Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '09

 
Kategori
Meslekler
 

Demirciler demir döver

Demirciler demir döver
 

Yenice'de demircilik yapan üç kardeş.


Demirci ustaları…
Artık onlarda tek tek, sessizce ayrılıyorlar aramızdan.
Teknolojik gelişmeler hiç fark ettirmiyor, aramızdan ayrılışlarını.
Baş döndürücü, “teknolojik gelişmeler içinde” anlayamıyoruz bile, bazı mesleklerin nereye gittiklerini.
Demircilerin, “zaman içinde kayboluşlarını” fark edemiyoruz.
Ben elinde, “balyozu çekici olan demircilerden” bahsetmek istiyorum size.
Körükte ısıtılan demiri döve döve bir alete çeviren, alınteri akıtan demircilerden bahsetmek istiyorum.
Bir örsün çevresinde üç dört balyozu, şaşmaz bir ritim ve sıra ile sallayanlardan demircilerden bahsedeyim size.
Demircilerin, “çekiç ve balyoz sallaması.”
Bu öyle bir sallama ki…
Öyle havadan sudan, eften püften bir sallama değil…
Laf sallaması değil…

*

Bir söz vardır.
“Alet çalışır, el övünür.” Diye.
Öyledir.
Bir işi yapana helal olsun deriz de, ”elindeki aletin” hakkını hep unuturuz.
Bir tarlada, çapa ve kazma yoksa ürün kazılmadan kalır.
Orak yoksa ekin biçilemez.
Bıçak yoksa ekmek kesilemez.
Balta yoksa elinle odun kesemezsin.
Her işe uygun bir alet lazım.
Her aleti yapmak içinde, bir usta lazım.
Herkes kaşık yaparmış da, “sapını denk” düşüremezmiş.
İşte o, “ince işi yapmakta” ustanın işi.

*

Her konuda olduğu gibi, ”demirciler” ile ilgili çok güzel türkülerimizde vardır. O türküleri demircileri tanımayanlar, bir demirciyi izlemeyenler anlamayabilirler mi?
Bu bir Muğla türküsü.
“Demirciler demir döver tunç olur.
Sevip sevip ayrılması güç olur.”
Bir çocuk şarkısı ise şöyledir.
“Demirciler demiri nasıl döverler
Böyle döverler, şöyle döverler
Böyle mi böyle, şöyle mi şöyle.
Git yare söyle.”
Döverek kimler para kazanır? Döverek kim evine ekmek götürür?
Tabii ki; “Demirciler.”

*

Bir de, “usta” dendiği zaman hep aklımıza “demirci ustaları” gelir.
İşin gerçeği, her işin bir ustası vardır da.
Başköşe de, ”Demirci Ustaları” oturur.
Bir şarkıda;

“Çilesiz bir günüm olmadı
Bilmedim ömrümün suçu ne usta.
Allah’ın gücüne gider mi bilmem
Verdiği bu candan bıktım usta.”

Diyerek kimileri derdini anlatır ustaya. Usta, “çelikleşmiş çilelerden, kederlerden” döve döve ne elde eder bilemem.

“Gel otur yanıma derdimi dinle
Canım bildiklerin yordu be usta
Gözyaşı kaldıysa ağla benimle
Dostum dediklerim vurdu be usta “

Bu dörtlükte de, “dert babasıdır” bir usta.

“Aşk düşer elimden yollara
Kim toplar bilemem gelir ardım sıra
Her sevdanın sonunda kan kırmızı satırlar
Yoruldum usta”

Yorgundur ustalar.
Yenice’de bir elin parmakları kadar, “usta” kalmadı artık.
Gün geçtikçe de tükeniyorlar.
Sofular Köyü’nde bir demirci var. İşi pulluk demiri ve diğer küçük demir işlerini yapmak.
Kalkım, Pazarköy ve de Hamdibey’de demirci var mı bilmiyorum.
Yenice’de bir aile kalmış.
İnatla, “baba mesleğini” sürdürüyorlar.
Köyleri dolaşan, “seyyar demirciler” çok olmuş işlerinin bırakalı.
Kalaycılarda son yıllarda gelmez oldular artık.
Yenice'nin, orta yerinde bir demirci ustası vardı.

Şimdiki düğün salonunun ön kısmında, taksi durağının önündeki işyerlerinin olduğu yerde, demirci dükkânları sıralanmıştı. Dükkânların alt kısmında da bir “gazoz” dükkânı vardı. “Mümin Dayı Gazozları.”

Demirci dükkânları, derme çatma birer uyduruk yapıdaydı.Görüntüleri, kömür dumanından kapkaraydı.. Ön tarafları tamamen açıktı. Büyük bir örsün çevresine, bir ustanın yönetiminde çalışırdı demirciler. Ateşi körük ile üfleyerek harlandırırlardı. Yöremizde, çok bulunan püren “pirem” ağacının köklerinden yapılan kömür kullanılırdı, ocaklarda.

70’li yıllarda, demirciler “can damarıydı” bir memleketin.
Demirci yoksa, “çiftçi elsiz ayaksız” demekti o yıllarda.
Saban demiri, pulluğu kırılan demircide alırdı soluğu.
Saban ve pulluk demirleri…
Çapalar, tepeli çapalar, tütün kazma çapaları, nacaklar, maşalar, saçayaklar, bıçaklar…
Öküz arabası şınaları (tekerlek demiri), öküz arabası aksamları…
Öküz ve at nalları… Eşek nalları…
Yapma mertek çivileri, siğiller, ökseler, kapanlar…
Daha neler neler…
Maşalar özel yapılırdı. Maşaların tutma kısmının önü dairesel yapıda olurdu. Tütün kıymak için. Birde maşalarla, babalar çiftetelli çalıp hane halkını oynatırdı.
Maşalar bir, suç işleyen yaramazların infaz aletiydi.
Çok eski yıllarda, “sütün kaymağını parmaklamayan, ” kıçına, anasından “maşa yemeyen” çocuk var mı acaba?
Ben 69-70 yıllarında ortaokula giderken, bu demircilerin önünden geçerdim.
Orta boylu, hafif tombulca bir usta vardı, o yıllarda.
Koç boynuzu gibi burma bıyıkları, geriye taranmış saçları ile bir babacan demirci ustası.
Bilek gücüyle çalışmanın vücuduna verdiği şekille, kolları yanlara açık, hafif öne eğilerek yürürdü.
Görenler, adama bakıp, ne “govalak” yürüyor diyebilirlerdi.
Aslında usta çok hoşgörülü bir adamdı.
Yürüyüşü, “mesleğinin ona verdiği tatlı yorgunluğun” bir eseriydi.
Doğuştandı, bu durumu.
Belki de, “demire şekil vermenin, bir ürün elde etmenin, bir zafer kazanmanın edası” vardı yürüyüşünde.
Kısacası, bu adam. Adam gibi adamdı.
“Hulusi Kentmen” gibi, yakışıklı ve babacan bir adamdı.
Üzerindeki rütbesi mi?
Ustaydı.
Bu usta, ”Vahit Usta’ydı.”
Soyadı da mesleğine uygun.(Örs, demir dövülen özel yapılmış tezgâhın adı.)
Vahit Örsçüler.

*

Şimdi Vahit Usta’nın çocukları, “imrenilecek bir disiplin içinde” sürdürüyorlar babalarının mesleğini.
Yenice Sanayi Sitesi’ndeki dükkânlarında, ustalığın zirvesinde sürdürüyorlar mesleklerini.
Yaptıkları her işin üstüne vuruyorlar damgalarını.
“Vahit”
Hangi üründe bir, “Vahit” damgası görürseniz, o damga yüz yıllık bir geçmişin damgadır.
Babadan, oğula geçen bir mesleğin damgası.
1932 doğumlu olan Vahit Usta, Gönen İlçesi’nin, Malkoç Mahallesi’nde doğmuş, babasının mesleğini Gönen’de öğrenmiş. Ailesi kalabalıklaşınca, Gönen’den Yenice’nin, Gedikoba Köyü’ne gelmiş. 1960 yılında da Yenice’ye gelip yerleşmiş. Çarşının göbeğinde bir “demirci” dükkânı açmış. Vahit Usta, 1981 yılında ölene kadar hep işinin başında, bu işin piri olarak yer almış. Vahit Usta’nın üç oğlu da demirci ustası.
Vahit Usta’nın babasının adı, Hakkı imiş. O’da demirciymiş.
Babadan oğula geçip giden, bir ustalık zinciri.

*

Hakkı Örsçüler, en büyük oğul. Bir oğlu var. Adı Vahit. Babasının adını vermiş. Vahit , demircilik yapmıyor. Torununun ise, bu işle hiç ilgisi yok.
Mehmet Örsçüler, demirci ustası. Bir oğlu var. Adı Hakan, demircilik yapmıyor.
Hilmi Örsçüler, Demirci ustası. Dişli orak yapımında üstüne yok. Bir oğlu var. Adı Serkan. Demircilik yapıyor. Her an bırakabilir.
Kısacası, bu üç kardeş demircilik işini bıraktığı zaman, yerlerini alacak kimse yok.
Hakkı Usta ile daha önce tanışman vardı. Mehmet ile Hilmi Ustaları şahsen biliyordum. Sohbetim olmamıştı. Tanıştıktan sonra, harika birer insan olduklarını gördüm.

*

Dükkânların gittiğimde dikkatimi çeken en önemli şey. Yenice’de orak biçme dönemi haziran ayında biter. Temmuzda harman işleri olur.
İnsanlar, Yenicenin yamaç tarlalarında, elle ekin biçerler. Bizim Yenicede ekin biçmeye gidiyoruz denmez. ”Orak biçmeye gidiyoruz” ya da “ora gidiyoz” deniz.
“Bıydile olmuş, oraklada çıkıyo gali. Bu ıscakla da napciz bilmemkine?” diyenler çoktur.
“Orak” ya da köylülerin deyimiyle “kambur demir” ekin biçenlerin en önemli el aletidir.
Ekin biçme mevsimi bitmiş. Bizim demirci ustaları durmadan, orak yapıyorlar.
Gelecek yıla hazırlıkmış, yaptıkları.
Ege Bölgesine, Trakya’ya paket paket binlerce orak gönderirmiş bizim ustalar.
Diyorum, ”oralarda orak yapan usta yok mu?”
Kalmamış.
“Biz varız bir Yenice’de” diyorlar. “Bizde gittik mi, orak yapacak usta yok artık” diyorlar.
Demek ki, hala memleketimizde, “orak bir numaralı hasat aleti.”
Övünsün eller.
“Peki Trakya’ya niye orak gönderiyorsunuz?”
“Trakya’ya, çeltik biçme orağı gönderiyoruz”
“O nasıl bir orak, buğday biçme orağından farkı nedir?”
“Çeltik biçme orağının ağzı biraz daha yayvandır. Orağın ağzı testere gibi dişli olur. Balık dişi gibi.”
Balık dişi?!
Orak yapıldıktan sonra elle orağın yüzünde ince dişler açılır. Bu oraklar yumuşak çeltik saplarını bir jilet gibi keser.
“Trakya’da, bu orakları yapan yok mu?” “Trakya’ya bizde, Avrupa derler.”
Yok. Bu çeltik biçme orağına diş açabilen ustada yok. Bir tek bizim Yenice’de “Vahit” ustanın çocukları yapar bu işi.
“Helal olsun size Yenice’nin ustaları, Avrupa sizden ders alsın.”
Usta bir orağın ucuna bir delikli ağaç geçiriyor. Elindeki eğe ile orağın yüzünde diş açmaya başlıyor. Sadece göz kararı ile sürtüğü eğe milim sapmadan diş açıyor.
Alıyorum elime, tutuyorum Güneş’e. Bir sapma olsa ya dişlerde. Yok.
İşte bu ustalık!
Usta bu!
Elleri ve gözleri öyle bir uyum içindeki ustanın, eserinde görülüyor bütün meziyeti.
Bir Vahit Usta’nın çocukları kalmış. Geçmiş ile gelecek arasındaki köprüyü bağlayan, bir tek onlar var.
İsli, kapkara dükkânlarının içinde, emeklerini, “el emeği, göz nuru” denilen aydınlığın içinde sunuyorlar insanlara.
Çok zengin olma hırsları yok.
Sadece, onurları ile çalışıp, hayatlarını sürdürüyorlar.
Vahit Usta’nın en büyük oğlu Hakkı Usta:
“Bir daha Dünya’ya gelsem, yine demirci olurum. Bu defa yaptığım işleri daha güzel yapmanın sevincini ve gururunu yaşarım” diyor.
Usta, daha mükemmel işlerin hayaliyle, örsün üstünde düşünüyor. Ocakta kızaran demirin hararetinde daha da pişerek bilgeleşiyor.
“Usta, sizden sonra ne olacak?” diyorum.
“Bizden sonrası tufan” diyor usta.
Bizim çocuklarımız yanımızda, demir dövseler de, onlar başka işlerle ilgileniyorlar.
Torunlarımız, dükkânlarımıza bile gelmiyor.
Torunlarımızın başka hayalleri var.
Belki, bir kaç yıl daha sürecek bu iş.
Bir gün, örsün üstünde kalacak sapı aşınmış çekiç.
Yorgun balyoz, yerden bir daha kalkamayacak.
Körüğün önünde, hüzünlü yaptığı işle ağartamayacak genç bir usta.
“Aşınmış yüzleri” ile yaptıkları işleri ustalarına anlatamayacak oraklar.

*

“Ekine gidiyor elinde orak
Ekini kurumuş, tarlası ırak
Ben yari görende alıyom merak
Daha da yar sevmem bunun üstüne
Bunun üstüne”

“Tarlamızda taş çokmuş
Ekin ekilemedi
Kuru saban çatlakmış
Tarla sürülemedi
Ekin ekilemedi”

Böyle türkülerin, nasıl doğduğunu öğrenemeyecek çocuklar.

“Biz bu kentler sığdık ta
Bu kentler bize sığmadı usta.
Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında
Arttıkça yalnız
Sustukça silik.”

Biz bu kentlere sığdık ta
Bu kentler bize sığmadı usta.
Ah Usta!

Kentler büyüdükçe…
Köylerden kentlere göçler oldukça…
Makineleşme, teknoloji, yeni gelişmeler…
İnsanların ekmeğe, suya kolay ulaşma hevesleri…
Topraktan kaçma, toprağın dost yüzünü tanıyamama…
Boğulmak kalabalıklar içinde, isimsiz yok olmalar…
Doğanın yabancısı olmak…

*
Hayatın örsünde, biçimsizce örselenen parçalanan hayatımızı, düzeltecek bir çekiç daha icat edilmedi. Öyle bir çekiç icat edilse bile kullanacak usta kaldı mı ki?

*

Ellerinin nasırını,
Anlat bana usta.
Alın terinde yeşerttiğin,
Bir hayatı anlat.
Anlat usta.
Benim masallarım
Sende gizli.
Yediğim ekmek
Senin yaptığın, “sabanın izinden” geldi usta.
Senin “izinden gelen” var mı?
Susma!
Ağlama!

Söyle be usta!

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..