Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '11

 
Kategori
Siyaset
 

Demokrasi kıyımı

“Bakın bu sözü unutmayın. Ben açık söylüyorum. Bu tükürdüklerini yalayacaklar. Göreceksiniz yalayacaklar.” Başbakanın üslubu bu… Milletvekilleri aşağı kalır mı? Mustafa Elitaş da aynı üslubu kullanıyor. Ne diyor? “Kendileri tükürdüler, kendileri yalayacaklar. O çukura onları biz atmadık. Kendi düştükleri çukurdan kendileri çıkacaklar. Onları, düştükleri çukurdan çıkarmak bizim görevimiz değil.”… Sonra ekliyor; “Kuzu kuzu gelsinler, yemin etsinler.” 

Seçim döneminde olsa hoş karşılanabilir belki, bu üslup. Seçim sonuçları alınmış. İktidar olduğunuz anlaşılmış. Uyumlu ve olumlu bir “balkon konuşması” yapmışsınız. Kimlerin milletvekili olduğu kesinleşmiş. Bu arada, “kargı” yaptığınız yargı, kimi milletvekillerinin meclise gitmelerini, görev yapmalarını engellemiş. Aynı yargı, bir dönem önce alınan kararı yok saymış. Her nedense iktidarın elini güçlendiren, muhalefetin kanadını kıran bir karar almış. Ve her nedense iktidar, bu sorunu çözmek yerine, siyasal çıkar sağlama yolunu seçmiş. Neden acaba? İktidar, anayasa değişikliği ile hukuk kurumlarının dümenini eline geçirmişse kuşkuya kapılmamak olası değil. 

Tutuklu milletvekilleri AKP’li olsaydı tahliye edilmeyecekler miydi? Yakası iktidarın elinde olan kaç yargıç iktidar milletvekilini tahliye etmeme yürekliliğini gösterebilirdi? İktidarın güdümüne sokulmuş bir yargıdan adalet beklemek saflıktır. Yargıyı bağımlılaştıran iktidarın, üst perdeden sallamasının bir nedeni vardır elbet. “Tükürdüklerini yalayacaklar.”, “Kuzu kuzu gelip yemin etsinler.” gibi kışkırtıcı sözlerin arkasında bilemediğimiz bir niyet saklıdır. CHP’siz bir meclis istiyorlardır belki de. MHP ile daha kolay anlaşabilecekleri, deneyimlerle kanıtlanmış durumda. MHP ortaklığıyla hazırlayacakları bir anayasa ile laik cumhuriyeti alt etmek çok daha kolaylarına geliyordur, kim bilir? 

1950’li yıllarda, Demokrat Parti’nin, CHP’yi susturma girişimlerinden daha ağır girişimlere gebedir önümüzdeki süreç. İzleyin, göreceksiniz… “Bu millet isterse laiklik de kalkar.”, “Demokrasi, amaca ulaşmak için binilen bir tramvaydır.” diyen bir başbakandan ne beklenebilir ki? Bu sözler “milli görüş” gömleği ile gezdikleri dönemlerde mi kaldı? O zaman tükürdüklerini şimdi yaladılar mı yoksa? Bunun kararını kendileri versinler. 

Seçim döneminde ve “balkon sefası”nda hukuk ve demokrasi nutukları atan başbakan, “Ne yapalım, seçmeseydiniz.” diyebiliyor. “Zannettiniz ki geçmişte bir iki kişiye yapılan uygulama şimdi bize de yapılır. Eee! Yargı böyle bir karara evet demedi.” diyebiliyor. Sorarlar adama; “Demokrasi ve hukuka ilişkin söylemleriniz, tükürükleriniz miydi? Yaladınız mı bu tükürüklerinizi?” diye. Demokrasiyi tramvay olarak kullananlardan başka ne beklenebilir? Demokrasi nutukları atmak başka, demokrasiyi içselleştirmek başkadır. 

“Millet ne verdi size? Görev verdi. Ne dedi? ‘Git, Mecliste çalış.’ dedi. Sokaklarda gidip de yaygara yap, demedi. . Şimdi geleceksin oradan üç aylık maaşını alacaksın. Bu maaşı ne karşılığında alıyorsun? Yahu çalışmayana para var mı? Çalışma yeri neresi? Meclis… Sana helal para gerekiyorsa geleceksin yemini yapacaksın orada çalışacaksın.” demiş başbakan. Erdoğan, milletvekillerinin çalışma yerinin sadece meclis olmadığını bilmiyor. Halkın CHP’ye, hangi görevleri verdiğini de bilmiyor. Milletvekilliği görevini, tutuklu olanlara da verdiğini görmezden geliyor. Ben CHP’ye oy verdim. Tutuklu olan iki kişinin aday gösterilmesini istemediğim hâlde oy verdim. Buna karşın, o kişilerin de mecliste görev yapmalarını, demokrasinin gereği olarak görüyorum. CHP’nin, tutuklu milletvekillerinin yasal hakları için verdikleri direniş kararını, sonuna kadar destekliyorum. Bu direniş, CHP’ye oy verenlerin, CHP milletvekillerinden bekledikleri bir görevdir. Onlar, kendi seçmenlerinin verdiği görevi yerine getiriyorlar. Alacakları maaşları, direnişi sürdürdükleri sürece hak edecekler. Yargıçların verdiği kararın, hukuka aykırı olduğunu; siyasal bir karar olduğunu, adım gibi biliyorum. Üstelik iktidarın isteği ile alınmış bir karar olduğuna gönülden inanıyorum. CHP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğunun, benim gibi düşündüğünden kuşku duymuyorum. Durum böyle iken CHP’ye görev biçmek Erdoğan’a değil halka düşer. En çok da CHP seçmenine… 

“Neymiş, onları millet seçti oraya gönderdi. Millet onları seçip göndermedi. Sen partinin amblemini koydun oraya. Eğer onları millet seçti gönderdi diyorsan bağımsız girseydiler.” diyor Erdoğan. Bu mantık, CHP’den çok, AKP için geçerlidir, oysa. Sayın Erdoğan! Urfalı seçmenler, Artvinli Faruk Çelik’e mi verdiler oylarını? Başka türlü soralım: Hatip Dicle’yi -kabul etmezdi ya- Rize’den AKP adayı yapsaydınız kazanamaz mıydı? Başka bir soru daha: Sizin milletvekilleriniz bağımsız aday olsalardı, kaç tanesi girebilirdi meclise? 

CHP, oynanan oyunu çok iyi analiz etmeli. Ne pahasına olursa olsun, kararından dönmemeli. Ya bu yola çıkmamalıydı ya da geri adım atmamalı. Geri adım atması CHP’yi bitirir. Direnişini sürdürmesi ise bu direnişe tabanının da aktif olarak katılmasıyla olanaklıdır. Demokratik direnişi kitleselleştiremezse kaybeder. Kaybeden salt CHP olmaz üstelik. Türkiye Cumhuriyeti de kaybeder. AKP iktidarı döneminde, Türkiye Cumhuriyeti, büyük yaralar almıştır zaten. Karşılarında, kitlesel olarak durabilecek tek CHP vardır. O da güç yitirirse demokrasiyi düşlerimizde görürüz ancak. Üniversiteler susuyor. Sivil Toplum Örgütleri susuyor. Medyanın büyük çoğunluğu el etek öpme gayretinde. Kalanlar ise korku sıtmasına tutulmuş. Direnen bir-iki gazete ve dergi… Onları okuyanlar zaten durumun farkında olanlar… “Geçmiş ola.” demek istemiyorum. Ne demem gerektiğini de bilmiyorum. 

En iyisi, bir güldürüyle bitireyim yazımı. Gülmeli miyiz? Onu da bilmiyorum. Bir keçi, komşu koyunun açığını yakalamaya çalışırmış. Bir gün, koyuna kurt saldırmış. Koyun, canını kurtarmak için bahçe çitinin üzerinden atlamış. Olayı pür dikkat izleyen keçi, çitten atlayan koyunun kıçını görmüş. Fırsat bu fırsat, başlamış dedikoduya; “Duyun komşular duyun, koyunun kıçını gördüm.”. Bu olayı diline dolayan keçi, komşuları bıktırmış. Sonunda bir komşunun sabrı tükenmiş. “Günlerdir seni dinliyoruz. Koyun, canını kurtarmak için çitten atlarken kıçını görmüşsün. Senin kıçın hep açıkta... Koyunun, bir kez olsun bunu söz konusu ettiğini duymadık. Sen kendi kıçına bak keçi kardeş.” demiş. Bu öyküyü, çocukluğumda, ninemden dinlemiştim. Sonuçta keçi, dedikodudan ve koyunun açığını yakalama çabalarından vazgeçmiş mi bilmiyorum. Bence vazgeçmemiştir. Ya sizce? 

Haydar Bibinoğlu 

 
Toplam blog
: 71
: 774
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Emekli Öğretmenim. Anadolu Üniversitesi, AÖF, Eğitim Önlisans Programı mezunuyum. İlgi Alanım: Si..