Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Davet, Mizah, Miras ve Hakikat!

Davet, Mizah, Miras ve Hakikat!
 

Avcılar Köyüne mezarlıktan bakış!


“Zenginin keyfi gelene kadar, fakirin canı çıkarmış” Hazır iş güç yokken, fırsatı değerlendirip bacanağımın davetine kulak astık… Eee Recep ağabeyi kapı yaptırsın diye beklersek, davetten olmak ta var! Sağ olsun bacanağımın babası zaman zaman Abdülhamit zamanından kalan tarlalarından birer ikişer satıp, çocuklarına arada bir birkaç milyon dolar veriyor. Ooh Allah versin, gözü olanın gözü çıksın! “Komşuda pişer ucundan kıyısından bize de düşer” nasıl olsa değil mi? -:))

Sağ olsun bacanağım, saray yavrusu yazlığında her daim yerimin hazır olduğunu söyler. Kim sevmez böyle bacanağı? :)) Bak yukarıda Allah; benim iki tane bacanağım var, her ikisi birbirinden değerli kardeş gibidir benim için.

Bize de rahmetliden sekiz senelik gelir vergisi, beş senelik emlak vergisi, üç senelik ödenmemiş elektrik ve su parası borcu kalmıştı! Elden alacaklıları saymıyorum… Allah bize, biz onlara oldu! Zaten çoğu helal etti alacaklarını. Helal etmeyenlere de taksit taksit ödedik babamızın borcunu. Bir Allahın kulu'da "al kardeşim bu babana olan benim borcum" demedi. Bizim bildiklerimiz ve güvendiklerimiz dahil!

Sağlık olsun; zahmetsiz rahmet olmazmış derler iyi kötü, aç değil, açıkta değiliz çok şükür. Oturduğumuz babadan kalma yerin parasını devlete bir şekilde ödedik zaten! Rahmetli babam, Memlekette nadir bulunan ustalardandı. Bir bakışta yapacağı işin resmini çeker hafızasındaki harddisk’e kopyalardı. El verdi bana el el duyun gari!

O kadar sağlamcıydı ki onun yüzünden işsiz kaldık! 35 senelik kapı mı olur yahu?

Biz kime yapacağız kapı, pencere, balkon korkuluğu vs? Çürümede bilmiyorlar azizim, tüm pimpirikli insanlar bizim muhitte; pencere veya kapı boyaları lahana gibi kat kat! Demir, su almıyor ki paslansın çürüsün, bizde yenisini yapalım.

&&&

Aaa unutmadan, bizimde bir yerlerde, nerde olduğu belli olmayan ve kimin ektiği, kimden kaldığı bilinmeyen bir de tarlamız var! Sanırım mübadele zamanından. Arada bir beş kilo şeker gelir, anlarız ki bu sene oraya pancar ekilmiş. Arada bir fasulye, kabak, patates soğan gelir ve biz o sene oraya ne ekildiğini gönderilen bu ürünlerden anlarız. Tüm bunları anladıkta, arada bir gönderdikleri sekiz on balya otu ne yapacağız?

Onun yerine bir tencere yoğurt, iki kilo peynir, beş kilo süt göndersene be adam, bizim ineğimiz mi var ot yedirecek?

Ülen yoksa bunlar bize, sesimizi çıkarmadığımız için bir şey mi ima etmeye çalışıyor? :))

&&&

Geçenlerde bir ara babamın köyüne işim düştü, babamın dayısının oğlu Fahrettin dayı ile ayaküstü konuşuyorduk;

—Vallahı yeğen rahmetli halam (Babaannem) yokluk zamanında kirazlığı sekiz teneke mısır karşılığında babama satmış. Babam öldükten sonra rahmetli Halam; "tarla benim" diye tutturdu ve ondan tarlayı bir kez daha parasını verip satın aldım. Halam rahmetli olunca sıraya baban, rahmetli dayım girdi ve "tarla bizimdir" dedi! O tarlanın parasını ona bir kez daha ödedim! Baban ölünce iki amcan damladı köye ve tutturdular "tarla bizim" demeye! Onlara ben “Dalip dayıma ben bu tarlanın parasını ödedim” desem de ispat edemedim. Rahmetli dayım (yani babamdan bahsediyor) ona verdiğim tarla parasını yemiş kardeşlerine koklatmamış! Fahrettin dayı burada hem gülüyor hem hiddetleniyor…

Amcanları, yani dayılarımı kollarından tuttuğum gibi doğrudan kasabaya hükümet konağına Tapu Dairesine…

He he he onlara tarlanın parasını bir kez daha ödedim. Ama bir gün, başka bir “Girgin” gelir de, “tarla bizim” demesin diye, tarlayı bu kez üzerime aldım! Aha da bak, tapuyu cebimde taşıyorum.

(Dayı market poşetine sardığı tarla tapusunu çıkarıp bana gösterdi.)

Sonra;

“Hani, yani; sende o tarla için geldiysen havucunuzu yalarsın yeğen he he he.” Dedi.

Dayının bu sözlerine bende gülmeye başlamıştım…

—Fahrettin dayı…

—He canım… söyle yeğen;

—Bize birisi, her sene babamın hissesine düşen bir miktar icar gönderiyor ama biz bunun kimden geldiğini bilmiyoruz. Sen bunun kim olduğunu biliyor musun?

—Bilmem mi?

—Babanın amcasının çocuklarından postacı Ahmet amcan ekiyor orayı; tarlalarımız sınır benim satın aldığım tarla, halamın; Ahmet amcanın ektiği tarlanın yarısı rahmetli eniştemindi. Yani dedenin, deden ölünce tarlayı kardeşi “Terzi Ahmet” sürüyordu. Baban, amcasına tarlayı satmaya yüzü tutmadı ama her sene oradan icarını alıyordu. Terzi Ahmet ölünce tarlayı büyük oğlu Postacı Ahmet ekmeye başladı. İstanbul’a icarı size o gönderiyor. O tarlanın yarısı terzi Ahmet’in, diğer yarısı rahmetli dedenindi. Yoksa baban bize orayı da on kere satardı.

Dayı sözlerini bitirince basıyor yine kahkahayı. Ha ha ha

—Hııımm

Hemen cep telefonumu çıkarıp ağabeyimi arıyorum… Fahrettin dayı şaşkın şaşkın bakıyor hayrola kimi arıyorsun? Diye sordu. Ona sessiz olmasını işaret ediyorum.

—Alo abi, hemen Pınarhisar’a git Ahmet amcaya söyle, “ben o tarlayı satıyorum” de; o almak isterse sakın resmi satış vermeye kalkma! Masraflı olur de, biz yabancı mıyız de, duygusal takıl işte… Ama sakın resmi satış sözü verme!”

Fahrettin dayı bir an başındaki kocaman köylü şapkasını çıkarıp düşünceli düşünceli kelini kaşırken jetonu birden düştü ve bastı kahkahayı; “yandın oğlum postacı; bunların arkası kesilmez beyaa…

Benim bildiğim sekiz tane yeğen vardı; vallahi dayım çok zamparaydı, belki yeğenlerimin sayıları artmışta olabilir ha ha ha” Arkasından… “Bırak tarlayı kaç, bırak tarlayı kaç, bırak tarlayı kaaaç.” Diye diye Fahrettin dayı yanımdan adeta kaçar adımlarla uzaklaştı!

Arkasından “şaka yaptım gel buraya” dediysem de hiç tınlamadı. Çünkü inanmadı… :))

&&&

—Şimdi, ailenin coğrafyası parçalanmaya görsün, işin içine analıklar, babalıklar girdimi, kimin eli kimin cebinde belli değil! Malın üzerinde oturan, kendini o yerin hâkimi sanıyor. Ama kazın ayağı hiçte öyle değil maalesef!

Neyse nerde kalmıştık? Aaa bizim Recep ağabey kapıyı yaptırmayı düşüne dursun (beş seneden beri düşünüyor zaten) biz çoluk çocuk bacanağımın yazlığına taşındık.

Ekmek elden su gölden, bacanağımdan Allah razı olsun ne zaman elimi cebime atsam “dur bacanak senin işin yok bu ara” deyip hesabı bana ödettirmedi.

Eh bizde eşek değiliz herhalde, bir gün mırmır, bir gün sazan, bir gün yayın Allah yetenek vermiş çekiyorum arkadaş. Bir tarafım deniz bir tarafım baraj. Dereye tenezzül etmiyorum bu ara! Tam on gün krallar gibi tatil yaptık hep birlikte eğlendik resimler çektik ve bu tatili ölümsüzleştirdik.

&&&

Eskiden bu balık işini köyde yapardım, kardeşlerim ufaktı o zamanlar abi der etrafımızda pervane olurlardı. Gerek kara avcılığında vurduğum avlarla olsun, gerek denizde tuttuğum balıklarla; konu komşuyu davet eder bahçede ziyafet verirdik.

Kardeşlerim küçüktüler ve talihsiz bir şekilde babasız kalmışlardı, tıpkı bizim küçükken anasız kaldığımız gibi! Onlar bizim gibi analık nedir, babalık nedir, üveylik nedir bilmediler hiçbir zaman! Rahmetli annem sarıp sarmalamıştı onları!

Biri daha doğmadan ana rahmindeyken kaybetmişti babasını, diğeri üç yaşında, bir sonraki yedi yaşında, en büyükleri on iki yaşındaydı. Rahmetli babalığım kucağımda vefat ettiğinde bana vasiyet etmişti; “sahip çık kardeşlerine” diye.

Neyse uzatmayalım askerdim geldim annemin “benim” dediği tarlasını ektik biçtik, kardeşlerim aç kalmasınlar diye ambarları doldurduk. Yine kötü bir haber geldi, bu kez babam hastaydı tası tabağı toplayıp ver elini İstanbul…

Bir süre sonra babam da kucağımda vefat etti. Son sözü “üvey kardeşlerine hakları neyse ver” oldu! Efendim iki arada bir derede kaldım yıllarca ne köylü olabildim ne şehirli! Evliya çelebi gibi dolaştım durdum iki arada.

Tüm sıkıntılara rağmen yinede zaman zaman, şimdikinden daha mutluyduk be dostum!

Rahmetli annem toplardı etrafına bizi, tek vücut tek yumruk olurduk. Sonra “ölüm” geldi ayırdı bizi annemizden, küçükler büyüdü, sonra kadastro geldi; önce annemin “tarlam” dediği tarlası gitti! Sonra kardeşlerim çektiler elini ayağını bizden…

Ağabeyim açtı davayı Avukat Hanım gördü mahkemeyi… Sonunda ak kara çıktı ortaya ve uzlaştık, anlaştık.

Hazır gelmişken, atalarımızın yattığı mezarlığı ziyaret edip tüm ölmüşlerin ruhuna dua edelim dedik. Kimler yoktu ki. Annem, Babalığım, Dayılarım, Dedem, köyün ileri gelenleri, Ağası, Beyi, Çobanı, Korucusu; en son konuştuğum ve bir daha göremediğim kişilerin taze mezarları!

Mezarlığın etrafında güzel araziler vardı, 20 dönüm, 30 dönüm, 50 dönüm.

Ağabeyim “kimin bu tarlalar?” dedi.

İşte dedim, onların gerçek sahipleri burada yatıyor!

"Mal sahibi mülk sahibi, hani nerde bunun ilk sahibi... Malda yalan mülkte yalan, al birazda sen oyalan." (Yunus Emre)

Velev ki, dostluk, arkadaşlık, akrabalık ölmeye görsün! Arazi hep aynı yerde, yeni sahiplerini bekler…

Bu araziler yüzünden kim bilir kaç kişi; anasına, babasına, ağabeyine, kardeşine, amcasına, dayısına, halasına, teyzesine dargın, küs gider öbür tarafa!

20.30.50 dönüm nerde 2 metre kare yer nerde!

Not: Hayatta üç şeyi sevmem; anayasayı, hukuku, hak ve adaleti bilmeden konuşanı, bilenlere karşı duranı, hiç bir şey olmamış gibi davrananı, dokunmadan ağlayanı! Allah ıslah etsin...

Aaa bu arada, İkitelli de ki alüminyumcu Aytekin kardeşim, babana selamını söyledim, o da sana selam söyledi haberin olsun... Selamlar...

M.Talip Girgin

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..