Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Değmez, gerçekten değmez...

Değmez, gerçekten değmez...
 

Blog’tan ayrı kalınca, genellikle yazmaya fırsat bulduğumuz ilk anda sevinçle, heyecanla, klavyenin başına geçiyor ve hasretin acısını çıkarırcasına yazmaya devam ediyoruz.

Bense üç günlük ayrılık sonrası elimi klavyeye bir türlü süremedim.

Yirmi yıldır birlikte çalıştığım, aynı apartmanda komşuluk yaptığım bir arkadaşımın babası ansızın vefat edince, Giresun’un Dereli ilçesine bağlı Taşlıca köyüne kadar uzanan 2000 kilometrelik bir yolculuk yapmak zorunda kaldım.

Kaptan şoförümüz tecrübesini konuşturup gecenin karanlığında bizi şehirden şehire ulaştırarak, sağ salim gideceğimiz yere kadar götürdü.

Yine de yolda iki kere kaza tehlikesi geçirdiğimizi söylemek zorundayım.

Biri tam Temel fıkrasındaki gibi çift şeritli gidiş yolunda birdenbire karşımıza çıkıveren bir otomobil. Bir anda neye uğradığımızı şaşırdık. Zaman zaman yol çalışmaları sebebiyle gidiş geliş arasında bağlantılar olabiliyor.

Ya Karayolları işaret koymayı unuttu, ya da biz görmedik diye düşünürken, geliş yolundan araçların sağnak gibi aktığını görünce, anladık ki karşımıza çıkan vatandaş ters yola girmiş…

Zar zor kurtardık ama, bizim şoförümüz gibi usta olmayan bir sürücü için kaza belki de kaçınılmazdı.

İkinci tehlike ise gelişli-gidişli bir yolda sollama yaparken meydana geldi. Önümüz, gözümüzün alabildiğine açık ve görünürde de hiçbir araç yokken nasıl olduysa, çok da hızlı bir kamyonla burun buruna geldik.

Bizi acı sonuçtan kurtaran yine kaptanımızın ustalığı oldu.

Duble yol yapımıyla ilgili çalışmaları bir biçimde alaya alan bazı arkadaşlarımız oluyor. Şehirler arası yolların mutlaka ve mutlaka en az 3 şeritli olması, en kısa zamanda gelişin ve gidişin de ayrı hale getirilmesi elzem. Bu hizmeti kim yaparsa yapsın küçümsememek, aksine takdir etmek ve yardımcı olmak lazım.

Bugüne kadar trafik kazalarında ölenlerin istatistik rakamı nedir bilmiyorum. Ancak şunu iddia edebilirim ki, ölümlü kazaların çok büyük bir çoğunluğu yolun yetersizliğinden dolayı sollama yaparken oluyor.

Tabii sürücü hatasının da burada çok büyük oranda payı olduğunun altını çizmemiz gerek. Normal hayatta zamanını hayhuyla geçiren insanlarımız, bir-iki dakika için nedense hem kendilerinin, hem de başkalarının hayatını tehlikeye atmaktan çekinmiyorlar.

Gece yolculuğu bu anlamda insanı biraz daha tedirgin ediyor. Biz de hem giderken, hem gelirken maalesef gece yolculuğu yapmak zorunda kaldık.

Dönüşte kaptanımızın ne de olsa gidişe göre biraz daha yorgun, dolayısıyla reflekslerinin daha yavaşlamış olacağını kabul etmeliydik. Bu duygularla Merzifon dolaylarına geldiğimizde, trafiğin durduğunu ve yolun kapandığını gördük.

Bu ölümlü bir kazanın habercisiydi.

Birkaç dakika sonra tek şerit açılarak bize yol verildi. Tahmin ettiğimiz gibi iki otomobil sollama yaparken kafa kafaya çarpışmıştı. İki arabanın şoför mahalli de akordiyon gibi olmuş, sürücüler bulundukları yerde sıkışıp kalarak can vermişlerdi.

Bu kadar yakından bu kadar yeni meydana gelmiş bir kaza görmemiştim. Belki de bu yüzden çok etkilendiğimi söylemeliyim.

Bu moral bozukluğu içinde ağır âheste, genellikle bir otobüsün arkasına takılarak yolumuza devam ettik ve sağ salim İstanbul’a geldik.

Herkesin yattığı saatte eve girer girmez ilk işim Blog sayfasını açmak oldu. Yılbaşından beri her gün ara vermeden yazmaya çalıştığım “Gazete Manşetleri” aksamıştı. Hemen telafi etmem gerektiğini düşündüm.

Gazete sayfalarını açtığımda, temcit pilavı gibi tekrarlanan haberlerle karşılaştım. CHP meclise girmiyor, Gül destek turlarında, Türbana şekil vermek lazım, Resepsiyona Hayrünnisa hanım nasıl katılacak, Türkiye şeriat devleti olacak, Gül herkesi kucaklayacak. vs…

Yaşadığımız hayatın anlamını tam olarak keşfedebilmiş değiliz sanki. Bu kadar mücadele, bu kadar kavga, bu kadar kin, bu kadar nefret ne için?

Bu dünyanın ne kadarı bizim? Tapulu mallarımızı öldüğümüzde nereye götürüyoruz? Ne kadar yaşayacağımıza senedimiz mi var? Kırdığımız, üzdüğümüz insanlarla alıp veremediğimiz ne?

Az önce nefes alıp veren, bir yerlere bir an evvel ulaşmak için çabalayan o iki arabanın sürücüsü de bizim gibi hayattaydı, yaşıyordu. Arzuları vardı, hayalleri vardı, sevdikleri vardı, nefret ettikleri vardı. Kimbilir biri belki Gül’ün cumhurbaşkanı olduğu ülkede yaşanmaz diyordu. Öteki belki Hayrunnisa hanımın başının örtüsünden kime ne, diye yırtınıyordu.

İnsan vücuduna nasıl girdiğini bir türlü bilemediğimiz ve anlayamadığımız nefes, ya da can, akordiyon gibi büzülen bir metal yığınının arasında sıkışıp kalan vücuttan çıkıp gittiği zaman, sahip olduğu maddi manevi bütün varlıklarla birlikte o iki kişinin hayatla bağları kopuverdi. “Öldü”ler…

İtfaiye ekipleri demirleri kesip biçerek cesetlerini dışarı çıkarmaya çalışıyordu. Hiçbir işe yaramayacak, bir gün dursa kokup gidecek cesetlerini… Sevenleri, feryat figan ağlayarak, sızlayarak, bir an evvel mezar denilen bir çukura atıvereceklerdi onları…

Her şey o kadar anlamsız gelmeye başladı ki, manevî bir travma geçirdim sanki… Sizi üzmeye hakkım yok biliyorum. Söyleyeceğim gerçeği de siz biliyorsunuz. Ama ben yine de tekrarlamak istiyorum. Şu üç günlük dünya için birbirimizi üzmeye gerçekten değmez…

Not : Fotoğraf Halkgazetesi- arşiv fotoğrafı

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..