iki yıl hapsine karar verildi. Sekiz subay yeniden orduya geri döndü.

    İlk darbe girişimi anlatıldığı üzere bir kurmay subayın ihbarı ile daha filizlenmeden önlenmiş oldu.

    DARBELERİN İLK AYAK SESLERİ

    Burada o dönemlerde assubay okulu öğrencisi olan, Emekli Başçavuş Sn Muzaffer ERGÖZ’ün anısına bakalım. Aslında bu anı sivil otoriteyi benimsemeyen subaylarca yapılacak darbenin ilk ayak seslerinin ip ucunu veriyordu;

    (**) YIL 1960, ASSUBAY OKULU ÖĞRENCİLERİNİN BERABER YEMEK DAVETİNE, OKUL KOMUTANI ALBAY'IN CEVABI;

    Mamak Assubay Hazırlama Okulu komutanımız Albay Etem BAYKARA idi. Bizim yemekhanenin önünde duruyordu, bir grup öğrenci gidip selam verdik ve bizimle yemek yemesi için onu yemekhanemize davet ettik.

     Geriye döndü ve bize tepeden bakarak;

    “Ben Menderes’in askerleriyle yemek yemem” dedi.

    O gün ne dediğini anlayacak yaşta ve bilgide değildik, ancak yıllar ilerledikçe biz bu lafın ne anlama geldiğini acı acı yaşayarak öğrendik. Biz artık Türk ordusunun Kunta-Kinte’leriydik. Bu itilmişlik böylece oluşmuştu.

    İşin ilginç tarafı 27 Mayıs 1960 darbesine kadar assubay okullarına her yıl binlerce öğrenci alınırken, Haziran 1960 yılında sadece, 23 öğrencinin assubay okuluna alınması, yıllarca sürecek olan darbe kültürünün ön hazırlığıydı.

    27 MAYIS 1961 DARBESİ ;

    Genç Cumhuriyet; 27 Mayıs 1960 tarihinde Demokrat parti İktidarına karşı yapılan darbe ile ilk darbe serüvenine başladı.

     Bu darbenin sonucunda bir başbakan ve 2 bakan idam edildi, 147 öğretim üyesi üniversiteden, 235 general ve amiral ile 4 bin 171 subay ve assubay ordudan uzaklaştırıldı.

    Bu darbenin en önemli özelliği; Cumhuriyet Döneminde ordunun yönetime ilk müdahalesi olmasıdır. Darbe emir komuta zinciri içinde olmadan, 37 Küçük rütbeli subayın planları ile icra edilmiştir.

    Atatürkçü olduğunu söyleyen darbeci kişiler, Mustafa Kemal Atatürktarafından konulan ve askerin siyasete müdahale etmesini kesinlikle yasaklayan,  “22 Mayıs1930tarihli 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununa” rağmen bu darbeyi yapmışlarıdır. Seçimle iş başına gelen bir başbakan ve iki bakanı idam eden sözde özgürlükçü bir darbedir.

    27 MAYIS DARBESİNİN İLK MEYVESİ, İÇ HİZMET KANUNU VE YÖNETMELİĞİ;

    27 Mayıs 1960 Darbesinin assubaylar üzerindeki etkisi uzun yıllar sürmüş ve halen sürmektedir.

    Darbeciler, öncelikle Askeri Ceza Kanuna ilave olarak ast kademeyi daha da ezmek için ve ileride darbelere yasal kılıf uydurmak amacıyla, 4 Ocak1961tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, 06 Eylül 1961 tarihinde de T.S.K. İç Hizmet Yönetmeliğini çıkardılar. Türk Silahlı Kuvvetlerinin daha sonraki darbe ve teşebbüslerini TSK. İç Hizmet Kanunun 35. ve 85. maddesine dayandırılmasına yasal kılıf bu darbe ile hazırlanmıştır.

    Assubayların canına okuyan uygulamalar olağanüstü darbe dönemlerinde yapılan kanun ve yönetmelikler ile başladı. Söz konusu darbe kanunları 1961 yılından bu güne tam 52 yıl geçmesine rağmen bir türlü değiştirilememiştir.

    Yani şu anda yürürlükte olan ve uygulan TSK İç Hizmet Kanunu ve yönetmeliği özünde darbe kanunun ve yönetmeliğidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 17. Maddesinde;

    “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz” yazmasına rağmen 51 yıldır TSK İç Hizmet Kanunu ile Yönetmeliği keyfiyetle uygulanmaktadır.

     Türkiye Cumhuriyeti  Anayasası 37. Maddesine göre

    “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.” denmesine rağmen, assubaylara 52 yıldır iki dudak arasında oda hapisleri bu kanun ve yönetmeliğe göre verilmektedir.

    27 MAYIS DARBESİNİN İKİNCİ MEYVESİ; OYAK;

    Yine 27 Mayıs 1960 Darbesinin, assubaylar üzerindeki en önemli etkilerinden biride OYAK’ın kurulmasıdır. OYAK’da 27 Mayıs darbesi sonucunda 03 Ocak 1961 tarihinde 205 Sayılı Kanun ile kurulmuştur. Olağanüstü darbe dönemlerinde kurulan OYAK 52 yıldır faaliyetlerine devam etmektedir.

    Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 51. Maddesinde;

    “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz” yazmasına rağmen,

     OYAK Kanunun 17 maddesine göre;

    “Türk silahlı Kuvvetleri kadrolarında görevli bilumum muvazzaf subay,sözleşmeli subay, askeri memur, assubay, sözleşmeli assubay ve uzman jandarmalar ile emekli maaşı sistemine giren üyeler ve ölümleri halinde sisteme devam etmek isteyen eşleri Kurumun daimi üyeleridir. “denerek maddede sayılan herkes zorunlu olarak üye yapılmaktadır.

    ASSUBAYLARIN KILICI ALINIYOR;

    Bu darbenin ilginç uygulamalarından biride  assubayların kılıç kuşanma hakkının elinden alınmasıdır. 27 Mayıs 1960 darbesine kadar assubaylar da mezuniyetinde kılıç kuşanmaktaydı.

    Şimdi diyeceksiniz; kılıç kuşanmak çok mu önemli ? Aslında değil ama bazıları için o kadar önemli ki, 59 yıl önce ölmüş albaya kılıç vermek için 2009 yılında  kanun çıkartıyorlar. Evet,  05 Şubat 2009 yılında 5837/36 sayılı Kanun ile  59 yıl önce ölmüş subaya kılıç vermek için kanun çıkartılması düşündürücüdür. Bu darbe ile darbeciler, assubaylara karşı ilk önemli ayrımcılıklarını kılıç mevzusu ile başlattılar.

    12 MART 1971 MUHTIRASI;

    12 Mart Muhtırasının öncesinde, TSK’yı hakaret ve keyfi cezalarla bu günlere taşıyanlardan bir tanesi olan, sertliği ile tanınan 13 ncü Genel Kurmay Başkanı Org .Cemal TURAL’ı anmamak ve Zincirlikuyu Mezarlığı'ndakimezarında kulaklarını çınlatmamak olmaz.

    Cemal TURAL; Sözde disiplinsiz gördüğü personele dön arkanı emri verip, elindeki tebeşirle sırtına 10, 15, 20 rakamlarını yazarak hapis cezası veren,Genel Kurmay Başkanı iken bile bu davranışlara devam edebilmiş bir şahsiyettir !

    Bu dönemin en önemli özelliği assubayların uyanış ve direnç gösterme zamanlarının başlangıcıdır. Silahlı Kuvvetler içerisinde, Silahlı Kuvvetlerin tabanında, hem genç subaylar arasında hem assubaylar arasında bir sosyal uyanışın ortaya çıkmış olmasıydı.

    Assubaylar zümresi ilk kez Türkiye’de halk talepleriyle sokaklara çıktılar. Muhsin Batur’u avaz avaz bağırttılar;

    “Karılarınızın arkasına saklanan Mao’nun askerleri gibi” diye.

    Oysa karılarının arkasına saklanmıyorlardı, karılarıyla beraber, çocuklarıyla beraber, Ankara sokaklarında, sivil giyinmiş assubaylar ücret, hak, eşitlik, ayrımcılıktan kurtulmak için mücadele ediyorlardı.

    Bunlar hiç alışılageldik tablolar değildi. Bir bütün olarak tabloya baktığımızda, hayatları ve özgürlükleri için hâkimiyet sahipleriyle eylemli olarak tartışan bir insanlar topluluğunun, Türkiye’nin kırlarını ve şehirlerini bir uçtan öbür uca kat ettiğini görebiliriz.

    12 Mart Muhtırasının yasakçı zihniyetinde her kesim nasibini aldı. Bunlardan bazıları;

    Hak ve özgürlüklerin alanı daraltılarak kısıtlandı.

    Gözaltına alma süresi 24 saat iken, önce 7 sonra da 15 güne çıkarıldı.

    Memurların sendika kurma hakları kaldırıldı.

    Hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verildi.

    TRT’nin özerk statüsüne son verildi.

    Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu.

    Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşı idam edildi.

    Bu dönemin bir başka özelliği de, Assubayların 1975 yılında yaptıkları onurlu hak arama mücadelesinin temellerinin bu dönemde atılmış olmasıdır.

    12 EYLÜL 1980 DARBESİ;

    TSK tarafından emir komuta zinciri içinde, asayiş, siyasi ve yönetimsel zafiyetler öne sürülerek, iktidardaki ve muhalefetteki tüm siyasi partilere karşı yapılan, etkisi yaklaşık 30 yıl sürecek olan darbedir. 12 Eylül darbesi adeta silindir gibi Türk Milletini ezip geçmiştir.

    Rakamlara bakacak olursak;

    650.000 kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.

    71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı,

    388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,  3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.

    14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti, 937 film “sakıncalı”  bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

    400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

    300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin ”işkenceden öldüğü” belgelendi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi -kaçarken- vuruldu. 95 kişi -çatışmada- öldü. 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi. 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.

    Halkı bu şekilde ezen darbenin assubaylara sesiz kalması mümkün mü?

    12 Eylül darbesi olunca ordudan çok sayıda subay ve assubay "siyasi görüş" sebebiyle atılmıştı. Haklarında mahkumiyet kararı olmayan 153 teğmen, 216 üsteğmen, 26 yüzbaşı ve 2 yarbay toplam 397 subay ile 176 assubayın ilişiği kesilmiştir.

    12 Eylül darbesinin en önemli özelliği oda hapislerinin artık fütursuzca verildiği, içtimadaki assubayların sırtına tebeşirle 21 yazıldığı günlerdir. Buradaki 21 rakamı 21 gün oda hapsi verildiğinin işaretidir. Askerlik döneminde ceza vermek için özellikle 1968 mezunu assubay arayan darbecilerin başı general ve diğer darbeciler güçlerinin zirvesinde oldukları bu dönemde acımasızlıkları kat be kat artırmışlardır.

    Ayrıca 12 Eylül darbesi ile assubaylar bir gecede haddini bilsinler diye darbeci zihniyetler tarafından a(st)subay olmuştur.

    12 Eylül darbesinin ilginç uygulamalarından biri de subay ve assubaylara “bıyık bırakma” yasağı getirilmesi olmuştur.

    12 Eylülün biz assubaylara oda hapsi ile beraber en çok zarar verdiği diğer bir konuda ekonomik cezalandırmaların temelinin atılmış olmasıdır. Öyle ki; Darbenin lideri olan Kenan Evren’in ;

    “Bir başçavuş benim teğmenimden fazla maaş alamaz”

    Sözü assubaylara ekonomik cezalandırmalar için başlangıç olmuştur.  Burada Kenan  Evren’e ve onun zihniyetindekilere şunu sormak lazım;

    “Teğmen senin oluyor da,  Assubay Yunanistan’ın assubayı mı oluyor ?

    İşte tam burada dananın kuyruğu kopuyor. Assubaylar için öyle düşünen zihniyet iş Yunanistan’a gelince neler yapıyor;

    Darbeci Kenan Evren Türkiye'nin yıllardır süren vetosunu geri çekerek Yunanistan’ın, ihtilalden yaklaşık bir ay sonra alelacele 20 Ekim 1980 tarihinde NATO'nun askeri kanadına tekrar dönmesine izin verdi. Böylece Türkiye elindeki çok önemli bir kozu kaybetti ve uluslararası ilişkilerinde yıllarca Yunanistan’ın vetosuna maruz kaldı.

    Eğer darbe olmasa ve iş basında vatansever herhangi bir hükümet olsa Yunanistan NATO’ya geri dönebilir miydi?

    12 Eylül darbesine de en çok sevinen Amerikalılar olmuştu; 12 Eylül Darbesisırasında döneminABDMerkezi Haberalma AjansıCIATürkiye Masası İstasyon Şefi Paul Henze'in askerî müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın( [y]our boys have done it -- seninkiler yaptı/bizim çocuklar işi bitirdi ) anlamındaki konuşması, ve  sonra Ankara’daki çocuklar başardı şeklindeki mesaj Başkan Jimmy Carter’a iletmesi Amerikalıların bu işe ne kadar sevindiğinin göstergesidir.

    Ayrıca darbeci Kenan Evren’in “ darbe şartlarının oluşmasını bekledik” diyerek bir çok masum insanın ölmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına bilerek göz yumduğunu açıklamıştır.

    Diğer bir sözü ise asmayalım da besleyelim mi” sözleri ile idamlara onay vermiştir.

    12 Eylül darbesi ile halkın örgütlenmesi, derneklere üye olması adeta yasaklanmıştır. Hiçbir şeye itiraz etmeyen, korkutulmuş, sindirilmiş bir insan topluluğu yaratılmış ve bu etki günümüze kadar sürmüştür. O dönemde sağcı, solcu ve milliyetçi insanlar göz altına alınarak işkencelerden geçirilmiş, sindirilmiş, İslamcı gençlere ise dokunulmayarak aslında bu günlerin temeli atılmış ve bu akıncılar olarak bilinen görüşün filizlenmesi sağlanmıştır. Bu gün iktidarda olanlar aslında o günlere borçludur.

    Bu gün hala “örgütlü toplum” denince akla “ terör örgütü” gelmesinin tek nedeni 12 Eylül darbesidir.

    28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ;

    1996 yılında Refah partisini seçimlerde birinci parti olarak çıkması ve Doğru Yol Partisi ile koalisyon hükümeti kurması neticesinde bundan rahatsız olan askerlerin hükümeti yıkmak amacıyla yaptığı iddia edilen darbedir.

    Bu post modern darbede bir tuğgeneral, dönemin başbakanına kameralar önünde “PEZEVENK” diyecek kadar kendini güçlü görmüştür.

    Adını 28 Şubat 1997 de yapılan MGK kararlarından alır. 28 Şubat darbesinin en önemli özelliği sırf inançlarından dolayı çok sayıda subay ve assubayın ordudan ihraç edilmesidir. Öyle ki 28 Şubat sürecinin başladığı 1996 yılı ile 2003 yılı arasında 900`ün üzerinde subay-assubay "disiplinsizlik" bahanesiyle ordudan atıldı. 1990-2007 arasında YAŞ kararıyla atılan askerî personel sayısı ise bin 626 olarak tespit edildi.

    Her darbe döneminde olduğu gibi bu dönemde de assubaylar yine mağdur edildi. O dönemde adeta personeli ordudan atmak için ceza verme yarışına girildi. Personele acımasızca cezalar verildi. Birçok personel fişlendi. Eşinin başını açması konusunda zorlandı. Eşi başını açmayan personele boşanması emredildi. Bu durumda olup, eşinden ayrılan, ancak çocuklarını görmeye giden personelin, gizlice video ve fotoğrafları çekilerek “nikahsız bir kadınla beraber yaşamaktan ve ahlaksızlıktan” ordudan ilişikleri kesildi.

    O dönemde “28 Şubatın 1000 yıl sürecek” diyenler, en çok 15 yıl sonra hakim karşısında, ceviz yutmuş tavuk gibi hesap verir duruma düştü, Dönemin kudretli generallerinden “Demokrasiye Balans Ayarı” yaptık diyenler bu gün cezaevlerinde çay demleme kavgası yaparak, birbirlerine balans ayarı yapmaktadır.

    Günümüzde “Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven, Balyoz” vb. darbe planı olduğu iddia edilen planlar nedeniyle ceza evine düşenler var. Onlarında mağdur ettiği subay ve assubaylar da yok değil.

    Öyle ki bu assubaylardan biri ile yaptığım görüşmede aynen şu ifadeyi kullanmıştır; “Hani mesela yangın alarm planı yapılıyor ve ekipler görevlendiriliyor ya, bunda da öyle yapmışlar, benim bir şeyden haberim yok, ama sırf listede adım olduğu için … gün ceza evinde kaldım. Tebliğ belgesinde imzam olmadığından şimdi serbest bırakıldım, halen tutuklu olan assubayların Allah yardımcısı olsun.”  Şeklinde açıklamıştır.

    Ergenekon ve Balyoz davalarında şu anda siviller dahil 743 kişi yargılanıyor. Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı’nda görev yapan 227 asker, çeşitli askeri cezaevlerinde yatmaktadır.  362 general ve amiralin bulunduğu TSK’nın komuta kademesinden ise 68 muvazzaf general tutuklu.

    TSK içinden en çok tutuklunun bulunduğu rütbe ise albaylar. Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat Soruşturması’ndan 125 albay tutuklandı. Cezaevlerinde 2’si kurmay 6 yarbay, 3’ü kurmay 16 binbaşı, 5 yüzbaşı, 4 teğmen ve 5 assubay bulunuyor.

    115 subay, 50 assubay ve 3 askeri okul öğrencisinin yargılanmasına da tutuksuz olarak devam ediliyor.

    Türk ordusundan şu anda tutuklu ve tutuksuz tam 400 asker Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanıyor. Davalarda yargılaması devam eden askerlerin 72’si general ve amiral, 271’i subay, 54’ü ise assubay rütbesiyle görev yapan personelden oluşuyor.”

    Darbe heveslisi arkadaşlara sormak lazım;

    Darbenin gerçekleştiğini düşününün, Bu şahıslar bize daha fazlamı hak verecek ? Çoğunun görevdeyken assubaylara bakış açısını göz önüne aldığımızda, şu andan daha kötü olacağımızı görmek için müneccim olmaya gerek yok. Ayrıca şu anda darbe planlamaktan içeride yatan bu zat-ı muhteremler, darbeyi başarsalardı bizim konumumuz ne olurdu? Bize nasıl davranırlardı? Yanlarına yaklaşmak mümkün olurmuydu? Burnundan  kıl aldırırlarmıydı ?

    Şunu da belirtmekte fayda var, şu an o davalarda yargılana suçsuz insanların bir an önce beraat ederek özgürlüklerine kavuşmasını, İnsan olarak da diğerlerinin, tahliye olmasını isterim. Ülke yönetiminde en kritik noktalara gelmiş, geçmişte hizmeti olan askerlerin, yaş itibarı ile cezaevi şartlarına dayanmaları çok zor.

    Cezaevindekilerin yaşadıklarından büyük bir ders çıkardıklarına eminim. Üstelik önünü kesmek istedikleri hareket 10 yılda onların önünü kesti. 11 yıldır da ülkeyi yönetiyor. Demek ki neymiş, darbe ile sonuç alınamıyormuş..

    Şu anda emekli assubayların tavrı ne olmalıdır ?

    Bu husus tartışmaya açık ve çok hassas bir konu. Benim kişisel kanaatim; zamanında on yıllarca bizi yöneten bu üst kademenin, assubay davasına bakış açısına göre tavır alınmalıdır. Yani onlar sorunlarımızı çözebileceği konumdayken neler yapmış, bizim onurlu hak arama mücadelemize ne kadar ilgi göstermişse, bizde onlara aynı oranda ilgi göstermeliyiz.

    Bizler oda hapislerine giderken onların eşleri bizlere ne derece destek olmuşsa bu gün vardiya için uğraşan, yol kesen,  eşlerine bizde o derece destek olmalıyız. Eşleri için yol kesme eylemi yapan bu bayanlar, yolu açmaları konusunda uyaran jandarma trafik ekibine direnç göstermiş, hatta trafik timinin aracını kullanan görevli uzman çavuşa su içerken;

    “o içtiğin suyu kocama borçlusun, onlar içeride nöbet tutuyor, dört duvar arasında makarna yiyorlar ” diyebilmiştir.

     Hanımefendi kendini şaşalı günlerinde sanıyor herhalde. Ona şunu hatırlatmak isteriz. Kocası sn. general, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yasal yollardan seçilerek, iktidara gelen hükümeti yıkmak,  darbeye teşebbüs ve Anayasaya muhalefetten hüküm giyerek mahkeme kararı ile tutuklanmıştır. Kocasını Türkiyenin en pahalı avukatları ve hukuk büroları savunmuş, 3 hakim  karşısına çıkarak yargılanmıştır. Cezaevinde mahkum olarak yatan kocasının nöbet tuttuğunu söyleyen hanımefendi,  nöbetin nasıl tutulduğunu öğrenmek istiyorsa assubaylara sorsun, onlar güzelce kendisine anlatır.

    Ayrıca sn. generalin damadı olan, Newyork Times gazetesi yazarı ve üniversitede çalışan Dani Rodrik’ e ısmarlama yazılar yazdırarak, bakın Amerikalılar balyoz davasına bu gözle bakıyor şeklinde kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar. Kahraman, vatansever olarak kendini lanse edenlerden küçük bir ricam olacak; Doni Rodrik’in milliyetini bir araştırsınlar.

    Bu düşüncelerimden dolayı kimse kusura bakmasın; Bizler emekli de olsak assubayız ve biz assubayların önceliği kendi davamızdır.

    SONUÇ;

    Sonuç olarak her darbe döneminde subaylar, maaş, ekonomik ve sosyal haklar yönünden daha da iyileştirilirken, assubayların her gün biraz daha durumları kötüleşmiştir. Bu gün 1. dereceye düşmeden emekli olan bir assubay açlık sınırına (1.010 TL.)  paralel, 1. Dereceye düşerek emekli olan asubaylar ise yoksulluk sınırının (3.197 TL)  altında maaş almasının asıl sebebi bu darbecilerdir.

    İşin bir diğer boyutu da olağanüstü darbe dönemlerinde çıkarılan yasalarla assubay ve alt rütbedeki personele mobbing uygulanmasıdır. Bu gün subayların neredeyse tamamı emekli olmak için yaş haddini beklerken, assubaylar neden gününü doldurur doldurmaz emekli olur ?  hatta bir kısmı maaş bile almadan  istifa eder? Başçavuş rütbesine gelmiş 8 assubay 2 ayda neden intihar eder ?

    Ayrıca lojmanda oturan şehit astsubay eşine “2 ay daha oturabilirsiniz” diyenler, acaba şu an hapiste olan generallere de “lojmanları 2 ay daha kullanabilirsiniz” demişmidir?

    Bir diğer konu ise, Silivri’ye gitmek için organizasyonu Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) yapıyor ve bizim bazı postal yalayıcıları onların peşine takılıyor. Eee haklılar tabi, içerde o kadar paşa var, hepinse birer “emir assubayı” lazım. Onlara sözüm “herkes kimliğini cebinde, kişiliğini benliğinde saklar.” arkadaşlar.

    Gönüllü emir astsubayı adayı meslektaşlarımızdan ! bir ricam olacak; Sizden ricam eğer yine oraya ziyarete giderseniz, kendilerine bir sorun ve doğru söylemelerini isteyin;

    (***) Hiç savunma bile almadan kaç kişiye ceza verdiniz. Ceza verdiğiniz astlarınız suçlarını biliyor muydu? Atama yaparken insanların aile bütünlüğünü düşündünüz mü? Adaletten bahsetmek, size lazım olunca mı aklınıza geldi?

    Gönüllü emir assubayları,  TESUD’un peşine takılırken, Silah arkadaşımız ! dediğimiz ve yıllarca omuz omuza çalıştığımız, çalışmalarımızla belirli yerlere gelen komutanlarımızın derneği TESUD’dan yaklaşık 1,5 yıldır süren hak arama hareketimize herhangi bir destek açıklaması gelmemesi açık bir zihniyet göstergesidir.

    (***) Kudret ellerindeyken hiç bir hukuk kuralı tanımayanlar, ellerindeki kudreti kaybedip, bir zamanlar başkalarına yaptıkları zulüm, kendilerine yapılmaya başlanınca, hepsi hukukçu ve adalet timsali kesildiler.

    Demek ki neymiş “Adalet herkese bir gün lazım olurmuş” ve “Hak sillesinin yokmuş sedası, birde vurdu mu bulunmazmış devası”.

    Assubayların, ekonomik ve sosyal olarak bu seviyelere düşürülmesinden sorumlu olanlar, hâlâ tabandan gelen sesimizi duymamakta direnmektedir.

    “Deprem öncesi yer altından gelen sesleri duymayanlar, çoğunlukla depremde en çok zarar görenlerdir.”

    Saygılarımla.

    Dede Ersel Aksu.

    Kaynak:

    (*) Bay Pipo -  Soner Yalçın.

    (**) Cumhuriyet Gazetesi  (http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=337918)

    (***) Sosyal Paylaşım Sitesinden Bir Yorum

     
    Toplam blog
    : 1
    : 3667
    Kayıt tarihi
    : 28.02.13
     
     

    2013 yılında Jandarma teşkilatından emekli oldum. İnsan Hakları , Komando, Kamu İhaleleri, Satına..