Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Demokrasi sorunumuz içindeki açılım sarmalı

Demokrasi sorunumuz içindeki açılım sarmalı
 

HİTİTLER Çağında Anadolu (yaklaşık 3000 yıl önce)


Bilindiği gibi DEMOKRASİ'nin egemen olduğu sınırlar içerisindeki kişiler ya tek tek ya da değişik baskı grupları ile diğer kurum ve kuruluşlar aracılığı ile değişik aşamalarda isteklerini dile getirirler. Grev, boykot, yürüyüş, protesto, yazmak, toplanmak, propaganda yapmak, basın toplantıları düzenlemek ve bu amaçla her türlü kitle iletişim araçlarını kullanarak yazmak, tartışmak, gerekir ise kıran kırana kapışmak haklarına da sahiptirler.

Ülkemizde giderek kurulacak olan DEMOKRASİ ile kanunlar çerçevesinde; insanın insana zulmü, toprak ağalığı, adam kayırma, adaletsizlik, terör, liyakatsızlık, emek sömürüsü, üretim, tüketim, güvenlik, kayıt dışı ekonomi, sağlık -konut ve işsizlik sorunları ile diğer binlerce olumsuzluk kaldırılmalı ki bu kutsal toparaklarda yaşayan herkes mutlu olabilsin isteriz. Bu da toplumun bütün alanlarında tedrici olarak değişimi ve çoğu alanlarda yeni yeni biçimlere dönüşümü gerektirir. Bu da olayın özünden ve toplumların değişime karşı göstermek zorunda kaldıkları dirençler yüzünden; birden bire olabilecek bir durum değildir. Batı'da olduğu gibi bizde de aşama aşama ilerleyerek yol alınmaktadır.

Bu anlamda DEMOKRASİ şu an için işlevini tamamlamış değildir. Oysa SOSYALİZM'e ulaşmak için kurulan bazı demokratik halk cumhuriyetleri bütün çabalara ve askeri baskılara rağmen ilgili toplumlarda; özellikle RUSLAR'ın baskılarından dolayı başarıya ulaşamamıştır. 1985'ten sonra ise onlar da Yeniden Yapılanma ve Açıklık sürecine girerek 1991 başından bu yana özlemi çekilen yalın bir DEMOKRASİ için köklü bir değişim içine girmişlerdir.

Halk deyişi ile ''bin bir güçlük ile'' kavuştuğumuz DEMOKRASİMİZ yaklaşık bir yıldan bu yana içinde pek çok küllenmiş sorunun çözümünü içeren AÇILIM adı verilen bir sürece girdi. Böyle bir siyasi girişim her demokraside olduğu gibi hukuk kuralları içerisinde çözülebilecek bir öz taşıması gerekirken; bizde çoğu işimizde olduğu gibi birden bire ''galeyana'' gelindi. Eskilerin deyişi ile olaylara ya da sorunlara ''teennî'' ile yaklaşmak basiretini gösteremedik.

Geniş halk kesimi en az ikiye ayrıldı; sen ben; bizler onlar; dün bugün gibi tartışmalar başladı. Bir anlamda hukuki olarak BATI TİPİ bir toplum olmak yolunda kör topal ilerlemekte olan Türkiye Cumhuriyeti DEMOKRASİSİ kendi çelişik uygulamalarını yeri geldiğince düzeltmek yerine; iktidarı ve muhalefeti ile birlikte, adı sürekli olarak değiştirlmeye çalışılsa da, ilk söylenildiği biçimi ile birden bire KÜRT AÇILIMI'na kilitleniverdi.

Benim gördüğüm; her işte olduğu gibi oturup düşünmek, tasarılar geliştirmek, uzun uzun yazıp çizmek yerine, her konuda olduğu gibi bu konuda da kameralar önünde YÜKSEK SES ile düşünmeye çalışılıyor. O zaman da ham bilgiler uçuşuyor, kavramlar karışıyor, aş yapayım derken göz çıkartılıyor. Gelişmeler sırasında da okumuşundan okumamışına, köylüsünden kentlisine, gencinden yaşlısına kadar bir gezici kumpayanın hangi seyirlik oyunu sahneleyeciğinin merak edilmesi gibi bir muhabbet ortamı doğuyor. Beklenirken de olmadık tevatürler çıkmaya başlıyor : Köyün muhtarları da önde gelenleri de kime ne söz söyleyeceğini bilemez oluyorlar. '

'Durumlar'' anlatılamıyor bir türlü! Bir OY AVCILIĞI olarak gördüğüm bu açılım tutkusu artık o ilk günlerindeki esintisini de kaybetti ne yazık ki. Çünkü anlaşıldı ki önceden gelen hiç bir hazırlık yok! Köy kent adlarının değiştirilmesi; bana göre öyle de olur böyle de. Dünyada bu konu için ne AÇILIM yapıldığını ne de KAN DÖKMEK amacı ile TERÖR estirildiğini duydum. Bunun için silah tüccarlarının da güdümünde olduğu aşikâr olan TERÖR ODAKLARI'na bağlı bazı söylemler üretmek için siyasi partiler kurmaya da gerek yok bence.

Elbette TÜRKİYE'de DEMOKRASİ yok! ADALET de yok. Bölgeler arası dengeli bir KALKINMA da yok! Ancak unutmayalım ki bu işler zaman içinde olur. Birden bire olmaz. İtalya, Almanya, Fransa, İspanya, Macaristan, ABD ile Japonya her yeri ve yöresi ile kalkınmış sanıyorsak aldanırız. Onların 300 yılda erişmiş oldukları refah düzeyine bir çırpıda ulaşmak ''ham hayal'' kurmaktan öte bir anlam taşımaz bence. Pek çok açılardan sömürülse de yağmalansa da KAYNAKLARIMIZ çok kıt! Bunun sorumluları gelmiş geçmiş bütün yönetimler olduğu kadar çevre, toplum ve ulaşım yollarının da etkisi vardır. Bu nedenle bizi uçurumlara düşürecek olan ayrımcılık yapmaya ne gerek var?

Şimdi gelelim durumumuzun en acıklı yönlerinden bir kaçına: Batı'da FEODALİTE bizde ise ona benzetilerek yalan yanlış anlatılmakta olan TOPRAK AĞALIĞI konusuna ileride; yapılmış araştırmalar ve gözlemlerim çerçevesinde, ayrıca gireceğim. Ancak Asya Tipi Üretim Tarzı da denilen bu alandaki değişim sonlandırılmadan ne adalet ne kalkınma ne de demokratiklik olur, bunu da peşin peşin yazayım. Kısaca ADALET çok adil bir biçimde MÜLKÜN TEMELİ'ne oturtulmadan ne terör biter ne de DOĞU ve GÜNEY DOĞU'daki Aziz Yurttaşlarımızın maddi manevi dertleri biter. Bence gerçek AÇILIM da burada gizli.

Fransız Tarihçi Marc BLOCH (1886-1844) FEODALİTE adlı dev eserinde, kısaca diyor ki : ''Kitaptaki yer adları konusundaki karışıklık sizi şaşıtmasın. Latinler'den, Franklar'dan kalan adlar zaman içinde değiştirilmişlerdir!'' Dilimize de çevrilen bu eserinde onlarca isim veriyor Marc BLOCH. İnceledim yer adlarının bir kaçını; bir de gördüm ki eskiye rağbet kalmamış! Bizde de olduğu gibi Batı'da da tarih kitaplarında, broşürlerde var eski isimler. Olmalıdır da. Eskiyi asla söküp atamayız. Attığınızı sanırsınız ''resmi olarak'' ne ki o çıka gelir; belgelerin ve belleklerin içinden. Bir araştırmaya göre bugün ülkemizdeki kent adlarının yüzde doksanının adı eski kültürlerden bize kalmıştır. Arkeoloji ve tarih bu konuda bize nice belgeler sunuyor. Gören duyan, anlayan ve birbirine anlatan var mı?

Bu çerçevede TOKAT, AYDIN, ADIYAMAN, ADAPAZARI, YALOVA, AKSARAY, TUNCELİ, BİNGÖL, DENİZLİ, ESKİŞEHİR, YOZGAT, KARAMAN, BAYBURT, GÜMÜŞHANE, ÇANAKKALE, IĞDIR ile AĞRI dışındaki çoğu il adlarının kökü HİTİT, İON, AMAZON, URARTU, GALAT, FİRİG, ROMA, EMEVİ değil midir? Benzeri durumlar Avrupa'da olduğu gibi ABD'deki bazı kentler için de söz konusu.

Bu konuda AMASYA'lı STRABON (AMASEİA M.Ö.64-M.S.21)da dünyanın ilk coğrfaya eserleri arasında sayılan GEOGRAPHIKA adlı muhteşem çalışmasının XII-XIII ve XIV. bölümlerinde bize yer adları yanında yüzlerce kavim adını da veriyor. İzmir ile Efes adlarının AMAZONLAR'dan geldiğini hiç duydunuz mu efendim?

''Eskiden EPHESOS'a da SMYRNA dendiği zamanlarda EPHESOSLULAR SMYRNALILAR ile komşuydular. KALLİNOS bir yerde EPHESOSLULAR yerine SMYRNALILAR der. ... SMYRNA, EPHESOS'u ele geçiren bir AMAZON'dur ve o zamandan beri hem kent hem de kentliler onun ismini almıştır; tıpkı bazı EPHESOSLULAR'ın SİSYRBÊ'den ötürü SİSYRBİTLER adını taşımaları gibi.''

(Kaynak : STRABON, Antik Anadolu Coğrafyası s.147. Çeviren Prof. Dr. Adnan PEKMAN, Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul 1987)

Ne ki bu gibi olayları kavga hele terör konusu yapmak uygarlık adına utanç verici bir durumdur bence. Sultanlıklar ile tiranlıklar yanında DEMOKRASİ şu an için işlerliği olan bir düzenlemin adı. Pek çok da açmazı var, bu açık. Ne ki en güzel yanı da kişinin kişiye, bir topluluğun bir diğerine zulmünü ortadan kaldırıyor. Ne ki : Oy çokluğu ile kurulmak istenen adalet, özlemini çektiğimiz adaleti getiremiyor. Kişilerin ruh sağlığını bozuyor, suçlulukları artırıyor, çevreyi çok kirletiyor.

Ayrıca sırtına pek çok yük vurulan DEMOKRASİ toprak mülkiyetinin köleleştiriciliğini de kör olası savaşları da silahlanmayı da önleyemiyor. Gelir dağılımını; sağlıklı yaşamayı da sağlayamıyor. Ayrıca ayrımcılıkları kaldıramadığı, çevre sorunlarını çözemediği, terör için gerekli ve yeterli işbirliğini kuramadığı, özellikle inananların bazı davranışlarına sınırlamalar getirmek bakımından da işlerliğini sağlayamamıştır.

Sonuçta diyebilirim ki DEMOKRASİ toplumların katılımcı, pazarlıkçı, eşitlikçi ve paylaşımcı hukuk düzenlerine egemen olmak bakımından, diğer yaklaşımlara göre, tartışmaya açık bir yönetim biçimidir. Olayın içine İNSAN UNSURU ile birlikte KİŞİLİKLER de girince uygulamada işler çatallaşıyor açıkcası. Tartışılması gereken bunlar. Sanırım bu anlamda ben: Kuramcıları EFLATUN'dan PARETO'ya kadar uzanan oradan da ABD demokrasisinde az çok ifadesini bulan ELİTÇİ bir yaklaşıma saplandım yıllar içerisinde. ÇİN, FRANSA, ABD, ALMANYA, İTALYA, İSPANYA, YUNANİSTAN, LÜBNAN, HİNDİSTAN, PAKİSTAN tek ırk mı? IRK AYRIMCILIĞI'nın ne kadar çirkin olduğunu biz TÜRKLER yaşamadık, yaşatmadık da. Herkes imkanlar ölçüsünde yeteneğine ve kişiliğine göre bir yerlere gelir. Ahhh ahhh! Nerdesin ey AKL-I SELİM?

Yanlış hedeflere yönelmeyelim, kandırılarak ne başkalarının ekmeğine yağ sürdürelim ne de bulanık suda balık avlamak gayretkeşliğine düşerek üstümüz başımızı berbat edelim. Unutmayalım ki atalarımızın : ''Nerede birlik var, orada dirlik vardır'' ve ''Birlikten kuvver doğar'' sözlerini yeniden düşünelim. İşte bu nedenle Osmanlı atalarımızın kötü yönetimlerinin bir sonucu olarak sesini yüksetmek zorunda kalan Pir Sultan ABDAL (1510?-1580?) atamızın sözlerini de hiç mi hiç yabana atmayalım. Sürü yerine konmayalım. Bu çağda da artık güdülmek gibi bir duruma düşmeleyim:

''Uyur idik uyardılar
Diriye saydilar bizi
Koyun olduk, ses anladık
Sürüye saydılar bizi

Sürülüp kasabaya gittik
Kanarada mekan tuttuk
Didar defterine yettik
Ölüye saydilar bizi

Halimizi hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi

Aşk defterine yazıldık
Pir divanına dizildik
Bal olduk, şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi

PIR SULTAN'ım Haydar şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda, bu cihanda
Ali'ye saydılar bizi''


Pir Sultan ABDAL
'ın yaşamış olduğu sorunlardan dersler çıkaralım. O acı günlerin yıllar içerisinde yitip gitmiş olduğuna hangimiz sevinmeyiz? Bana göre kendi şartlarımız içinde, aşama aşama geldiğimiz bu günleri değerlendirerek yaşanmış olan acıları bir daha yaşamamak için çırpınmalıyız.

Bu açıdan bir de Mehmet Akif ERSOY (1873 - 1936)'un çağlar içinde çekilen baskıları da içeren Zulmü Alkışlayamam şiirinin giriş bölümünü birlikte okuyalım:

''Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!…
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam''

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..