Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '14

 
Kategori
Siyaset
 

Demirel'i hatırlıyor musunuz?

Demirel'i hatırlıyor musunuz?
 

Demirel ile Erdoğan'ı karşılaştırıp "beterin beteri var" demeyin, hakkınıza, hukukunuza sahip çıkın


Nereden mi aklıma geldi?

Bu anayasa bize bol” demişti, 61 Anayasasını kastederek!

Başbakan Erdoğan’ın, ““gerekirse kapatırım” demesinden!

Daha dün internette görüş belirtilmesini sınırlayan düzenlemeyi geçirmişlerdi TBMMM’de, anlaşılan yetmemiş.

Şimdi  “gerekirse kapatırım” diyor; facebooku, youtubeu kastederek.

2010 Referandumunda başta HSYK olmak üzere pek çok değişikliği içeren Anayasa Paketini sürmüşlerdi önümüze. Mesela “yargı daha bağımsız olacak” demişlerdi. Anlaşılan “evdeki hesabı çarşıya uymamış”!

MUSTAFA KEMAL ÇÖLÜ YEŞİLLENDİRMİŞTİ; BUNLAR YEŞİLİN BAĞRINA BETON SAPLAMA DERDİNDE!

Mustafa Kemal’in kurduğu Atatürk Orman Çiftliği’nin hikayesidir aslında Türkiye’nin hal-i pür melali!

Ooo Kemalizm senin de kapını çalmış” diyenlere söylüyorum.

Ankara’nın orta yerinde yaratılmış bir vahayı beton yığınına dönüştüren bir Başbakan yönetiyor bu ülkeyi!

İşte o Başbakan, gözünü diktiği yere ilişkin yargının verdiği karara öfke kusar hale gelmiş.

Şimdi “siz nasıl yargısınız?” diyor; Atatürk Orman Çiftliği’nin bağrına sapladığı Başbakanlık Binası inşaatının durdurulmasını kastederek.

Demek ki müdahaleye gücü yetmemiş!

Doğan Grubunun bir davasıyla ilgili dönemin Adalet Bakanını takiple görevlendirdiğine ilişkin ses kayıtları ortalığa dökülünce “ne var bunda, ben başbakanım; her şeyi takip ederim” demişti.

Dönemin Adalet Bakanı da, “davaya bakan hakim Alevi, olumsuz biri” demeden az önce Başbakana, “geçenlerde Bakanlar Kurulu’na da getirdin” diye konuya açıklık getirmiş.

Düşünün yani!

Bakanlar Kurulu toplanmış; bağımsız olması gereken yargının işlerini masaya yatırmış.

Bunun neresi normal?

 “Bu kadar alçaklık, adilik olmaz, sen aynaya bak” diyor; Kılıçdaroğlu’nu kastederek.

TEK KİŞİLİK OTOKRATİK DEVLET!

Kılıçdaroğlu’nun baktığı aynada da, ayakkabı kutuları, para sayma makineleri, çelik kasalar ve nihayetinde akşama kadar harıl harıl çalıştıktan sonra “sıfırladık sayılır, sadece 30 milyon euro kaldı” diyen Bilal Erdoğan ile konuşan Başbakan görünmektedir.

İktidarını sağlamlaştırmak için kamusal alanı “pislik” diye tanımladığı Gülen Cemaati ile pazarlık konusu yaptığını; dershanelerin kapatılmasının gündeme gelmesinden sonra ortalığa dökülen tapelerden sonra da “ihanete uğradık” pişmanlığıyla itiraf etmiş oldu.

 Başbakanın durduğu yer, “tek kişilik otokratik devlet”i tarif etmektedir.

Bırakın evrensel devlet yönetme kurallarını; hale geçerli olan hiçbir yasayla hukuki mevzuatla izah edilemez bir ruh halinin içindedir.

Kendisine neyi engel görüyorsa TBMM’deki sayısal üstünlüğü kullanarak, onu değiştirmeyi devlet yönetmek olarak zanneden; devlet ihalelerinin kurallar çerçevesinde yapılması gerektiğini hatırlatanlara öfkelenen; ayrımcılık ve ötekileştirici bir dil ile başından beri Alevilere karşı husumet besleyen; yurttaşların dini inançları karşısında eşit mesafede durması gerektiğine ilişkin uyarıları “dindar gençlik” beklentisiyle geri çeviren bir Başbakan ile karşı karşıyayız.

İşte o Başbakan, yıllarca “başörtüsü-türban” meselesi üzerinden inanan insanların dini duygularını sömürerek, insanların oylarını almıştı.

Ve nihayet, “Senin hocan kızlarımızın başörtülülerini açmaları için zemin hazırlayan insandır” diyor; bir zamanlar büyük bir sitayişle bahsettiği, Türkiye’ye gelmesi ve kendisinin desteklenmesi için kapısına Başbakan Yardımcısını gönderdiği Gülen’i kastederek.

Ama diğer Hocadan, rüşvete kapı aralayan, rüşvet alınması için fetva veren Hocadan bahsetme gereği duymamış.

Kim bilir, gün gelir; O Hoca da, bu öfkeden nasibi alır!

El konulan paralar, her biri saray yavrusu olan evlere sığmayınca bir kısmı da patates ve soğan çuvalı olarak yoksulların, o da Başbakanın belirlediği yoksulların evlerine gitmiş.

Meğer açlık, yoksulluk, işsizlik girdabında boğulmakta olan insanların evlerine gönderilen yardım paketleri ve Ramazanda yoksul evlerine misafir olmak mizansenmiş.

BETERİN BETERİ VARMIŞ!

Yoksulu beslemenin, barındırmanın, okutmanın ve korumanın devletin işi olduğunu unutturmak istemişler bize. Ramazanda yoksul evleri ziyaret edilince hiç kullanılmamış vicdanlarımız birden bire yelkenlerini indirmiş; ağlamaklı olmuşuz, katılaşmış yüreklerimiz.

Oysa dünyanın her yerinde yoksullara devlet bakar ve bu sosyal devlet olmanın gereği.

Meğer, onlar Ramazanda göstermelik bir biçimde, onlarca kamera eşliğinde, yoksul evlerine  misafir olurlarken büyük ihaleleri alan iş adamları, kendilerine çıkartılan salmalar karşılığında “milletin ….ına” koyma hakkını kazanmışlar.

Elbette saray yavrusu evlere servis edilen eurolardan, dolarlardan dökülen kırıntıların yoksulların kapısına bırakılmasını da ihmal etmemişler.

Aradan geçen bunca zamanın ardından geldik mi başladığımız yere!

Benim işçim, benim köylüm, benim milletim” diyen Demirel’i şimdi hatırladınız mı?

Hani İLKSAN’ın paralarını batık bir gazete patronunun arsasına yatırılmasına ilişkin skandal açığa çıktığında, “verdiysem ben verdim” sözünü söyleyen başbakanı!

Şimdi pek çoğunuza sevimli geliyor değil mi?

Beterin beteri var” mı diyorsunuz?

Demeyin!

Tavizin sonu yok!

Hakkınıza, hukukunuza sahip çıkın!

Aksi halde evinizde nasıl yatacağınıza; yatmadan önce hangi duaları edeceğinize bile karışma hakkını kendilerinde görürler.

O potansiyel var yani!

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..