Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Darbeyi unutturmayan kalp

Darbeyi unutturmayan kalp
 

Şu ana kadar iki oldu.

Dün, Milliyet Blog’da , “Bu kalp seni unutur mu?” isimli dizi hakkında iki yazı okudum.

İki yazıda aynı düşünceye odaklanmış; “Bu dizi orduyu yıpratmak için hazırlanmış?”

Yazıyı kaleme alan yazarların, yazılarını şöyle bir süzgeçten geçirince, kabaca ulusalcılık olarak tanımlayabileceğimiz siyasi anlayışa yakın olduklarını gözlemek zor olmadı. Bu fikrin çatısının, kendisini sol olarak tarif eden insanlar tarafından oluşturulduğunu biliyoruz. Bu fikirlere ikna olan geniş bir kesim var ve bu insanlar çağdaşlık, aydınlanmacılık, devrimcilik, halkçılık vs gibi sol kavramlarla beslenen bir zihin dünyasına sahipler.

Ancak bu zihin dünyasının, beslendiği fikirsel akımla ile bugünkü politik tercihi giderek çelişiyor ve an be an sağ bir siyasete dönüşüyor. Bunun en hoş örneklerinden birisi, 12 Eylül darbesine yönelik bakış açısındaki bu değişim.

Ulusalcılık, bir yanıyla sol fikirsel alt yapıdan kaynaklı olarak, 12 Eylül darbesine ve o darbeyi gerçekleştiren cuntaya karşı bir duruş sergilemek zorunluluğunu kendisinde hissediyor. Ancak diğer yandan ülkenin bugünkü politik dengelerinden kaynaklı olarak, askere ve onun zihniyetine sempati duymak, onun söylemlerini sahiplenmek ve ondan medet ummak gibi bir çelişkiyi de taşıyor. Ancak bu gün o çelişki artık taşınamaz noktaya geldi.

Bir ulusalcı için, her yılın 12 Eylül günü, sıradan bir anma günü babında ortaya çıkan tepkilere bir günlüğüne katlanmak mümkün. Ki zaten, bu tepkilerde giderek sıradanlaşan ve kalıplaşan bir hal aldı. Darbeyi iç dinamiğinden ve yerel öznelerinden koparıp, emperyalizmin bu ülkeye yönelik hamlesine indirgemek de, ulusalcıların 12 Eylül gerçeğinin geniş bir kısmının üstünü örtmesine yol açıyordu. Ancak o süreci tüm detayları ile açıklamaya girişen bir dizi söz konusu olduğunda, 12 Eylül’ü çok gerilerde kalmış sol kalıplarla değerlendirmek artık mümkün olmuyor. Çünkü dizinin ortaya serdiği gerçeklerle, bugün üzerinde durulan politik zemin birebir zıd bir noktaya düşüyor.

Bu çelişkiyi taşıyamayanlara örnek olarak, İlhan Selçuk ile Tarık Akan'ın işkencecilerini affetmelerini gösterebiliriz. Bugün her iki isimde sahip oldukları zihniyetle, yine o zihinde taşınan anılar arasındaki çelişkinin ağırlığını yaşıyorlar. Ve bugünkü zihniyetleri için, 12 Eylül ve daha önceki darbelerde yaşadıkları acıları feda ediyorlar.

Her tarihi gelişmede, kendi fikir cephemize ait beğenmediğimiz, bizi sıkıntıya sokan bir gelişme olduğunda, genellikle bir kurban seçip, kötülükleri onun üzerine atarak temize çıkma/çıkarma çabası, oldukça yaygın bir davranış kalıbıdır. Türkiye’de ulusalcıların tamamı için, 12 Eylül darbesi bu uygulamaya tabii tutuldu. Suçu o dönemin cunta başkanı Kenan Evren ve diğer cunta üyelerinin üzerine atarak (özellikle onların ABD ile olan ilişkilerine dem vurarak)bugünkü asker sempatizanlığı üzerine kurulu politik zeminlerinin önünü açmaya çalışıyorlar.

Ancak, geçmişi detaylandırdığımızda, meselenin “ABD yap dedi, 5 cunta üyesi darbe yaptı”dan öte olduğunu fark ediyoruz. Sistematik işkence yapan, kötü muamele üreten, gözaltında kaybeden, bu ülkenin insanlarından nefret eden, ABD’liler değil, bizzat bu ülkenin insanları, bu ülkenin kurumları. Cunta konseyinin ilk aldığı kararlardan birisi, Emniyet Genel Müdürlüğü'nü Jandarma genel Komutanlığına bağlamaktı. Yani ortada suçu birbirlerinin üzerine atabilecek çok fazla aktör yok.

Bunu detaylandırmak mümkün. Ancak ben ulusalcılığın yol alacağı mesafeyi birazda dışarı, diğer ülkelere bakarak tahmin etmeye çalışacağım.

Bugün dünyanın en demokratik ülkelerinde dahi, kendi geçmişlerinde yaşanan diktatörlük dönemlerini destekleyen ve diktatörlerine sempati duyan insanlar vardır. Ve bunlar hiç de azınlıkta değildir.

Örneğin İspanya’da, halen ana muhalefet partisi olan “Halk Partisi” (Partido Popular, PP) Franco yanlısı bir siyaset izlemektedir. Parti İspanya’daki son yerel seçimlerde %35 civarında oy almıştı. Yani diktatör yanlısı bir siyasi hareketin çok ciddi bir toplumsal tabanı var. Hatta Franco’nun takımı olarak bilinen Real Madrid futbol takımının taraftarlarının çoğunluğu, Franco rejimine sadık olmakla tanınır. Bugün İspanya’da da, 12 eylül darbesini temize çıkarmak adına sık sık pazarlanan “darbe olmasaydı kardeş kavgası devam edecekti” söylemi, Francocular arasında çok sevilen bir söylemdir. Çünkü Franco bir iç savaşı sonlandırarak diktatörlüğünü kurmuştur. Onun, diktatörlüğünün son yıllarında yapılandırdığı “Ulusal Hareket" isimli siyasi yapı ile o hareketin sloganı olan “Milli Uyanış" ifadelerinin bugünün Türkiye’sinde hangi siyasi düşünceye denk geldiğini tahmin etmek hiç zor değil.

Diğer bir örnek olarak Şili’yi vermek mümkün. Yine bir darbeci olan General Pinochet taraftarları Şili’de hala güçlü. Her yıl darbenin yıldönümünde sokaklarda darbe yanlıları ile darbe karşıtları karşı karşıya gelebiliyor ve bu mesele üzerinden ciddi bir toplumsal gerginlik hala yaşanıyor. Pinochet yanlısı partiler %25 civarında oy alabiliyorlar. Devlet içerisinde, yargıda, belediyelerde, senatoda ve ekonomi kurumlarında hala Pinochet taraftarları ve ordunun etkisi altında olanlar önemli konumdalar. Üç yıl önce ölen diktatörün cenaze törenine hükümetten sadece savunma bakanı katılmış ve kadın bakan cenazeye akın eden Pinochet taraftarları tarafından protesto edilmişti.

Buradan baktığımızda ulusalcılığın giderek bu tip bir pozisyona kaydığını söyleyebiliriz. Çağdaşlık, aydınlanmacılık gibi kavramların kolaylıkla elitizme kayabiliyor. Sol bir zihin dünyasından esintiler taşısa da, topluma dışarıdan otoriter yöntemlerle bu kavramların dayatılması, ne yazık ki bir diktatörlüğe tekabül ediyor. Başka fikirler ile yarışacak düzeyi ve gücü olmayan toplumsal kesimlerin gidebileceği farklı bir nokta da ne yazık ki yok.

Bu nedenle, ulusalcı kesimde, “Bu kalp seni unutur mu?” dizisine gösterilen tepkinin ve antipatiyi anlamak hiç de zor değil.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..