Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '12

 
Kategori
Siyaset
 

Değişen siyaset, değişen kültür, değişen edebiyat: değişmeyen Türkiye

Değişen siyaset, değişen kültür, değişen edebiyat: değişmeyen Türkiye
 

Ülkemiz yaklaşık on-on beş yıldır sıkı bir değişme ve yenileşme söylemiyle kuşatılmış durumda. Medyada “Yeni Türkiye” kavramını çok sık duyar olduk. Her dönemdeki siyasal iktidarlara propagandistlik yapanlar bugün de bu kavram üzerinden bombardımana tutuyorlar ülkemizin hafızasını. Uluslar arası güç odaklarının işine gelen, küresel konjonktüre de uygun olan, dünya sisteminin rüzgârıyla yelkenleri şişirilen ve yol aldırılan bir değişim görüntüsü ve söylemi… Türkiye, Dünya Sistemi’ndeki gelişmelerin gölgesinde kendi iç dengelerinde bir dizi değişim içinde. Askeri ve sivil vesayetçi (Bürokratik Oligarşizm) yapı zayıflatılıyor. Bunun yerine daha sivil yapılar konuyor. Dünya sistemi sivilleşme diyor. İnsan hakları, demokrasi… Burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: Burada Dünya siyasetine yön veren gücün Türkiye’de partner değiştirme isteği de etkili olmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu tarafa batı ile kurulan sıcak ilişkiden faydalanan, askeri/sivil bürokrasinin nimetlerini sonuna kadar kullanan, seküler/laik/batıcı zümre tasfiye edilerek yerine daha muhafazakar, işbirliğine daha yatkın, daha taze, üzerlerinden İslam Coğrafyası daha rahat kontrol edebilecek bir yapı ikame ediliyor.

Yalnız bizim ülkemizde hiçbir zaman ciddi, kökensel değişim, dönüşüm ve toplumsal sarsıntı olmaz. Devrim hele hiç olmamıştır. Bizim burada sözünü ettiğimiz değişim, dönüşüm görüntüde olan, yüzeysel olan ve siyasi aktörlerin değişimiyle ilintili olandır. Her türlü mahrumiyet ve mazlumiyet edebiyatını dibine kadar kullanan eskinin sistem tarafından dövülmüşlerinin iktidara geldiklerinde kendilerinden ve yanlarındakilerden müteşekkil ayrıcalıklı, imtiyazlı bir sınıf meydana getirişlerinden bahsediyoruz. Bunlara bağlantılı olarak da el değişen siyasi, ekonomik ve kültürel yapıdır söz konusu edilen.

 

Türkiye’deki her türlü değişim siyaset üzerinden yapılır. Toplum siyaset üzerinden tasarlanır. Ve her siyasi hareket kendi meşruiyetini toplumdan değil siyasi mühendislik çalışmalarından alır. Siyasi mühendisliktir toplumu kalıba koyan. Bu mühendislik çalışmalarının sonucunda ancak bir değişim olacaksa olur. Siyasette etkin olan aktörlerin değişimiyle toplumsal tabakalarda da değişim gerçekleştirilir. Türkiye’de “kendinde olan” “kendiliğinden olan” değişimler olmadığı için her siyasi aktör değişiminde toplumsal yapıda da değişimin olduğunu gözlemleriz. Bizde “Milli Burjuvazi” olmadığından, sermaye kullanımı iktidarların tekelinde olduğundan iktidar değişimlerinde her zaman toplumun ekonomik yapısı da değişir. Sermaye el değiştirir. İktidara yakın olanlar siyasi, ekonomik, kültürel ayrıcalığa da sahip olurlar. İktidarlar yakınlarına, yanındakilere rant alanları yaratmada çok üreticidir. Sermaye sahibi olmak isteyenler, güç devşirmek isteyenler iktidarların etrafında, iktidarlarla bütünleşirler. Asalaklara özgü, asalakça bir ilişki başlar. Siyasi iktidarla birlikte iktidarın nimetinden faydalanan çevreler siyasi, ekonomik, kültürel alanda da inisiyatif sahibi olurlar. Türkiye’deki bu çevrim, bu lanetli çevrim her dem devam edip durur. Yalnız siyasi iktidarların değişimiyle el değiştiren siyasi, ekonomik, kültürel yapı içinde kalite barındıran, seçkin, ruhu doyurucu, insanı kapsayıcı değildir. Aksine seviyesizliğin, sığlığın abideleridir adeta. Çünkü burada aslolan kalite değildir. Siyasetin, kültürün, sanatın iktidarlara yakınlaştırılması ve buradan pay koparılmasıdır. Sanatın özünde barındırdığı sorgulayıcı, eleştirici, reddedici, dönüştürücü gücü iktidarları sağlamlaştıran, onları daha kavi kılan bir kimliğe dönüştürülür. Suya sabuna dokunmayan, muhafazakâr bir kültür üretilir ve böylece iktidar bu zaviyeden gelecek eleştiriye de kapatılmış olur.

 

Türkiye’de siyasi, ekonomik ve kültürel alanda bir emekten, sahici bir emekten bahsetmek zordur. Ter dökerek, bedel ödeyerek gelinmez bir yerlere. Bir yerlere gelenler ancak ilişkileri sayesinde gelirler o bir yerlere. İlişkilerinizdir sizi bir yerlere getiren. Sağlam ilişki ağları kurduğunuzda ancak tanırlar sizi. Sağlam siyasi söylem ya da edebiyat kurmanız, sağlam bir dili konuşmanız anlam ifade etmez. Sağlam ve sağlamcı ilişkilerdir sizi ayrıcalıklı kılacak olan. Herkes ve her şey bağlantısı kadar değere sahiptir. Bağlantılarınız sağlamsa gerisi kolaydır. Her şeyi elde edebilirsiniz. Bağlantınız yoksa ağzınızla kuş tutsanız nafile. O sebepten bu ülkede sahici hiçbir şey bulamazsınız. Bulamazsınız hiçbir şey… İktidarda değilken, sizi birileri görmezken bütün bağırıp çağırmalarınız çığlığınızı birilerinin duyması içindir. O birileri çığlığınızı duyduğunda, size ses verdiğinde, siz o sahici çığlığınızı terk edersiniz. Efendilerinin rengine bürünen köleler gibi…

 

************

 

Türkiye gibi ülkelerde her şeyin siyasal değişime endeksli olarak değiştiğini, siyasal iktidarların değiştiğinde siyasi, ekonomik, kültürel aygıtların da el değiştirdiğini vurgulamıştık. İktidara yakın olanlar aynı zamanda kitle-iletişim araçlarına da sahip olurlar. Gazeteler, televizyonlar, dergiler iktidara yakın çevrelere iktidar tarafından bir lütuf olarak sunulur. Bunlar teşviklerle, kamu reklamlarıyla ayakta tutulur, beslenir. Söylediğimiz bu durum dolayısıyla bizde gerçek bir medyanın varlığından da bahsetmek gülünç olacaktır. Hep bağlantılar, hep bağlantılar…

 

Son dönem Türkiye’de siyaset, ekonomi, kültür, medya ve bunlara ilişkin aygıtlar siyasi iktidara paralel olarak dindar, muhafazakâr olarak nitelendirilen bir paradigmanın etkisinde şekilleniyor. Dünün muhalifleri, mazlumları, ezilmişleri, horlanmışları, sistem düşmanları bugün sistemin içine girmiş durumdalar. Mahrum bırakıldıkları her türlü siyasi, ekonomik, kültürel aygıtlar ellerine verilmiş durumda. İtibarlı birer çevre oldular. İtibarlı çevrelerle diyalog içindeler. İktidar el değiştirdi, her türlü toplumsal enstrüman yeni sahiplerini buldu, sosyo/kültürel elitler değişti ama değişmeyen tek şey var: Para kazanma ve yükselme hırsı, her şeyi sınırsızca elde etme arzusu, ihale kapma mücadelesi, makam mansıp aşkı. Bunlar hiçbir zaman değişmedi. Dindarların piyasaya çıkması bile bunu değiştirmedi. Aksine bunlar daha da içselleştirildi.

 

Yeni iktidar aynı zamanda yeni sanayici, tüccar, medya, düşünür, edebiyatçı, yazar, şair, romancı, sinemacı, tiyatrocu demektir. Yeni olmasa bile eskiden varlığı hissedilmeyenlerin gün yüzüne çıkmasıdır. Yukarıda saydığımız alanlarda yeni lobilerin oluşturulması demektir. Yeni lobiler, yeni edebiyat çevreleri. İktidarın yedeğinde, iktidarların korumasında söz söyleyenlerin, söyledikleri söze alıcı bulanların piyasası. Şimdi bu piyasa dindar, muhafazakar adamların elinde. Artık iktidar destekli medya tekelleri, kamu reklamlarıyla finanse edilen edebiyat ortamları dünün mağdur ve mazlumlarının elinde. İslamcılık edebiyatı yapanlar, saadeti dareyn mutluluğu için ter dökenler şimdi kişisel gelişimcilik ve NLP (Natural Language Processing ) edebiyatı yaparak dünya ve ahiretlerini yazık ediyorlar. En kolay para kazanma yolları, iş aleminde en hızlı yükselme yolları, insan tavlama sanatı vb…. Müslüman kardeşlerimizin yeni ilgi alanları.

 

Fikir, sanat, edebiyat âleminde tam ahbap çavuş ilişkisi. Körler sağırlar birbirini ağırlar. Türkiye’de hep aynı tiyatronun değişik versiyonlarını izleyip dururuz. Siyasal iktidarın kültür ayağı, edebiyat çevresi yoğun bir reklam bombardımanıyla medyada arzı endam ederler. Bütün medya kanalları bunların emrine amadedir. Ne yazık ki buralarda konuşulmayan, reklamı yapılmayan, varlığına dokunulmayan tek şey edebiyattır, sanattır. Zaten görselliğin krallığında ne kadar edebiyat yapılabilir ki? Ne kadar insanın ruhuna dokunabilirsiniz? Elinizde değilken eleştirdiğiniz şey, elinize geçtiğinde siz de eleştirdikleriniz gibi olursunuz. Tek yaptığınız şey eleştirdiklerinizin yerine geçmek olur. O kadar… Geçenlerde bir televizyon kanalında Türkiye’de dergicilik tartışılıyordu. Dergiciliğin tarihi. Programa davet edilenlerden birisi daha bir sayı çıkarılmış bir derginin mensubuydu. Daha birinci sayısı piyasaya yeni çıkmış bir dergi Türkiye’de dergiciliğin tarihini tartışıyor. Burada yapılan dergiciliği mi tartışmaktır yoksa piyasaya yeni çıkmış bir derginin reklamını mı yapmak? İşte “Yeni Türkiye” de işler böyle. Nesi yeni acep? Yeni olan ne?

 

Maalesef paranın dışında, daha fazla kazanmanın dışında oturup muhabbet edilecek, muhabbete değecek bir konu bırakılmadı. Muhabbete dost kalmadı. İnsanın gönlüne ve ruhuna hitap edecek çevre kalmadı. Bütün çevreler fani dünyaya, yalan dünyaya odaklanmış. Yüksek duygulara hitap eden edebiyat çevreleri, büyük siyaset teorilerini tartışan siyasi mahfiller dağıldı. Ne konuşuluyorsa, ne söyleniyorsa hep dedikodu. Samimiyet, tecessüs yok artık. Ruhumuzun sızısına merhem olacak, içimizdeki sancıyı dindirecek bir edebiyat, bir metin, bir şiir… Hayatın yaşanılabilirliğinin kalmadığını seslendiren bir seda, bir haykırış… Yok işte. Yalan imiş, yalan imiş, yalan… Kim ne söylüyorsa yalan imiş!...

 

Türkiye’de hiçbir şey alın teriyle, kanla kazanılmış değildir. Siyasi, ekonomik, kültürel, edebi, sanatsal hiçbir mevzi. Birileri size bahşeder zamanı gelince de başka birileri gelir onu elinizden alır. Şirketlerinizi, iş alanlarınızı, gazetenizi, televizyonunuzu, derginizi, köşenizi elinizden alıverirler. Bu ülkedeki kültür çevrelerindekilerin acıları da sahici değildir. Gözleri bir tek rant alanlarını görür. Sahici değillerdir onun için. Mağduriyetleri, mazlumiyetleri güce, paraya kavuşana kadardır. Etkileri de ancak o kadardır. Onun için büyük fikir adamı, yazar, çizer, edebiyatçı, gazeteci havalarına girmeye gerek yok.

 
Toplam blog
: 22
: 611
Kayıt tarihi
: 01.10.12
 
 

... ..