Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Datça' da zaman...

Datça' da zaman...
 

Bazı yerler vardır ki anlatılmaz, yaşanır... Datça gibi.
"Datça Muğla iline bağlı... Türkiye' nin güneybetısında bir ilçe" diye coğrafya dersi gibi anlatırsanız... Bu cennet yarımadaya haksızlık yaparsınız. Ne kadar anlatırsanız anlatın... Yetersiz kalır. Gelip görmek... Görüp yaşamak lazım.

Ruha dinginlik veren sabah uyanışlarını yaşamadan... Ruhunuzu yıkayan... Kısacık süren ve ardından güneşe barışık yağmurlarında ıslanmadan... Dünyada sadece üç yerde bulunduğu söylenen... Nemden uzak, oksijeni bol havasını solumadan anlayamazsınız.

Uzundur yolu İstanbul'dan, Ankara'dan... Hele ki doğu illerimizden gelenler için... Hani "git git bitmez" derler ya... Ama öyle bir anda biter ki şaşarsınız... Geldiğiniz onca yolu, yorgunluğu unutur... Sanki "yeniden doğarsınız."

Uçakla gelmek isterseniz Datça'ya 160 km uzaklıktaki Dalaman'a, oradan servisle Marmaris'e... Marmaris'ten saat başı kalkan minibüslerle de 65 km lik kısa bir yolculuktan sonra Datça'ya ulaşabilirsiniz.

Eğer karayolu değil de deniz yolu ile gelmek isterseniz... Bodrum havaalanını tercih edeceksiniz. Feribot ile iki saatlik keyifli bir yolculuk sonunda Datça'dasınız. Limandan merkeze minibüs seferleri var yine. Feribotun hareket saatlerinin ay ve mevsimlere göre değiştiği göz önüne alınacak olursa eğer... Sormadan yola çıkmamakta fayda var.

Ama otobüs veya özel aracınız ile yolculuğu tercih edecek olursanız ve hele bir de yeşile hasret... Denize hasret bir ilimizden geliyorsanız... Çorak arazilerden sonra, çölde vaha bulmak gibi sürüyor serüveniniz.

Eskiden Marmaris-Datça arasındaki yol akıl almaz virajlarla doluydu. İki arabanın yan yana zor geçtiği, otobüslerin birkaç manevra yapmadan dönemediği sayısız virajlar. Marmaris'e gelindiğinde Datça'ya devam eden yolculara "siyah poşet" dağıtılma nedenini, bu döne döne, kıvrıla kıvrıla giden yola girdiğinizde anlardınız.

Hemen hiç kaza olmazdı bu yolda... Çünkü, gözünüzü yoldan ayıramazdınız.

Ama şimdi öyle mi? Genişletildi ve süresi ikibuçuk saatten bir saate indi yolun... Ve kaçınılmaz olarak hem kazalar hem de gelen insan sayısı arttı.

Eskiden sadece "Datça aşıkları"nın geldiği bu cennet... Yavaş yavaş "yaz kalabalığı"na karıştı.

Öyle çılgın eğlenceler yok burada... "Bodrum geceleri" yaşayamazsınız. İsterseniz deniz kenarında kumsalda... Veya limanda şık bir restoranda yemeğinizi yer... Sonra da canınız çekerse, müzik eşliğinde, az sayıdaki diskolarından birinde dans edersiniz. Ya da yemek sonrası şöyle bir dolaşıp ışıl ışıl sokaklarını, köşede taze taze gözünüzün önünde pişen lokmadan alır... Oturur sahildeki bambulara... Yakamoz seyri eşliğinde yersiniz.

Ay bir başka doğar Datça'da... Hele dolunay zamanında. İncecik bir hilal şeklinde başlayan doğuşunu... Kırmızıdan turuncuya dönerek kocaman bir tepsi gibi doğup yükselişini seyrederken diliniz tututlur, konuşamazsınız. Sonra da fotoğraf çekmeyi unuttuğunuzu düşünüp, hayıflanırsınız.

"Tanrı'nın sevdiği kullarını attığı"nın söylendiği... Strabon'un "Tanrı yarattığı kulun uzun ömürlü olmasını isterse, Datça Yarımadası'na bırakır" dediği bu yarımada bir yerinde öyle incelir ki... Koptu-kopacak sanırsınız. Balıkaşıran diyorlar o incelen bölgeye. O kadar az ki bağlantı noktasındaki aralık... Bir balığı alıp Akdeniz'den... Yürüyerek bırakabilirsiniz Ege'ye... Hem de balık ölmeden. Bu yüzden Balıkaşıran demişler buraya.

Her birinde sanki ayrı bir deniz ve kum olan koyları anlatılamaz... Ama denize bir kez Datça'da girenler, kolay kolay başka yerlerde tatil yapamaz. Tatili dinlence olarak görenler... Doğayı doyasıya yaşamak isteyenleredir bu sözüm. Yoksa çılgın gecelere akmak isteyip, tatil dönüşü dinlenmeye ihtiyaç duyanlara değil.

Her çeşit deniz sporunun yapıldığı ve öğretildiği bu cennet koylarla dolu yarımadada, rengarenk yelkenli ve sörflerin seyrine doyamazsınız. Hele bir de sörfünüz varsa kayarken denizin üstünde rüzgarla... Başka dünyalara kaçar aklınız. İsterseniz dalar denizin dibine... Açıldıkça ilerinizde lacivertleşen sularda "akvaryumda yüzüyormuş gibi"nin keyfine varırsınız.

Sadece iki mevsimi... Bahar ve yazı yaşadığınız... Kar, kış ve deli soğukların uğramadığı bu cennette ister dağlardan kekik toplar... İsterseniz zeytinyağının nasıl yapıldığını yerinde seyrederek şaşarsınız. Yani ister doğayı... İster spor yapmayı... Dilerseniz doğal ürünlerin yapılışını izlemeyi seçer... Ya da Kızlan köyü yolundaki yeldeğirmenlerini seyrederek... Hayalinizde restore eder... Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan... Dolu dolu... İstediğiniz gibi yaşarsınız.

Kalacak yerin seçimi size kalmış... İster Datça'nın merkezinde... İsterseniz "akla ziyan denilecek kadar" muhteşem koylarında gezdirirsiniz yüreğinizi ve bedeninizi. Konaklamanın hiç sorun olmadığı bir yerde olduğunuzu... "Hepsi muhteşem" diyerek karar veremediğiniz koyları gördüğünüzde, anlarsınız.

Yörenin yemeklerine gelince... Aklınıza gelen gelmeyen her çeşit otu bulabilirsiniz pazarında. Üstelik tarifini de verirler yemeğinin. Bademi meşhurdur Datça'nın... Balına doyum olmaz.

Yöreye özel yemekler: Dalleme, garaville, gışıyak, könger, tilki, mürdümük, turpucu, ütmek, celpleme, ilabada, lokum pilavı, taratorlu börülce, tatlı tarhana, kabak çiçeği dolması. (Bu yemeklerin tariflerine internet sayfalarından ulaşılabilir)

Yöreye özel çaylar: Elmascık, narpız, garağan, sepsuyu, ısırgan. Narpız sigara içenlere (keşke içilmese) nefes açıcı özelliğinden dolayı tavsiye ediliyor. Adaçayı, kekik çayı ve daha pek çok çayın adını yazmadım yöreye özel olmadığı ve bazı diğer bölgelerimizde de olduğu için.

Yöreye özel tatlılar: Çıtıramak, bademli incir, gımgıma, katmer, saraylı sadece bu yöreye özgüdür.

ıÜüDatça-Marmaris yolu üzerinde, merkeze iki kilometre ıÜümesafedeki Eski Datça'da... Reşadiye Köyü'nün (Sultan Reşat zamanında bu ad verilmiş) bulunduğu yerde kurulmuş olan kasaba... MÖ II binlerden beri yerleşim yeridir... Ve hala sürmekte olan araştırmalar ve arkeolojik kazılardan çıkanlara bakılacak olursa pek çok medeniyete kucak açmış olduğu görülecektir.

1926 yılında doğan ve 2000 yılında aramızdan ayrılan şair Can Yücel Eski Datça'da yaşamış ve burayı "Dünyanın en büyük açıkhava tımarhanesi" olarak tanımlamış... Ve ölümünden sonra da vasiyeti üzerine buraya gömülmüştür.

Adı Datça ile bütünleşen Can Yücel'in şiiri ile noktalamak istiyorum yazımı... Yoksa anlata anlata bitiremeyeceğim Datça'yı.

Vasiyet

Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!

Ben de bir şiir(imsi) yazdım... Şimdi şiir dersem ukalalık olur... Hele Can Yücel gibi bir ustanın yanında ayıp olur. İşte bu da benim şiirimsim.

Datça'da Zaman...

Denizin ortasında bir kayık...

Kayıkta adam...

Elinde olta... Bekliyor.

Suda balık...

Ağzında zoka...

Çırpınıyor.

Ölümünden kaçmak isterken...

Her çırpınışında...

Daha çok yaklaşıyor.

Datça'da bir deli rüzgar...

Saçlarımı savuruyor.

"Tanrı sevdiği kullarını atarmış" hani.

"Beni Atın" kumsalı...

Kumsalda kum...

Kumda ayak izlerim...

Çıplak ayaklarım...

Umuda yürüyor.

Bahçede ağaç...

Ağaçta kuşlar...

Kanatlarında sevdalar...

Kanatlarına takıp sevdaları...

Uçuyorlar.

Datça'da zaman...

Zamanda ben...

Bende "yeller alası."

Bir anlatılamayan...

Ama yaşanası.

Denizde kayık...

Kayıkta adam.

O kayıktaki adam ol(ma)sam.

Rüzgarlara verip kendimi...

Savrulsam.

Bir kuşun kanadında havalansam...

Uçsam...

Sevdalansam...

Umutlansam.

Datça'ya kuşbakışı bakıp...

Olmayan zamanları yaşasam.

Uçsam...

Savrulsam...

Sevdalansam.

 
Toplam blog
: 139
: 1916
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Bana biri kendini anlat dese, susar kalırım. Her konuda çılgın bir istekle konuşan ben, işte o anda ..