Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Engin Şahin Karadeniz

http://blog.milliyet.com.tr/shaka35

09 Ekim '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Demokrasi, laiklik ve diyanet

Demokrasi, laiklik ve diyanet
 

Laiklik, özgür bireylerin tek teminatıdır.


Laiklik, kelime manası tam açıklanmamak ile beraber, dinsel olmayan anlamına gelmektedir. Ülkemizde genel olarak din ve devlet işlerinin ayrılması ilkesinin genel telafuzudur. Dinler, insan bilgisinin yarattığı hukuk bilincinden önce toplum şekil ve davranışlarını kontrol etmekteydi. Osmanlı devletinin yönetimi de bu özellikleri gösteren ve şeriat hukuku adı da verilen toplum yasalarından oluşmaktaydı. Atatürk devrimleri ile beraber dinsel işler ile devlet işlerinin ayrılması ve modern bir Türkiye kurulması öngörüsünde, laiklik bir prensip olarak ele alınmıştır. Din bilgilerinde insanların davranış biçimlerini derleyen hükümler olması da din ve devlet işlerinin ayrımını zorlaştıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsan kaynaklı hukuk sistemi ile oluşturulan ve halkın kendi kendisini yönetmesi biçimi adı da verilen demokrasi de dini bilgiler ile insani hukuk zaman zaman çatışmaya uğramaktadır. Çatışmanın temel sebebleri, toplumu yaratan bireylerin tercihi ile olmaktadır.

Ülkemiz, yönetim biçimi olarak çoğulcu demokrasiyi seçmiştir. Çoğulcu demokrasinin temel ilkeleri "Yazılı bir anayasa ile hükümetlerin yetki sınırları belirtilir", "çok partili olmalıdır", "kuvvetler ayrılığı olmalıdır". Son günlerde, (zamanında da bir kere daha örneğini gördüğümüz) çoğulcu demokrasi ile çoğunlukçu demokrasi bir birine karıştırılmaktadır. Çoğunlukçu demokrasi de hükümetler mutlak güçtür. Bir anayasa onun önünde engel değildir. Ülkeyi oluşturan bireylerin çoğunlukta olduğu fikirler bir yasa niteliğine kavuşmaktadır. Kuvvetler ayrılığı, azınlık hakları ve anayasa hükümleri çoğulcu demokrasi de bir sınırlama yaparken, çoğunlukçu demokraside alınan kararlar sınırsız ve mutlaktır. Kelime olarak çok yakın olan bu iki devlet yönetim şekli biçim olarak ta oldukça bir birinden farklı olmaktadır. Son zamanlardaki tartışmalardan anımsayacağınız gibi, çoğunluğu elde tutan hükümet erk'i de demokrasi şeklimizi çoğunlukçu demokrasi şeklinde yeniden tanımlayarak, çoğunluğun istediği karaların geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Oysa bir anayasaya sahip olan ülkemiz yönetim biçimi sabittir ve çoğunlukçu değil, çoğulcudur.

Yeni devletin kurulma aşamasında Atatürk din ile devletin tam olarak ayrılamayacağı bilincindeydi. Her ne kadar otokrasi temsili olan, hilafet makamı kaldırılmış olsa bile, yönetim biçimlerine din ve dinini sevenlerin de etkisi olacaktır. Yeni cumhuriyet yönetim biçimine çoğulcu yönetimi seçmiştir. Oysa hilafet makamı otokrasi ( buyurgan) biçimindeydi. Otokrasi monarşinin bir türevidir. Otokrat, halk adına kararlar vermesi ve buna karşın halkın sorunlarını da çözmeyi üstlenmesi gerekmekteydi. Osmanlı devleti otokrat bir devlet şeklindeydi. Dini erk olarak hilafet, yönetim erk'i olarak da padişahlık ile iki başlı yönetim biçimindeydi. Bu iki başlılık olmaması için padişahlar aynı zamanda hilafet makamı da sayılırdı.

Hilafet makamının kaldırılması ile otokrasi izi silinmiştir. Devlet yönetiminin de dini yönetmesi pozitif bir yönetim biçimi değildir. Eğer devlet dine karışır ise o din dinlikten çıkar, yada devlet dinin makamı haline gelir. Bu da demokrasi yerine tekrar otokrasiyi geri getirmek demektir. Bunun en iyi ayrımı da ülkemizde uygulanmış olan laiklik ilkesidir. Devlet dinin hizmetinde olmamakla beraber, halkının dini hizmetlerini yerine getirmesi için elinden geleni yapabilecektir. Bu dinsel hizmetlerin verilebilmesi için devlet birimlerinden biri olan Diyanet işleri kurulmuştur. Devlet halkın dinine karışmayacak, din de devlet işlerine karışmayacak, devlet her bireyin inancına eşit ölçülerde hizmet edecektir. Demokrasinin işlemesi bakımından mükemmel bir kavram. Laiklik ilkesi olmayan devlet, dinin şeri kuralları yüzünden demokratik olamayacaktır. Dinin şeri kurallarının da kaldırılması inançlara terstir. Bu sayede ortak nokta ve ortak kurallar inşa edilmiştir.

Diyanet işlerinin ilkeleri de, diyanet işleri sitesinden bir alıntı ile özetlendirilebilir.

"Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerindışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek (Anayasa md. 136), İslam Dini'nin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerleriniyönetmek. (633 S.K. md.1)."

Din işlevi gereği toplumsal kuralları da dar açıdan düzenlemektedir. Ahlaklılık, davranış vb. gibi öğütleri yanında, cezai uygulamalar da vardır. Toplum ve bireyler de dini bilgilerinin asgari müştereki ile kendi kendisini yönetecek olan geniş ve ayrıntılı bir hukuk sistemi ile kendisini denetlemektedir. Bu iki hukuku keşişim noktası olan cezai müeddiyeler bazen laiklik temelini sorgulamaya açmaktadır. Özgürlükler adı altında yürütülen türban mücadelesi de bu çatışmalardan biridir. Oysa ne devlet, ne de diğer bireyler toplum içindeki dini kapanışlara karışmamaktadır. Sadece devlet yönetim dairelerinde, devlet hizmetlerinde eşit şartların sağlanması amacı ile dini sembol ve dinsel davranışlar yasaklanmıştır. Devlet içerisinde sadece dinsel değil, ideolojiler sembolleri de yasaklanmıştır. Devletin kendisini oluşturan halkın ideolojisinden başkaca da sembol görülemez. Örneğin "hitler" sembollerini göremezsiniz.

Devlet içerisinde veya toplum içerisinde devlet temsil ve gücünü etkileyecek, yönetim biçimini değiştirecek bütün akımlar da yasakların içindedir. Ülke yönetim biçimini değiştirmeyi öngören bütün örgütlenmeler yasaklardandır. Bunun yanında dinsel otokrasi isteklisi şeyh gibi dinsel egemenlik yanlısı kişiler, giysi ve benzeri nişanlar ile kendisini simge olarak gösterimler de yasaklar arasındadır. Dinsel hükümler tartışılması yasak olan uygulayıcı hükümlerdir. Oysa hukuksal hükümler tartışılarak yerine daha yeni ve modernleri oluşturulabilir.

Diyanet makamı ve dini bilgileri geniş olan bilgililer yada ulemalar da denilebilir. Dinsel gelişim ve aydınlatıcı bilgiler ışığında toplum bireylerine yardımcı olmaktadır. Diyanet ve görevlilerinin fetva da denilen bu dinsel uygulama bilgileri toplum içerisinde istenirse uygulanmaktadır. Bu uygulamayı birey kendi seçebilmelidir. Eğer bir fetva yada dini bilginin uygulanması toplum bireylerinin tercihlerine kalmadan, çeşitli baskı ve şartlar ile, öteki dünya üzerine korkular kurulması ile, çeşitli hurafe ve aslı olmayan hikayeler ile toplum üzerinde bir baskı oluşturulur ise bu fetva makamı laiklik ilkesi dışına taşmış olacaktır. Bu da anayasaya göre suçtur. Bu tip fetvalar yine otokrasinin inşaasına gidebilme isteğidir. Bunu yanında demokrasi uygulama taşı olan siyasi partiler de bir dini felsefeyi egemen kılarsa, kendisini bir din veya bir cematin, ya da mezhep'in öncüsü sayarsa o da laiklik ilkesine ters düşebilmektedir. Bunun yanında her birey gibi, belli bir din veya mensuplarının bir araya gelmesi fikir bakımından laiklik ilkesine ters düşecek bir harekette bulunmadığı sürece demokrasi açısından herhangi bir sakınca görülemez.

Laiklik devletin yönetiminin daha iyi şartlarda oluşması için bir ilke de olsa, bireyler için bir şart değil, fikir birliğidir. Bireyler kendi başlarına laik olmak zorunda değildir. Yaşam biçimi olarak laik olmak zorundadır. Bireyler laikliğin ne olduğunu bildiğinde, bu davranış şeklini içerisine sindirdiğinde zaten bu ilke zorunluluk değil bir istek halini alacaktır.

Laiklik ile dinsel inanç arasında çok ince bir çizgi geçmektedir. Aslında müslümanlığın temelinde de yatan laiklik bilincidir. Bu bilincin örneklerine Hz. Peygamberden bu yana görmekteyiz. Ne laiklikte ne de müslümanlıkta dinsel baskıya yer yoktur. İsteyen istediği dini seçebildiği gibi, isteyen kendi istediği şekilde ve inançları doğrultusunda dinsel zorunluluklarını yerine getirebilmektedir. Dinsel bakımdan telafisi olmayan ve mutlaka yerine getirilmesi gereken zorunlulukların yerine getirilmesinde, çeşitli kanun ve uygulamalar laiklik ilkesini zedelemezken, bir görüş ve düşünce doğrultusunda telafisi mümkün olduğu halde, yine de bu uygulamaları devreye alınması laikliği bozan davranış haline gelebilmektedir. Ramazan ayında oruç tutan müslüman halkın daha rahat hareket etmesi için, yemekhaneler kapatılırsa, oruç tutmayanlar günahkar ilan edilirse, herkesin oruç tutması için şartlanmalar sunulursa, bu uygulamalar laiklik ilkesine ters olacaktır. Oysa oruç tutanlar orucunu tutarken, tutmayanlar için bir baskı ve şartlanma ortamı sağlanmaz ise bu da laiklik prensibinin tam anlamıyle uygulandığı anlamına bir örnek teşkil edecektir.

Fetva veren makamlar da fetvalarını dini uygulamaların eşitliği yönünde hareket etmelidir. Toplum yaşam şeklini değiştirecek fetvalar da laiklik ilkesine ters düşen uygulamadır. Örneğin kadınların dini koşullara uygun sokağa çıkmasının fetvasını verirseniz, bu toplumun yaşam şeklini bozacaktır ve laiklik ilkesi zedelenecektir. Bunun yanında toplumu bilinçlendirme yönünde olan fetva niteliğindeki bilgiler laiklik prensibine aykırı olmayacaktır. Bütün bu ayrım insanların kendi vicdanlarında oluşturacağı o ince çizgide zaten mevcuttur.

Demokrasi sistemlerinde laiklik uygulaması olmaması bir ayrımcılığa yol açacaktır. Benzer dini fikre sahip bireyler bir araya gelerek ayrımlaşmaya yol açabilecektir. Zaman içinde güç zavaşlarına da dönüşebilecek bu ayrımın olmaması için laiklik ilkesi temel bir teminattır.

Saygılarımla...

 
Toplam blog
: 42
: 5769
Kayıt tarihi
: 14.07.08
 
 

Bazen icatci, bazen inatçı, hayatın her tonunda yürüyüp giden biriyim. Amatör fotoğrafçılık son m..