Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '19

 
Kategori
Sosyoloji
 

Değişen, Değişmeyen

               Çalar Saat

                Kes sesini

                Ne kadar çalsan nâfile

                Biz bir daha uyanmamak üzere uyuduk.

                                               Ümit Yaşar OĞUZCAN

 

                Geçen 50 – 60 yıl içinde ülkemizde hiçbir şeyin değişmediğini söylersek, yanlış olur.

                Değişti, çok şeyler değişti mutlaka. Değişenlerin neler olduğunu siz de biliyorsunuz. Sözgelişi o günlerde lise bile bulunmayan birçok ilçe merkezimizin çoğunda bir yüksekokul var bugün.

                O günlerde henüz radyo bile girememiş evlerin hepsinde telefon, televizyon ve internet var artık. Buzdolabı, çamaşır makinesi falan diyerek değişiklikleri bir bir saymaya hiç gerek yok.

                Ama değişmeyen bazı şeyler de var ülkemizde.

                Nedir acaba bu değişmeyenler?

                Bu soruya hemen cevap vermeden önce, 1960’lardaki bir söyleşiye kulak verelim:

                Orhan Bey, incelemelerde bulunmak üzere üç aylığına Almanya’ya gitmiş bir müfettiştir. Aynı ülkede işçi olarak çalışan Kemaliyeli Hüseyin ile arkadaşı Atay, bir akşam ziyaret ederler O’nu.

                Hoşbeş’ten sonra, ilk sorusu şu olur gençlerin:

                - Hocam, memleketin durumu nasıl? İktisadi durumu, politik durumu nasıl? Bir gelişme var mı?

                - Ne gelişmesi bekliyorsunuz ki? İnsanlardaki zihniyet değişmedikçe başka şeyler de değişmez. Önce insanları değiştirmek gerekir.

                - Nasıl yani?

                - Her şey insana değer vermekle başlar. İnsana ve insanın gelişmesine birinci derecede önem vermezseniz, hiçbir anlamda istenilen gelişmeyi sağlayamazsınız.

                - Yani Türkiye’de insana değer verilmiyor mu?

                - Gerektiği kadar verilmiyor.

                - Neden hocam?

                - Nedeni gayet açık… Sözgelişi Almanya’da işçi olarak çalışan sizlerin burada ne işiniz var?

Eğer sizin emeğiniz kendi ülkenizde değerlendirilseydi buralara gelmezdiniz. Niçin geldiğinizi hiç düşündünüz mü?

                - Tabii bazı sebepleri var.

                - İşte o sebepler ortadan kaldırılsaydı, sizler de buralara gelip perişan olmazdınız.

                 - Nasıl yani?

                - Dikkat ederseniz gelenlerin çoğu tahsilsiz, dar gelirli ve vasıfsız işçiler. Eğer bu

yurttaşlarımız okuyup bir meslek sahibi olsalardı, niçin gelinlerdi ta buralara?

                - Ülkemizde yeterli iş sahası olmazsa, mecbur olarak yine gelirler.

                 - İş sahaları kendiliğinden kurulmaz. Yani iş sahalarını da iyi yetişmiş bilinçli, aydın,

kültürlü insanlar kurar.

                - Öyleyse, gençleri okutmak gerek.

                - Elbette okutmak gerek. Kalkınma, yükselme okuyup öğrenmeyle olur. İşi bilen yapar çünkü.

                - O zaman, herkes okusun, diyorsunuz siz. Peki, neden okumuyor hocam?

                - Bu soruyu ben size sorayım. Siz neden okumadınız?

                - Hem durumumuz müsait değildi, hem de okumanın bu kadar değerli olduğunu

bilmiyorduk.

                - Evet… Sorun burdan kaynaklanıyor işte! Egemen sınıflar imkânsız ve bilinçsiz bırakıyor halkı.                

                - Nasıl yapıyorlar bunu hocam?

                - Parasal imkânlardan yoksun bırakarak… Okumanın gereksizliğine inandırarak…

Okuyabilenleri pasif ve bilgisiz bırakarak… Yüksekokul yollarını kapayarak…

                - Ama liseyi bitiren ve üniversite sınavına giren on binlerce öğrenci var.

                 - Var ama onların ancak beşte biri sınavı kazanıyor. Onlar da mutlu azınlığın çocukları…

                - Öbürleri de çalışıp kazansın!

                - Nasıl kazansın kardeşim? Onlar sıradan devlet okullarında bin bir güçlükle okur. Sınavı kazananlar ise kolejlerde okuyan, özel ders alan, dershanelere giden zengin çocukları…

                - O zaman bu işi devlet ele alsın; düzeltsin.                                                        

                - Bir zamanlar bu düşünceyle Köy Enstitüleri kuruldu. Köylerden seçme öğrenciler alınarak devlet tarafından ücretsiz ve yatılı okutuluyordu. Kısa zamanda bir eğitim ordusu oluştu. Bu gelişme ve uyanış bazı çıkar çevrelerini rahatsız etti. Tabii, devletin her kademesinde onlar hâkim olduğu için, bazı gerekçeler uydurarak bu uyanışı durdurdular.

                - Uyanışın nesi kötü? Niçin durduruyorlar?

                - Efendim, devlet gücünü elinde bulunduran bu egemen sınıf, halkın cehaletinden yararlanıp hiç yorulmadan bol bol paralar kazanarak krallar gibi yaşıyor.

                - Halkın okuması ile bunun ne ilgisi var?

                - Okuyan insan öğrenir; uyanır. Uyanan insan hakkını arayınca, haksız kazanç sağlayanlar kimi, nasıl kandırıp sömürecek? Bu nedenle onlar, halkın cahil kalmasını ister.

                 - Öyleyse bu işi hükümet yapsın; parlamento yapsın.

                 - Onlar kim ki? Onlar da mutlu azınlığın temsilcileri…

                 - Hocam, Türkiye’de seçim olmuyor mu? Halk seçmiyor mu onları?

                 - Evet, seçim oluyor ama halk neyi ve kimi seçtiğini biliyor mu?

                - Bilmeden mi oy kullanıyor?

                - Öyle değil mi? Hangi seçmen, oy pusulasındaki isimlerin kim ve neci olduğunu bilerek oy kullanıyor?

                - Herkes her adayı tanıyamaz elbet. 

                - Elbet tanıyamaz. Ama kültürlü ve uyanıksa bir insan, milletvekili adayının kim olduğunu, kimin hakkını savunup koruyacağını araştırıp ona göre kullanır oyunu. Bu yüzden işte, halkın cahil kalmasını ister, egemen güçler.

                - Neden böyle? Her kesim kendi temsilcisini seçse olmaz mı?

                - Neden olamıyor bakın. Her parti, aday adayı olmak isteyenlerden yüksek bir para bağışı yapmasını istiyor. Bu bağışı yapabilen aday olabiliyor. Düşünün bakalım, geçim sıkıntısı çeken dar gelirli bir yurttaş, böyle bir yüksek para bağışı yapabilir mi? Yapamayacağına göre aday olmak aklından bile geçmez. Dolayısıyla meydan; kafası, yüreği, zekâsı, bilgisi, kültürü güçlü olanlara değil, cüzdanı güçlü olanlara kalıyor. Haliyle TBMM de köylünün, yoksulun, dar gelirlinin değil, mutlu azınlığın temsilcileriyle doluyor.

                - O kanun ve tüzükleri değiştirip Meclis’in kapısını köylüye, çiftçiye, alın teriyle kazananlara da açsınlar?

                - İyi de kim değiştirecek o kanunları? Zaten onlar yapmışlar. Kanunları halk yararına

değiştirirlerse, kendi bindikleri dalı kesmiş olmazlar mı?

                - Tamam da, bu uygulama ülke yararına değil ki!

H. Esat Yavuztürk’ün Umut Peşinde adlı anı – romanının kahramanı Kemaliyeli Hüseyin ve arkadaşı Atay, 1960’larda, “Bu uygulama ülke yararına değil.” diye düşünedursun, biz bugüne bakalım.

                “O günlerde neyse Türkiye’nin düzeni, bugün de aynı… O günlerde nasılsa Meclis’imizin yapısı, bugünkü de aynı…” dersem, yanlış mı söylemiş olurum?

 

                                                                                                                   Hüseyin Erkan

                                                                                              huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

--------------------------------------------------------------------------------------

 

NOT:Bu yazı, H. Esat Yavuztürk’ün 1995’te Yön Yayın Dağıtım’ca yayımlanan Umut Peşinde adlı eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..