Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '09

 
Kategori
Siyaset
 

Demokrasimizin İçinin Doldurulmasında Göbeğini Kaşıyan Adamın Rolü Nedir?

Demokrasimizin İçinin Doldurulmasında Göbeğini Kaşıyan Adamın Rolü Nedir?
 

Demokrasimizin İçini Dolduran Adam


Son elli yılda dört defa demokrasiye karşı darbe yapan…

Darbe sonrasında hukuku hiçe sayan mahkemeler kurup milletin temsilcilerini yargılayan…

Millete gözdağı vermek için milletin sevgilisi olmuş bir başbakanı bir yılı aşkın bir süre eziyet ettikten sonra iki arkadaşıyla beraber asan…

Darbe sonrası yaptığı anayasalarda milletin haklarını güvence altına almak yerine kendi iktidarlarını ve imtiyazlarını korumaya çalışan…

Böylece darbecileri ömür boyu “tabii senatör” atayan…

“Darbeciler konseyi”nden “Cumhurbaşkanlığı konseyi” oluşturan…

Meclis’i basıp kendinden bir cumhurbaşkanı seçtirmeye kalkışan…

El çabukluğuyla hem anayasa referandumu hem de cumhurbaşkanlığı seçimini tek sandıktan çıkaran…

Anayasasına “Darbeciler Yargılanamaz” diye madde yazdıran…

18 yaşından küçük çocuğun yaşını büyütüp asan…

Bir askerî darbe için “gerekirse bin yıl sürer” diyen…

Siyasilere “onu kazıkta oturtacağım” diye haber gönderen…

Her eleştiriyi “vatan hainleri” söylemiyle susturmaya çalışan…

Bir başka başbakan için, “imam, böyle şey olur mu?” diyerek “sindirme” sorunu yaşayan…

Bir siyasi liderin elinden iktidarı alıp ötekine “altın tepside” sunan…

Sonra da madde madde taleplerini dikte ettiren…

Öz be öz vatandaşına “sözde vatandaş” yaftasını layık gören…

Gazetecileri, akademisyenleri ve sivil toplumu “manipüle” etmek için çalışmalar hazırlayan, raporlar, andıçlar oluşturan…

Hakimine, savcısına, bürokratına, polisine “birifing” vererek ne yapması gerektiğini izah eden ve birifing alanların da paşa paşa dinledikleri toplantıların yapan…

Yeni anayasa girişimini “milli devlete karşı” olmakla eş tutan…

Suçüstü yakalanmış birisi için “tanırım, iyi çocuktur” diyen…

Askerî işler yerine siyasetle uğraştıklarını anılarına not eden…

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na dernekleri, öğrencileri, eczacıları, fırıncıları, kırtasiyecileri, kuruyemişçileri, hastaneleri, lokantaları ve hatta anaokullarını fişleten…

Liselerde milli güvenlik derslerini ve asker eşi öğretmenleri okullar, öğretmenler ve öğrenciler hakkında “istihbarat” toplamak için kullanan…

Ayışığı, Sarıkız, olmadı Yakamoz veya Eldiven kod adlı darbe planları yapan…

“O mahkeme bizden, öbür mahkeme bizden değil” diye mahkemeleri, polisi, vatandaşı “Kendi tipimde” ve “F tipinde” diye ayıran…

Vatandaşların binlerce yılda oluşmuş “kimlik” lerini yasaklayarak kendi “kimlik modelini” vatandaşına zorunlu kılan…

En uzak köyünde, en ücra mezrasındaki camideki imamın okuyacağı Cuma hutbesini kendi yazıp gönderen, camilerde başka cümle konuşulup okunmasını engelleyen…

Saçını örtüyor diye vatandaşlarının öğrenim görme hakkını elinden alan…

Oğlu askeri yemin ederken saçını örten annesini yemin törenine almayıp onu tel örgülerin arkasında gözü yaşlı oğluna bakmasını sağlayan…

Darbe girişimleri ve faili meçhul cinayetleri soruşturuyor diye Savcıları görevden almaya çalışan ve meslekten atan….

Bir ülkede demokrasinin içi boş mudur, dolu mudur?

Buna benzer soruları cesurca sormayan bir toplum demokrasi ile yönetilmez, demokrasi ile yönetilmeyi de hakketmez.

Zira toplumlar hak ettikleri şekilde yönetilirler.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere ekseninden ABD eksenine geçmek zorunda kaldı.

ABD kendi ‘Yeni Dünya Düzeni’ni kuruyor, her bakımdan iflas eden İngiltere’nin dünya düzenini devralıyor, kendi saflarına (Hür Dünya) katılacak ülkelere demokratik açılımı şart koşuyordu. Çok partili hayata geçilmesi, serbest seçimlerin yapılması ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi uzun bir süreçti bu yolculuk…

Türkiye tehdidi görüyor ve tercihini yapıyordu ama bir türlü kendini beğendiremiyordu, zira rejimin adı Cumhuriyet olsa bile totaliter bir devlet görüntüsü arz ediyordu.

Zira bizim cumhuriyet elitlerinin amacı kıymeti kendinden menkul bir değer olarak yücelttikleri asıl ideal Batılılaşmaydı. Demokrasi de dahil olmak üzere bütün kavramlar, bu ideale hizmet ettikleri ölçüde gerekli ve değerliydiler. Bir başka deyişle demokrasi, halkın taleplerini yerine getirerek bütün dayatmaların önüne geçmek için değil, kendine elitlik ve belirleyicilik vehmeden azınlık bir zümrenin zihnindeki batılılaşma idealine hizmet ettiği ölçüde gerekli ve değerliydi.

Bu anlayışa göre halk sözgelimi hilafetin devamını isterse, ya da günümüze uygun bir örnek verecek olursak tesettür konusunda bir talebi olursa bu durumda demokrasi askıya alınabilir. Demokrasi prematüre doğum olarak algılanabilirdi.

Ancak aynı halk iradesini (savaş sonrası başka derdi yokmuş gibi) Batılılar gibi giyinmek ve de yaşamak yönünde tecelli ettirecek olursa, işte o zaman demokrasi “zamanı gelmiş bir uygulama” olarak görülebilirdi.

Her kavramın içini boşaltıp, kendi istediği şekilde dolduran, sonrada kendi acınası fikirlerini “tartışma kabul etmeyecek tek ve mutlak doğrular olarak” halka belletmeye çalışan elit azınlık, halka da “Göbeğini kaşıyan adam yada adam edilmesi gerekli yığınlar” olarak bakmakta da bir mahzur görmedi.

Türkiye’mizin devletçi elitleri Demokrasi’yi ” Hizmet etme değil, adam etme projesi” olarak görüp böyle davranmaya devam ettiler.

Bu yapıya göre, devlet politikası, devleti ele geçiren atanmışlarca belirlenirken, halkın seçip meclise gönderdiği vekiller ise, atanmışların belirlediği bu politikaları sadece uygulamakla mükellef oldular.

Böylece halkın seçtiği temsilciler sürekli değişirken, devlet politikaları değişmedi. Zira değişen politikalar değil, personeldir. Böylece, göbeğini kaşıyan adam ya da adam edilmesi gerekli olan halk seçtiği meclisin ülkeyi yönettiğini zannedecek ve halkın siyasal idarede söz sahibi olduğunu düşünecekti.

Bu bağlamda Cumhuriyet tarihi boyunca hangi parti başta olursa olsun çoğunluğun değil, azınlığın iktidarda olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Oysa Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk kimse unutmasın diye TBMM’nin duvarında “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazdırmıştı.

TBMM’nin ülke yönetimindeki payı nedir?

Halk tarafından seçilen meclis, ülkenin iç ve dış politikasının ne kadarını belirleyebiliyor?

Bu sorular biraz önce sorduğumuz “Demokrasimizin içi boş mudur dolumudur?” sorusuyla birlikte yerli yerinde ve hakkıyla tartışılmalıdır.

Meclisin ülke yönetimindeki payı kötümser rakamlara göre %5, en iyimser rakamlara göre %15 olduğunu ayrıca bu %15 iç ve dış politika belirlemenin %15'i olmayıp, ülke hizmetleri genelinde “belediye hizmetleri olarak belirlenen alan” olduğu gerçeğini aydınlarımız bilmiyorlar mı?

Demokratik anlayışın “ülke koşullarına özel” olarak belirlendiği, Türkiye Büyük Millet Meclisine sadece ” belediye hizmetleri sunma “ görevinin uygun görüldüğünü, halka ise; bireysel hak ve özgürlüklerinin yerine sadece oy kullanma hakkının verilmesi sizce demokrasi midir?

Seçtiğimiz Hükümete, TBMM’ye “Ekonomik olarak pastayı büyüt, ödenekleri bol gönder, hesap sorma, denetlme, yol, baraj, kanalisazyon asfalt, yap, çöpü topla gerisine karışma.Öyle hukuk devleti, demokrasi, bireysel hak ve özgürlükler diyerek “düzeni” çağdaş ve evrensel bir yapıya dönüştürme işlerini unut..Bu işler yapılacaksa bile biz yaparız.Ne kadar yapılacağına zaten biz karar veririz.”denilmiş olmuyor mu?.

Sanki bu millet buram buram demokrasi yaşıyormuş gibi “Demokrasilerde çare tükenmez” diyen siyasetçilerin, buna benzer söylemleri, bu şartlar altında biraz ironi kalmıyor mu?

Düğmeye basıldı! Yok henüz basılmadı anma basılacak! Kim bastı, ne zaman bastı, nerede basıldı ? Zinde güçlen dikkatle durumu izliyor.Cumhuriyetin sahibi koruma kollama görevini unutmadı, her an balans ayarı yapabilir! gibi lafların ortalıkta uçuştuğu ve aynı tavır içinde hiçbir utanma ve sıkılma hissi yaşanmadan tartışıldığı bir yönetim biçiminin adı ne zamandan beri demokrasi olabildi?

Halkın taleplerine, görüşlerine, temayüllerine, değerlerine, inanış, düşünüş ve yaşayış tarzlarına saygılı , onları mutlu etmek için kendisini, sadece bu çerceveyi korumakla değil, aynı zamanda güçlendirmekle de görevli bilen, ve bu ağır görevin sorumluluğu altında ezilen bir demokrasinin mevcudiyetine hala rastlanmamaktadır.

Türkiye’nin, Avrupa Birliği doğrultusunda atılan adımlar ve yaşanan hukuki reformlarla bu kabuğu kırma yoluna girdiği de bir gerçek. Güzel gelişmeler olduğunun hakkını da vermek gerekiyor. Bu gelişmeler yaşanmaya başlanır başlanmaz da, bugüne dek kayıtsız şartsız Avrupalılaşma yanlısı olan kesimlerin, AB karşıtlığına soyunmuş olmaları da -olayları okumasını ve ders almasını bilenler için - aynı ölçüde ibret verici mahiyette.

Her şeyden kaçabilirsiniz ama tarihten kaçamazsınız. Tarih deniz gibidir. Deniz, eninde sonunda nasıl içindekini kıyıya vurursa, tarihi hakikatler de, bütün ihtişamıyla, er ya da geç günahıyla, sevabıyla bütün ağırlığı ve sancısıyla kendini kabul ettirir.

Artık millet iradesine karşı darbecilik hevesleriyle çeşitli yollar deneyenler artık başarılı olamıyor…

Kim olursa olsun artık herkes hesap veriyor.

Göbeğini kaşıyan adamlar, ağzı çorba kokanlar, kasketliler, sarı çizmeli Mehmet Ağalar, Hasso’lar , Fadime’ler, Enine’ler bilinçlendi.

Daha müreffeh daha demokratik ve daha güzel bir Türkiye’nin önünü açmaya çalışıyorlar.


Türkiye’nin demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler alanında güçlü ve sağlam temele oturmasında, güven ve huzur dolu , zengin ve büyük bir ülke olmasında katkı sunan başta göbeğini kaşıyan ağzı tarana çorbası kokan Haso’lara, Eminelere, Fadimelere, sarı çizmeli Mehmet Ağalara hem oy verdikleri hem de yetiştirip ülke yönetimine getirdikleri evlatları için binlerce teşekkür…

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..