Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Demokrasi dersleri

Demokrasi dersleri
 

Uzun yıllar süren okul hayatımızda “ders almak”tan bıktığımız için, hayattan almamız gereken dersleri özümsemekte bazen zorlanıyoruz. Olaylardan ibret alabilmek için önce olup biteni anlamak, sonra kendi içinde bir muhakeme ve mukayese yapmak, sonra da ondan bir ders çıkarmak gerekiyor.

Bizse bu kadar karmaşık işlemlere alışkın değiliz. Meselelerin şöyle “hap” haline getirilip bize yutturulması gerekiyor ki, anlayabilelim. Onu da ne kadar anlayabiliyorsak.

Öncelikle kabul etmemiz gerekir ki, bir konuda fikir yürütmek ve karar verebilmek için detaylı bilgiye ihtiyaç vardır. Sadece belli parçaları hakkında bölük pörçük bilgiye sahip olmakla doğru karar verilemez ve doğru sonuca varılamaz.

Pek çok olayda soruşturmayı yürüten yetkililer bile kanıt değeri taşıyacak doğru bilgilere ulaşamazken, gazetelerden okuduğumuz haberlerle bizim meselenin künhüne vakıfmış gibi hareket etmemiz gerçekten abesle iştigal…

Okuduğumuz gazetenin olayı bize hangi bakış açısıyla yansıttığı da belli değil. Hatta muhabirin siyasi görüşü, o olaya bakış açısı, dahası o andaki ruh hali, bunların hepsi haberi etkileyen unsurlar.

E kendimize göre bizim de kafamızda şekillenmiş birtakım görüşler var. Kimimiz olanlara sadece “peşin hüküm” penceresinden bile bakabiliyor. O zaman geriye kalan şu. Hepimiz farklı farklı düşünebileceğiz, farklı farklı yorumlar getirebileceğiz, farklı sonuca varabileceğiz, ama birbirimize kızmayacağız, birbirimizi kırmayacağız ve birlikte yaşamanın büyüsünü bozmayacağız.

Adına ister kader deyin, ister şans, ister şanssızlık. Bu ülkede doğmuşuz, bu toplumun bir parçasıyız ve bu topraklar üzerinde yaşamaya mecburuz.

Demokrasi kültürü de zaten kişilere tanınan özgürlük sınırları içinde her türden vatandaşın bir arada yaşayabilmesi esasına dayanıyor.

Farklı bir düşüncenin tezahürü olarak ortaya çıkan “çatlak sesler” bizi bir anda çok kızdırabiliyor. Benim anlayışıma göre hakaret unsuru taşımayan hiçbir görüş “çatlak ses” olarak yorumlanmamalı. Bir uçtan öbür uca herkes düşüncesini belli bir kural dahilinde söyleyebilmeli, aynı edeple isteyen de ona cevap verebilmeli.

Sıkıcı bir girizgah yaptığımın farkındayım ama, bu konularda ortak bir anlayış sergileyemezsek yazmanın, çizmenin, okumanın tadı kalmıyor. Bir olay üzerine düşünerek vardığımız bir kanaati açıklamak, aslında ne kadar güzel… Ama sebepleri üzerinde durmadan sadece benimsediklerimizi ve benimsemediklerimizi ilan edersek, işte bu “yandaş”lık olur.

*****

Şimdi bugünkü gazetelerde gözüme çarpan bir iki konuya temas etmek istiyorum.

Sayın Genelkurmay Başkanımız bir vatandaş tarafından protesto edilmiş. Haberi internette ilk gördüğümde, doğrusu böyle bir sebeple olabileceği hiç aklıma gelmemişti.

Vatandaş sayın Başbuğ’a, “Generallerin gözaltına alınıp tutuklanırken, sen korumalarınla böyle geziyorsun” diye tepki göstermiş.

Evet gerçekten ilginç bir tepki. Sayın Başbuğ için “istifa etsin, ayrılsın, görevden alınsın, azledilsin” gibi bir takım görüşler ileri sürülmüş, bu arada “bizim sabrımızı taşırmayın, elimizde belgeler var” şeklinde yaptığı bir açıklama da büyük tepki toplamıştı.

Bir Genelkurmay başkanının elinde suç unsuru olabilecek belgeler varsa bunlar gerekli mercilere verilerek suçluların cezalandırılması istenir. Yoksa tehdit eder, ya da blöf yapar gibi bir davranış, en basit deyimiyle bir Genelkurmay başkanına yakışmaz değil mi?

Bazı suçların cezalandırılması için birilerinin sabrının taşması mı gerekir, yoksa, birilerinin sabrı taşmasın diye birilerinin doğru bildiklerinden vazgeçmesi, ya da yanlışlara devam etmesi mi gerekir?

Neyse bu ayrı bir fasıl.

Sonuç olarak vatandaşın kendi düşüncesini bu şekilde ifade etmesi bence çok güzel bir davranış. Demokrasi de bu. Herkes düşündüğünü söyleyebilecek. Henüz alışmadığımız için bu tür davranışlar bize ters gelse de, doğrusu bu. Aksi görüşleri duyduğumuz zaman hemen kızmayacağız. Ortada bir yanlış varsa onu düzeltmeye ve doğrusunu anlatmaya gayret edeceğiz.

*****

Geçtiğimiz günlerin en önemli konularından biri de birçok ülkenin Ermeni soykırımına ilişkin kararları. Hatırlarsanız Amerika’da yapılan garip oylamada, hayır oyları çoğunluktayken, gelmeyen üyeler olduğu gerekçesiyle oylama sonuçlandırılmıyor.

Salona gelen yeni üyler kendilerince oylarını kullanıp, “evet”ler öne geçince oturumu yöneten başkan “oylama tamamlanmıştır, Kabul edenler çoğunluktadır” deyip oturumu kapatıyor.

Eğer gerçekten böyle olduysa, ortada hakikaten garip bir durum var ama, yapacak bir şey yok.

Son olarak İsveç parlamentosunda yapılan oylamada da yine 1 oy farkla aleyhimize bir karar alınmış. İlk bakışta bunda o kadar şaşılacak bir şey yok. Ancak İsveç parlamentosunda 5 tane Türk varmış. Bunlardan dördü aleyhimize oy kullanmış. Biri de oylamaya katılmamış.

Tabii katılmayan katılsa oyunu nasıl kullanacaktı bilmiyoruz ama, sonuç 1 oy farkla alındığı için gözler onun üzerine çevrildi.

Bu da bence demokrasinin cilvelerinden biri. Her şeyden önce demokrasilerde “milliyetçilik” diye bir kavrama yer olmadığını bilmemiz ve öğrenmemiz lazım. “İnsan” olmak, gerekli ve yeterli tek özelliktir. Böyle olunca İsveç’te yaşayan, oranın “insanı” olmuş ve hatta parlamentosuna girmiş birinden bizim kendi adımıza bir iane beklemeye hakkımız var mı?

*****

Gelelim işin başka bir boyutuna…

Hem Amerika’da hem İsveç’te Ermeni soykırımıyla ilgili Türkiye’nin aleyhine alınan kararlar “1 oy” farkla alındı. Görüldüğü gibi,onlarca, yüzlerce, hatta binlerce, onbinlerce değil, milyonlarca insanın bir konuda şöyle veya böyle bir kanaata sahip olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Eğer bir kişi “olumlu” ya da “olumsuz” anlamda terazinin kefesini bastırıyorsa, “demokratik” olarak karar o yönde çıkıyor.

Peki bu olumlu veya olumsuz kanaat belirtenler, 1915 yılında yaşamış, o günleri görmüş, bahsi geçen soykırımı yaşamış insanlar mı? Hayır. Şu veya bu biçimde etkilendikleri konuda bir kanaate ulaşmışlar ve bunu ortaya koyuyorlar.

Bu durumda dünyadaki bütün ülke parlamentolarından sıfıra karşı ittifakla bizim soykırım yaptığımıza dair karar çıksa, bu bizim gerçekten böyle bir zulmü yaptığımız anlamına gelmediği gibi, tam aksine sıfıra karşı ittifakla bütün dünya ülkeleri bizim lehimize karar alsalar, bu da bizim masum olduğumuz anlamına gelmez.

Tarih, bence herkesin ders çıkarması, yanlış bulduğu olayların bir daha yaşanmaması için gayret göstermesi gereken bir olaylar bütünüdür. Sonuçta o günün şartlarında yaşanmış olayları, bugünün gözüyle görüp, bu günün mantığıyla yargılamanın imkânı da yok, faydası da yok.

*****

Bir de 12 kamyon el bombası bilmecesi var gündemde…

Artık o kadar taraflı olduk ki, her şeyi 180 derece zıt bir pencereden görebiliyoruz. Ancak yine de bu bomba yüklü kamyonlara kimsenin akla uygun mantıklı bir anlam verebildiğini sanmıyorum. Çünkü işin içinde gerçekten bir iş var.

Normal bir iş, çeşitli sebeplerle çarpıtılarak kasıtlı biçimde yanlış aksettirilse dahi, sonradan her şey yoluna girince “sıradan” olduğu kolayca anlaşılır ve teslim edilir.

Şimdi Muğla’dan Ankara’ya el bobması taşıyan sivil kamyonlardan birinin ihbarla ortaya çıkması size “normal” geliyor mu? Diyorlar ki, bu çok sıradan bir olay, biz bunu her zaman yaparız… Allah Allah…

Sıradan olmayan tek şey bu sefer bunun polise ihbar edilmesi… mi?

Polisin her zaman bu tür sevkiyatlardan haberi olurmuş. Neden bu sefer yok?

Sanki bana öyle geliyor ki, -eğer bu gerçekten rutin bir sevkiyatsa- özellikle polise haber verilmedi, bunun yerine “artık normal işlerden bile anormal sonuçlar çıkarılıyor” izlenimi verilmek için ihbar edildi.

Eğer böyleyse, bundan hangi demokrasi dersini çıkarmak lazım, ona da artık siz karar verin…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..