Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '10

 
Kategori
Siyaset
 

Darbeler ve halk….

Darbeler ve halk….
 

Elli yıl önce bu gün Türk sivil siyasi hayatı ilk askeri darbesini yemişti. O günleri iyi hatırlayanlar, son dönemlerde darbelere karşı yapılan yayınları, sivil iktidarların akıllarınca aldıkları tedbirleri hangi ruh hali ile izliyorlar bilemiyorum.

27-Mayıs sabahı patırtısız bir darbe yapılmış ve başarılı olmuştu. Ne zaman neye sevinip neye sevinmemesi gerektiğini pek bildiğini sanmadığım halk bu işten çok memnun olmuştu. Öyle ki, sabah ilan edilen sokağa çıkma yasağı öğlen olmadan deliniyor, sokakları dolduran halk üniformalı kimi görürse omuzlara alıyordu. Cezaevleri asker daha kapısına gelirken Demokrat parti iktidarının tutuklattığı ne kadar yazar, çizer, gazeteci varsa serbest bırakıyordu. Sanki bilinmeyen güçler bayram ilan etmişlerdi. Halk öylesi coşkuluydu.

Benzer coşkuyu 12 Eylül darbesinden sonra da gördük. Hatta bu halk işi daha da abarttı, darbecilerin emir ve istekleri doğrultusunda yapılan anayasayı %90 ın üzerinde bir oyla kabul etti. Darbeci başını da cumhurbaşkanı seçti. Bunlar dışında askerin yaptığı irili ufaklı bir çok uyarı veya darbeciğin ardından halkın çok büyük bir bölümünün coşku ile destek verdiğini görüyoruz. Neden?

Darbeler aşağı yukarı aynı şekilde geliyor. Önce siyasi iktidar ülkede, liderin kendi çevresi başta olmak üzere, suiistimalleri tırmandırıyor. Sonra muhalefeti susturmak için çareler arıyor. Direniş ve sokak olayları artıyor. Seçim varsa, iktidar kazanmak için bütün çarelere başvuruyor. Demokratik sistem ve ona giden demokratik yollar demokratik olmayan yöntemlerle kapatılıyor.
Yapılan baskılar havayı adamakıllı gerince asker işin içine giriyor. Demokrasi rafa kaldırılıyor. Darbeler giderek kansız olurken, yeni seçim için yakın tarih veriliyor. Demokrasiye en kısa zamanda, yeni anayasa ile dönme vaat ediliyor...

Görünen o ki, halkın genelinin bir askeri rejime karşı olduğu söylenemez. Bu gün askeri rejime en ağır eleştirileri getiren yazar- çizer takımının darbelerin ertesinde girdikleri havaya bakarsanız, aslında hiç de göründükleri gibi demokrasi havarileri olmadıkları gerçeği ortaya çıkar. Günümüzde sivil yönetimi baş tacı eden, başka bir seçeneği asla düşünmediğini vurgulayan köşe yazarlarının darbe ertelerinde askeri nasıl alkışladıkları ortadadır.

Şüphesiz, askeri yönetimlerde bir yönetim şeklidir. Sivil yöneticilerin günde üç öğün vurguladıkları, en iyi yönetim biçimlerinde demokrasinin olduğu ve bunun da ancak sivil yönetimlerle başarılabileceği durumu insanların beynine sadece ve sadece sivil yönetimlerin iyi olduğu şeklinde sokulur. Bu kadar propaganda sonucunda bile oluşan bir askeri darbe sonucunda insanların askeri yönetimi büyük bir coşku ile kabullenmesi ve desteklemesi çok iyi incelenmesi gereken bir durumdur. Bu gün bir halkoyuna başvurulup, ne kadar insanın bir askeri yönetim istediği sorulsa çıkacak sonuç, birçok demokrasi havarisini şaşırtacaktır.

Askeri darbelerin gelişine bir bakacak olunursa, kendiliğinden, sırf askerlerin canı istedi diye darbeye kalkıştıkları söylenemez. Gerçi ülkemizdeki darbelerin istenilen çizgiden kaymış olan sivil siyaseti tekrar yoluna koymak için emperyalizm tarafından yaptırıldığı da bir gerçektir. Ancak ne olursa olsun durup dururken asker darbe yapmaz. Sebep muhakkak sivillerdir. Günümüzde yaşananlara baktığımızda ve geçmişle birlikte değerlendirdiğimizde sanki bir askeri darbenin şartlarının oluşmuş olduğu ancak darbe modası kalktığı için darbe yapılmadığı görüşü hâkimdir. Bir kısım insan da iktidarın askeri yeterince baskı altına aldığı, bu yüzden de askerin darbe yapamadığını düşünmektedir. Bu görüşler belki kısmen doğruları da içlerinde barındırıyor olabilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, askeri rejimlerde bir idare biçimidir ve mali güce ihtiyaçları vardır.

Bilinen bir tek gerçek var, o da 70 milyonluk bir kitle yıllardır Avrupa Birliği'ne ha girdik ha gireceğiz diye rüyalar görüyor. Bir dönem “on yılda onbeş milyon genç yarattık” deyip kurdukları fabrikalarla, işlettikleri madenlerle, üniversiteleriyle övünen bir milletin, özelleştirip güzelleştirme yoluyla nereye geldiği malum. 1960'da kırk yıllık bir cumhuriyetin beş milyar dolar borcu vardı. 1971'de 50 yıllık bir cumhuriyetin borcu 7 milyar dolardı. 80'de 9 milyar dolar olmuştu. 90'larda 120 milyar dolardı... 2002 yılına geldiğimizde 200 milyarın üstüne biraz çıkmıştı. Ne oldu da 2010'da 600 milyar doları buldu. Bu askerler Avrupa Birliği gibi tatlı rüyalar gören bir ülkede böylesine bir borç yükü altında yönetime el koyacak kadar saf değildirler.

Yoksa ne demokrasi havarilerinin köşelerinden atıp tuttuğu, ne de sivil siyasetçilerin günde üç öğün aslında büyük düşmanı oldukları demokrasiyi övdüğü bu durumun halkın askeri rejimleri de sevdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bu sivil siyasetçilerin demokrasiyi bütün kurum ve kuralları ile herkes için eşitlik ve hakkaniyet içinde uygulayacakları zamana kadar da devam edecektir.

27/Mayıs / 2010

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..