Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Deformasyon!

Deformasyon!
 

Kaynak:İnternet


“Deforme” kelimesini daha çok ayakkabı, çanta gibi eşyalar için kullanmaya başladı Türkiye, hani yamuk yumuk olur bazı ayakkabılar da “Ayy ne fena deforme oldu!” deriz, çantanın şekli şemali bozulur, yine deforme kelimesi imdadımıza yetişir; orijinal formu, şekli değişti demek yerine…

Şık gelir kulağımıza…

ÖSYM de “Deforme olmayı”, yani deformasyonu güzel oturtmuş yerine; “Şeklimiz bozuldu” dese kötü, “Deformasyon” denince şık olmuş, bu bir!

İkincisi “Deformasyon” kelimesini bilmeyen bir dolu insanın yaşadığı bir ülkeyiz…

Üçüncüsü, alışılan kelime kullanım şekli ile “Deforme” biraz da insanın kendi kullanım hatalarını ya da eksikliklerini çağrıştırır!

Misal, ayağı taraklı olan bir insanın ayakkabısının deforme olması daha sık rastlanan bir durumdur ki kişi zaten bu durumundan hoşnutsuzdur!

Malın kalitesi yerine kendi ayağına suç bulmaya, bu nedenle, zaten pek bir hazırdır. Zira hele ki kadınlar için neredeyse bir aşağılama cümlesidir: Ayy, ayakların pek taraklı!

O taraklı ayaklarını saklamaya çalışan kadınların sayıları da, yine bu nedenle, az değildir!...

******

ÖSYM hakkında suç duyurusunda bulunup da itiraz etmiş bazı YGS öğrencilerine “Cevap kağıdınızda oluşan bir deformasyondan dolayı kağıdınız yanlış okundu. Düzelttik, lütfen tekrar kontrol edin!” diye telefon edilmiş.

Hımmm…

Cevap kağıtları deforme olmuş demek ki!

Artık, nasıl deforme ettilerse gençler!...

Kamu malına zarar vermekten dolayı haklarında dava açmadıklarına mı şükretmek gerek?

******

Haklarını yememek lazım ama, “Deformasyon” lafını iyi bulmuşlar; “Bizim bir kusurumuz yok, sorun sizde!

Lakin, yine de bakın tekrardan değerlendirmeye aldık, eee ama hani nerede alkış”? babında…

******

Şimdi, yazının tam da burasında lafı dolandırmasam, az dokunsam da okuyan anlasa gibi cambazlıklar yapmasam diyorum: Kaç kişi kaldı ki ÖSYM sonuçlarına güvenen?

Ben güvenmiyorum!

İnsan, vatandaş faktörü yerine taraftar, yandaş zihniyeti yerleştiğinden beri ne yazık ki birçok kuruma güvenmiyorum!

Şimdi bir örnek versem, desem ki sehven fazla puan alanlara da aynı telefon edildi mi, iki gün sonra birilerinin çıkıp da “Bana da telefon geldi, meğer 450 değil de, 350 puan almışım!” diyeceklerinden de adım gibi eminim!...

“Deforme” olan yalnızca ÖSYM de değildir, kendi başına hiçbir kurum deforme olma yetkisine sahip de değildir bu ülkede artık!

Ne o kadar özgürlükleri vardır, dolayısı ile ne de kullanabilecekleri inisiyatifleri!

“Deforme” olan aslında… Neyse… Burasını da bildiğiniz gibi siz doldurun!

******

Hakkını arayamamış hiçbir öğrencinin kağıdı deforme olmamıştır; hakkını arayamayanlar derken: ya maddi yetersizliklerden dolayıdır; ki hangi öğrencinin hangi köyde oturup da şehir merkezine ulaşmasının kaç para değerinde olduğunu biliriz, ne de böyle bir dava açmanın kaç pula…

Bir de, kendine güvenmeyen öğrenciler vardır!

Hak ettiklerinden değil, korkan, ürken kişilerdir; duygusal yönleri de epeyce yüksektir!

Bir de, hak ettiğinden fazlasını alanlar vardır!

Mesela, onlar da asla müracaat edip de “Beklediğimden fazlası geldi, bir deformasyon mu var acaba kağıdımda?” demezler!

Gerçek anlamıyla sehven de olabilir, son dönemlerde kullanılan haliyle de…

Aradaki fark ne derseniz: Biri gerçekten hata ile olmuş olan, diğeri bilinçli yapılıp da, hataymış gibi savunulan!

******

İşin insan, yani hükümet açısından seçmen, şeyy, aslı “vatandaş” olmalı ya, bakmayın bakış açımızı hükümete göre endeksledik, anlamaya çalışmak babında; ne tutulur, ne de yutulur tarafı vardır!

Doğru düzgün bir ölçme-değerlendirme olmadıktan sonra, hadi diyemediğinizi ben diyeyim: Dershanelere dökülen onca paraların, çocukların emeklerinin, ailelerin gayretlerinin parsasını toplayıp da, işaretlenmiş çocuklara yatırmanın kim ve kimlere yararı var?

“Ne yararı?” demeyin, lütfen!...

Bir amaca hizmet etmese bu kadar “deformasyon”, aslında “düzmece” diyeceğim ama “deformasyon” daha şık, ile neden uğraşılsın?

******

İnsan düşünmeden duramıyor, gerçi her insan düşünmüyor ya, neyse…

Kaç yıldır kim bilir kaç yüz bin öğrenci, eğitmen, doktor “sehven” açıkta kaldı, nerelere atandı?

Nerelerde eğitime başladı?

Kaç kişinin eğitimi son buldu?

******

Aman! Bu pek de önemli değil aslında!

Kaç türbanlı ve takunyalı mağdur olmadı, ona bakmak lazım!

Gerisi laf!...

İnananlar lazım bu topluma, düşünenler değil!

“Söyle bakalım, sabah namazı kaç rekat”?

“Aferin! Hadi bakalım, işin hayırlı olsun”!

******

İşi hayırlı olanlar “Bu nasıl sistemdir” diye çemkiremezler, sıkıntısı olanlar ya “bertaraf” olanlardır, ya da henüz isim listesine alınmamış olanlardır!

Hani, kaç kez yazdım, artık aynı şeyleri yazmak ayıbıma gidiyor, ama habire tekrarlanıyor ya, onu da yutamıyorum!

Bilmem kaç üniversite açtık diye reklam yapan bir başbakanın “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şart yok!” demesinin ardından “Yabancı dil, bilgisayar önemli” diyerek işsizliğe karşı savunma gerçekleştirmesini anlamakta zorlanıyorum!

Hani, sanki kendisi yabancı dil biliyor, bilgisayar kullanabiliyor gibi!

******

Neyse…

İstedikten sonra bahane çok!

Bahanelere de inananların çok olduğuna inandıktan sonra, temkinsiz konuşmak da çok kolay… Da…

Düşünen insanlar da var, yanı sıra…

Hani, sorgulayan, yargılayan…

Hani, elinizde olsa her birini içeri tıkmak istedikleriniz!

Ama tabii ki, her birine nasıl yetesiniz?

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..