Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '12

 
Kategori
Deneme
 

Deli sayıklaması

Deli sayıklaması
 

-Biliyorum, böyle olmasını istemezdin. Ama zaten mutlu son diye bir şey yoktur ki. Kaos bu... Her şey bir başka şeyi fitilliyor bir şekilde. Bu senin önüne geçebileceğin bir durum değil.

-Mutlu son... Nasıl olmaz?
 
-Son dediğin şey, bitiş anlamına gelmiyor mu? Hiç bir şey bitmedi ki... Senin hissettiklerin bitmedi, yaşadıkların da... Şekil değiştirmiş olabilir ama bitmedi. Hissetmeye de yaşamaya da devam ediyorsun. O halde son; ölüm olmalı. Ölüm de asla 'mutluluk' kelimesiyle yanyana anılamaz öyle ya. Ölüm her ne şekilde olursa olsun, geride onarılamayacak bir hasar bıraktığından ötürü mutsuzluk demektir. Mutlu sonlar yalan kısacası....
 
-Böylece? Şu anda canımın yanıyor olması normal değil mi yani?
 
-Elbette normal. Asıl yanmasaydı anormal olurdu. Ama acıyı yaşamanın da yöntemleri vardır.
 
-Onu kaybettim! Yöntemle uğraşabilecek durumda mıyım sence?
 
-Bunu anlatmaya çalışıyorum. Yanılıyorsun, onu kaybetmedin. Birini kaybetmek, onun sona gelmiş olması demektir. Henüz ölmemiş birini kaybettiğini söylemek yanlış, onu değil ona sahipliğini kaybettin sen. Önemli olan kendine olan sahipliğini kaybetmemen. Bunu ayırt edebildiğin müddetçe her zaman düştüğün yerden kalkacağın bir zaman gelecek. Hem her şey olacağına varır.
 
-Bence duygusuzluk bu... Sen nasıl bu kadar duygusuz oldun?
 
-Asla... Asla duygusuz olamadım ben. Hatta tanıyabileceğin en duygusal insanım belki de. Aslında benim sorunum da bu... Şöyle düşün; sahip olduğun bir yatak var. Tek kişilik. Fazlası yok, olamaz da. Son'a gelene kadar senin adresin o tek kişilik yatak. Ve bir tanede çarşafın var. Upuzun... O kadar uzun ki, sığdıramıyorsun hiç bir yere, katlayamıyorsun da. Etekleri yerlere sürülüyor hep, çamur oluyor. Yaşayamazsın o kadar çamurla. Keseyim ben bunu, diyorsun. Yatağıma göre olsun, çamur bulaşmasın uykuma. Makası değdirdiğin anda canın kopuyor canından. O kadar çok acıyor ki... Dayanamıyorsun acıya. Kıvırayım diyorsun, kendi başına buyruk... O da olmuyor, potluk yapıyor hem. Mandallar koymaya karar veriyorsun. Sınırını içeri çekmiş oluyorsun böylece. Mandalın dışında kalan kısım artık senin çarşafın değil, istediğin kadar çamurlanabilir. Peki o mandallar hiç atmıyor mu? Evet, arada oluyor... Sızıyor kişisel alanın o mandalların arasından bazen... İşte o zaman yeniden çamurlanıyorsun. Ve o çamurlara basarak yeniden mandallaman gerekiyor bazı yerleri. Bu o kadar can sıkıcı ki... Ama değiştirebileceğin bir şey değil. Ben tek bir kişiyim... Tek bir kişiyim ve öyle kalacağım. Ama kir pas içinde kalmamam için kendi o kocaman alanımdan feragat etmem gerekiyor. Anlıyor musun?
 
-Hayır!
 
-Kesemem kalbimi... Çok acıyor. Ama herkesin üzerinde de tutamam onu. O yalnızca beni yaşatmak için var. Ancak bazı yerlerini görmezden gelmeyi başarabilirsem, uyuyabiliyorum.
 
-Sen çaresizsin.
 
-Aradım, o kadar aradım ki, bulamadığımda artık varlığını inkar etmeye başladım. Ama bununla yaşayabilirim, sen ve diğer herkes gibi.
 
-Ben çaresiz değilim.
 
-Aslında tüm bu konuşma bu yüzdendi...
 
Toplam blog
: 18
: 133
Kayıt tarihi
: 28.12.11
 
 

Ben en çok seni özledim aslında... Herşeyin diretildiği bir yaşamda tek açık uçlu soruydun sen. K..