Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '11

 
Kategori
Öykü
 

Değer!

Değer!
 

Yaşasın özgürlük nidalarıyla döne döne yaptığım yolculuk bir otobüs durağı, sabit olarak bekleyen 3 çift ayak, buruşturulmuş bir gazete kağıdı, bir pet şişe, birkaç yaprak, yere dökülmüş ne olduğu belirsiz bir sıvı, sanki hiç yokmuşcasına duran bir çöp konteynırı, biri park etmiş diğerleri seyir halinde 6 araç ve geniş bir caddeyi geçtikten sonra, daha ben keyfine bile varamadan bir kaldırımın kenarında son buluyor. Oysa bir paket sigarayla birlikte para üzeri olarak alındığım ve evire çevire oynandığım koca elli bir adamın parmaklarının arasından düşeli bir kaç saniye bile olmamıştı daha. Pöf! Özgürlükmüş, işte buraya kadar!

Kaldırım kenarına fazla hızlı çarpıp ses çıkarmış değilim, ki olsam bile neredeyse kendi sesimi bile duymama engel olan bu gürültü kirliliğinde çıkardığım sesle fark edilmem mümkün değil. Ama beni yalancı çıkarmak istercesine bir anda iki küçük gözle karşılaşıyorum önce. Sanırım elini sürüp almaya değerli olup olmadığımı anlamaya çalışıyor ki dikkatlice süzüyor beni. Sonra kaldırım kenarından, karşıya geçmeyeceği halde hem sağa hem sola bakıp araçları kontrol ederek uzatıyor elini ve iki küçük parmağıyla uzanıp beni alıyor. İşte şimdi küçücük bir eldeyim, 6-7 yaşlarında kumral sevimli bir oğlan çocuğu bu. Hemen yanındaki annesinin gözlerinde ise ani bir hızla gelip geçen -bir anlık dalgınlığın sonucu olabileceklerin olmamasının verdiği rahatlamayla karışık- bir endişe bulutu. Hemen tutuyor bizim ufaklığın elinden ve yola devam ediliyor. O ufak, terli ve sımsıkı avucun içersinde koştura koştura ilerlerken yüzündeki koca tebessümü fark etmemek mümkün değil. Bir sokağa giriyoruz ve köşedeki ilk evin önünde duruyoruz. Onların olmalı. Anne oğluna kapının önünden ayrılmamasını sıkı sıkı tembihleyerek eve giriyor. Birkaç dakika olduğu yerde duran ufaklıksa fırsattan istifade hemen karşıdaki bakkala. Bir çikolata karşılığı açılan ufak ve terli avuçtan bakkalın kasasına, kendim gibi onlarcasının arasına karışıyorum. El değiştirirken gördüğüm son sahne; elindeki çikolataya hayatındaki en önemli şeymişcesine bakan bir çocuğun mutluluğu...

Burası karanlık ve çok kalabalık. Sürekli insan sesleri duyuyorum. Arada da açılan kasayla kısa bir anlığına kavuşulan aydınlık ve alınan temiz hava. Derken işte yeniden açıldı kasa, üzerimize hızla gelen bakkalın kocaman eli ve hoppp bu sefer ki şanslı madeni para görünen o ki benim. Düştüğüm avuçsa yakışıklı yüzünde geç kalma telaşesi okunan genç bir adama ait. Genç adam bir elinde nane şekeri diğerinde ben, hızla çıkıyor bakkaldan. Yetişmesi gereken bir yer olduğu, beni cebine koymadan önce birkaç kez saatine bakmasından belli. Ama nereye gittiğimizi bir anahtarlık ve birkaç parça kağıtla ortaklaşa paylaştığım pantalon cebine girdikten sonra göremiyorum. Uzun bir süre sonra artık yalnız olmadığımızı anlıyorum. İnce, gergin bir kadın sesi bu. Tınısı, ben de genç olduğu izlenimi uyandırıyor. Üzüntülü de sanki sürekli iç çekiyor gibi. Hareketsiz kalışımıza ve pantalonun gerilmesine bakarsak sanırım oturuyoruz da. Konuşmaları tam olarak duyamıyorum ama bir gitmek kelimesi var ki neredeyse kurulan her cümlenin öznesi. Duyduklarımdan çıkardığım sonuca göre genç kadının gidecek olması nedeniyle zorunlu bir ayrılıktan söz ediliyor. Gidecek olanın ve geride kalanın kendince haklı serzenişlerini dinliyorum iki ayrı ağızdan. Ve her bir kelimenin içinde saklı olan, bir türlü açık açık ifade edilemeyen sevgiyi hissediyorum ses tonlarından. İçim sıkılıyor ister istemez. Bir çocuğun mutluluğu daha yeni sinmişken üzerime bir ayrılığın öncesine şahit olmak hiç mi hiç hoşuma gitmiyor.

Birden genç adamın eliyle karşı karşıya geliyorum. Ne aradığını bilmeyen parmaklarıyla ben dahil cebinin içinde ne varsa yokluyor önce. Sonra beni seçiyor aralarından ve gün yüzüne çıkıyorum yine. Al, diyor ve beni ince, zarif parmaklarla çevrelenmiş bir avucun içersine koyup kendi elleriyle kapatıyor o eli. Sana verecek hiçbir şeyim yok, dediğini duyuyorum üzgün ama her şeye rağmen umudunu ve gücünü korumaya çalışan bir sesle. “Sana sevgimden güç alan inancım ve sözüm dışında verebilecek hiçbir şeyim yok şu an. Ama her nerede olursan ol sana mutlaka geleceğim. Sadece biraz zaman. Ve bu parayı da bu günün hatrına, verdiğim sözün hatrına sakla. Bugünün tarihi olsun ve hep kalsın yanında.”

Genç kadının sessizliği kabulun işareti olmalı ki evine gidene kadar açmıyor sımsıkı kapadığı avucunu. Yüzünü ilk defa, bir taşınmanın tüm işaretlerini taşıyan odasına girip, çantasından çıkardığı küçük bir kutuya koymadan önce uzun uzun bana baktığı zaman görüyorum. Çok güzel bir kadın, gözlerinde hüznü ve sevgiyi içiçe taşıyan çok güzel bir kadın. Küçük, beyaz bir kutuya koyuyor beni, üzeri işlemeli. Kutunun içersinde mektup olduğunu düşündüğüm bazı kağıtlar, ne olduğunu çözemediğim birkaç eşya ve birkaç fotoğraf var. Sanırım hepsi de az önce ayrılmak zorunda kaldığı genç adamla ilgili. Ve sonra kutuyla birlikte tekrar aynı çantanın içersine yerleştiriliyorum özenle. Anlıyorum ki; artık yolculuk vakti...

Ve gelelim şimdiye...İlk konuluş tarihime dair bir fikrim yok ama uzun zamandır bu konsolun üzerinde olduğuma eminim. Burası başka bir ev, başka bir şehir hatta başka bir ülke. Bunu, içinde durduğum ve kapağı genelde açık bırakılan kutudan dışarıyı seyredebildiğim, avucuna konulduğum günden beri bana taparcasına ve büyük bir umutla bakan genç kadının gözlerinde görebildiğim, kimi zaman bir fısıltı kimi zamansa gayet sesli olan kendi kendine konuşmalarından anlayabildiğim ve büyük bir istek ve hevesle yazdığı mektupların üzerinden okuyabildiğim kadarıyla biliyorum.

Düşünüyorum da bugüne kadar alt tarafı 50 kuruştum ben. Tek başına ne ekmek almaya ne de bir simite yeten, elden ele gezip duran, hiç bir yerde uzun süre kalamayan bir bozukluk parçası. Bir adamın cebinden düştüm önce, bir çocuğun çikolata sevincine ortak olup girdiğim bir kasadan para üzeri olarak tekrar çıktım. Ama şimdi öyle mi ya? İki insanın arasındaki en önemli bağın bir işaretiyim ben artık. Bir umudun şekillenmiş haliyim, verilmiş bir sözün tek şahiti. Ve bu yüzden burada, bu genç ve güzel kadınla birlikte o adamın, beni ona bir sözün tarihi olarak veren o genç, yakışıklı ve sevgi dolu adamın gelmesini bekliyorum. Var mı benden daha değerlisi?

 
Toplam blog
: 246
: 980
Kayıt tarihi
: 27.01.07
 
 

30’ lu yaşların ağırlığında geçiyor artık yaşam ama teğet geçerek, ama kurcalayıp didikleyerek...İst..