Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '07

 
Kategori
Siyaset
 

Demirel ve eski siyaset anlayışı

Aranıza yeni katılmış bir blog yazarı olarak ilk yazım bu olmamalıydı. Sizlere merhaba deyip, iyi duygularla selamlamam gerekirdi. Ama bunu yapamadım. Aslında bir taslak da hazırlamış, son düzeltmeleri yapıyordum. Televizyonda akşam haberlerinde izlediğim bir haber beni allak bullak etti. Bilinç altındaki sindirilmiş ve unutulmaya yüz tutmuş duygularımın yeniden alevlenmesine sebep oldu. Sıcağı sıcağına bu yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi. Haber, özetle şuydu:

Demirel Baykal'ın siyaseti bırakması ile ilgili konuşuyor ve her zamanki demagojik anlatımıyla diyordu ki; " Baykal kendisini çok iyi yetiştirmiş bir siyasetçidir. Siyaseti bırakırsa Türkiye için büyük bir kayıp olur. Seçimi kaybeden parti lideri görevi bırakmak zorunda değildir."

Bu haberi izleyince, yakın tarih bir anda gözümün önünde canlandı. 70' li yıllar; A.P. - C.H.P. meydan savaşları ve ülkeyi 12 Eylül uçurumuna sürükleme, 90' lı yıllar; Türkiye'nin yağmalanma süreci ve 97'de C.H.P. lideri olarak Mesut Yılmaz azınlık hükümetine güven oyu verdirerek hükümeti kurdurtan, hükümet kurulduktan sonra, bir gün olumlu konuşup piyasaları tavana çıkartan, bir gün
sonra da olumsuz konuşup piyasaları dibe vurdurtan, bu durumun yarattığı istikrarsızlık sonucu, yüksek faizle borçlanma sebebiyle, hazineye astronomik maliyet yükleten ve bu siyasetinin sonucu, bilahare yapılan 99' seçimlerinde baraj altında kalan Deniz Baykal. Kasım 2002- Temmuz 2007 sürecini anlatmayacağım. Hep birlikte, çok taze olarak yaşadık.

Ben bir şeyden çok emindim ki, o da Türkiye'yi dibe vurduran, 70 cente muhtaç eden, eski siyaset anlayışıydı. Ve, Baykal da bu anlayış içerisinde, çıraklık ve kalfalık dönemlerini tamamlamış, usta olmuştu. Eski siyaset anlayışı özetle; Muhalefette iken, hayırlı işler de dahil olmak üzere, yapılan her işe muhalefet etmek, bir takım demagojilerle o işi kötülemek, seçimlerde; " Benim çiftçim,
benim köylüm, benim işçim, benim emeklim, benim esnafım " deyip iktidara gelmek ve iktidarda öncelikle aile fotoğrafi için icraat yapmak ve bu icraatları, vatan, millet, Sakarya diyerek vatandaşa yutturmak. Seçimlerde hesapsız vaatlarda bulunmak. Siyaseti bir meslek olarak görmek ve uygulamak. Kapalı kapılar arkasında pazarlıklar, rüşvet ve yolsuzluklar. Belli bir ideoloji savunulur
ama, kişisel maddi menfaatler ön plandadır. İdeoloji bir araçtır. Amaç cepleri doldurmaktır. Yoksa, sinir bozucu ve kafa karıştırıcı milletvekili transferlerinin altında başka ne sebep olabilirdi ki.

Ve en kötüsü de; hayallerindeki koltuğu sağlama almak uğruna, ülkede tansiyonu yükselterek, vatandaşı birbirine kırdırma pahasına, milleti germek ve kutuplara ayırmak.

Yakın siyaset tarihimizde bunları yaşadık. Bu dönemin aktörleri olan mahşerin dört atlılarının 70' li ve 90'lı yıllarda Türkiye'yi ne hale getirdiklerini gördük. Çok merak ediyorum; Sayın Demirel' in geçmişte kan davası güttüğü C.H.P.' nin bugünkü liderini, seçimlerde kol kanat gerip, desteklemesi, şimdi de düştüğü bataklıktan çıkartmaya çalışması, acaba; "Bir çanaktan biz yeriz." dediği kardeşinin mal varlığını kurtarma çabası mıdır? Bu konuda kardeşinin lehine verilen son Danıştay
kararı, T.M.S.F. başkanı Ertürk'ün ifadeleriyle, hukuk dışı izlenimi vermektedir.

Eski siyaset anlayışını, eskiden Galata Köprüsü üstünde seyyar satıcılık yapan laf cambazlarına benzetiyorum. Çoğu zaman, dikkat çekmek, halkı toplamak için, yanlarında, içinde ölü bir yılan bulunan su dolu bir kavanoz olurdu. Bu yılanın hikayesini daha sonra anlatacağından bahisle, söze başlarlardı. Ve sonra ellerindeki mücizevi ürünün tanıtımına geçerlerdi. Öyle bir laf ebeliği yaparlardı ki, beş dakika sonra bu ürün her derde deva ürün oluverirdi. Sonra satışa sıra gelirdi.
Önce, kalabalığın içinden, vatandaş gibi bekleyen, kendi adamları olduğunu tahmin ettiğim kişiler sıraya geçerlerdi. Sürü psikolojisi etkisiyle de ürün kısa sürede kapışılır ve biterdi.Bu hengamede yılanın hikayesi unutulur ve cambaz bir anda kaybolurdu. Eve geldiğimde, allandıra ballandıra anlatılan ürünün hiçbir işe yaramayan, sadece çöpe atılması gereken birşey olduğunu anlardım ve çöpe atardım. Kendi kendime yemin ederdim; Bir daha böyle bir cambaza rastlarsam, bilsem ki altın satıyor, yine de ilgi göstermeyeceğim, derdim. Ve her defasında rastladığım başka bir ürün satan, başka bir cambazdan aynı kazığı yerdim. Sonra da kendi kendime gülerdim. Bu ticarette her zaman cambaz kazanır, halk zarar ederdi. Sonraki yıllarda, siyaseti izlemeye başladığımda, seçim zamanı olmadık vaatlerle halkı aldatıp iktidara gelenlerin, ortaya çıkan, çıkmayan, çevremizde bizatihi şahit olduğumuz bir sürü yolsuzluklarla kendi ceplerini doldurduklarına, devleti ve milleti uçurumun eşiğine getirdiklerine her şahit olduğumda, irademin dışında çağrışım yaparak aklıma ilk gelen Galata Köprüsü cambazları oluyordu. Onlar gözümün önünde canlanıyordu. Birbiriyle özdeş gibi geliyordu bana. Ama, arada bir fark vardı ki, Galata Köprüsü cambazları sonuç itibariyle, sadece
cebimde olan paranın az bir kısmını yürütüyorlardı. Oysa, siyasetçiler ülkenin dört veya beş yılını çalmakla kalmıyor, ülkeyi borçlandırarak, cebimizde olmayan paraları da götürüyorlardı. Yani, geleceğimizi çalıyorlardı.

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..