Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Demokratik açılım

Demokratik açılım
 

biz bu şartlardan bu günlere geldik


Yaklaşık 30 yıldır Güneydoğuda bir savaş yaşanıyor. Askeri, psikolojik, sosyolojik sonuçları bizi yüzyıllarca etkileyecek bir savaş. Binlerce şehit, bir hiç uğruna ölen binlerce vatandaş. Kıbrıs’ta iki millet savaştı, bunun yüzde biri kadar kayıp yaşanmadı. Tüm yönleriyle ele alındığında trilyon dolarlık maddi kayba uğradı bu millet. Evet dile kolay trilyon dolar. Bir kalem alıp da yazmaya çalışalım; bakalım, bir hamlede yazılır mı bu rakam? Bu para kalkınma için kullanılsaydı fakir kalır mıydı acaba. Milli gelir en iyimser bakışla 10 bin doların altında olur muydu acaba. Gerçi hortumcular bu parayı millete yetirmezdi; ama bir kısmı yine de amacı doğrultusunda kullanılırdı.

Evet, bu savaşın doğurduğu sorunların çözümü yüzyıllar alacak. Nesiller bu kanserle yaşayacak, yaşamak zorunda kalacak. Sorun giderildikten sonra tekrar nüksetme ihtimali saklı kalacak. Tıpkı sönmüş ancak patlamaya hazır bir volkan gibi içimizde yaşayacak bu sorun. Evet, düşman uzun süreli bir mücadeleyle içimize düşmanlık tohumlarını ekti. Bu tohumlardan GDO’lu ürünler çıktı ve kansere yol açtı. Tohumları değiştirmek lazım artık. Yoksa bu düşmanlıkla Anadolu’da yaşanmaz.

Evet, 30 yıllık bir savaş hali... Yaşananlarla ilgili yüzlerce kitap yazılacak, onlarca film çekilecek, yüzlerce beste yapılacak. Bunun sonucu akılların iğdiş edileceği milyonlarca insan ortaya çıkacak. “Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan daha zordur” demiş ünlü bilim adamı Einstein. Her iki tarafın kinlerini nefretlerini, yaşanmışlıklarını unutmaları gerçekten çok zor bir hadise. Ulusal bir hafıza silme, yeniden yükleme olur mu bilemiyorum. Bütün bu sorunları kim çözecek? Bu bizim iç meselemizdir, elbette bizler çözeceğiz bu sorunu. Çözüm içerde. İlim adamlarımızla, siyasilerimizle ve kendi insanımızın engin tecrübesiyle çözüme kavuşturulacak bu mesele. Çözümler ithal etme şansımız olamaz. Zaten bu çorabı onlar ördü başımıza. Onlar şu anda zil takıp oynuyorlar ve projenin tam sonuç verdiğine (mayanın tuttuğuna) seviniyorlar.

Ortada hiçbir neden yokken ülkemiz bölünme noktasına getirilmek isteniyor. Batılı güçler (emperyalistler) bir senaryo yazdılar ve bunu film haline getiriyorlar. Başrolleri birilerine verdiler. Bizi de kendi sonumuzu hazırlama projesi olan bu oyunda figüran olarak kullanıyorlar. Basiretsiz iktidarların sorunu algılayamaması, kalıcı çözümler üretememesi oyunun seyirci hasılatı kırmasına neden oldu, dünyada en çok izlenen film oldu. Oyunun adı Osmanlı’nın parçalanmasının devamı olan “Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanma” oyunudur. Kim ne derse desin, bunun adı başka bir şey değil. Figüranlar elbette doğal olarak senaryodan anlamadılar hala da anlamıyorlar.

Yok, ikinci sınıf vatandaş olmuşlar; neymiş, kültürleri ve dilleri ihmal edilmiş; yok, geri bırakılmışlar… vs vs. Sudan bahanelerle kardeş kardeşi (kardeşlik mi bıraktılar) katletti. Türkiye’de en fakir köylerin ve bölgelerin istatistiği yapılsın, aile başına düşen arazi miktarı çıkartılsın bakalım. Bir mezarlık arazisi olmayan bölge Karadeniz bölgesi mi, yoksa Güneydoğu Anadolu bölgesi mi? Çıksın da görelim. Arkadaş, bu oyunda sana at gözlüğü takmışlar, beynin iğdiş edilmiş, çektiğin şut kaleye mi gidiyor, türbinlere mi göremiyorsun. Bildiğin sadece “odunumun parası” onu tekrar edip duruyorsun. Bu masallarla büyümüşsün; beynini çalıştırmayı, düşünmeyi unutmuşsun. Habire kardeş kanı akıtıyorsun. Diğer taraftan adam malı götürüyor, dünyanın gözünü açacak bir milleti uyutup duruyorlar. Arkasından da kahir ekseriyetle Müslümanız diye hava atıyor duruyoruz. Peygamberi seviyoruz, Ali’yi Hüseyin’i seviyoruz, şeyhimizi seviyoruz vs vs diye kendimizi kandırıyoruz. Bir taraf şehit oluyor diğer tarafın ne olduğu meçhul. Bu senaryolar dünyada ilk kez yaşanmıyor ve yaşananla da maalesef bile bile lades diyoruz. Ne zaman aklımız başımıza gelecek. Yoksa şu son dönemde dünyamızı sık sık ziyaret eden ufolar ve diğer dünyalılar mı gelecek de bu insanlık rezaletine son verecek? Onlar mı bize akıl fikir verecekler de at gözlüklerini bırakıp gerçeği öğreneceğiz.

Türkiye’de gündemi uzun süredir meşgul eden bir “demokratik açılım” meselesi var. Evet, milletin kafasında kuşkular uyandıran bir açılım bu. Çünkü açılımın açılımı yapılmadı milletin beyninde. Aslında bu, milletin asli ve milli meselesidir. Neredeyse milli mücadele kadar önemli bir mesele. Bu sorun çözülmeden Türkiye bir adım ileri gidemez. Milli mücadele, her yönüyle dünyada eşi görülmemiş bir başarı ve hakkın geri alınması davasıdır. Milli mücadelede düşman belli, düşman yabancı. Milletin tümü ve mazlum milletler aynı düşüncede, aynı dava içerisinde bütünleşmiş bir mücadele yürütüldü. Bugünkü mesele bazı yönleriyle çok daha nazik bir mesele. İnsanımızın ayrıştırıldığı nazik bir ortam var önümüzde. Böyle bir ortamda önümüze bakmalı, sorunları çözmek için ortak bir dil geliştirmeliyiz. Ancak ortada çok tehlikeli bir gelişme yaşanıyor. Çok nazik ve milli mesele, siyasallaştırılmaya çalışılıyor. Cumhuriyetimizin son 50-60 yılında olduğu gibi bunda da milli meseleleri hep siyasallaştırdık, hiçbir şeyi ilmi boyutta ele almadık.

Ey ölümlü siyasetçilerimiz, lütfen bu meseleyi siyasallaştırmayın. Meselenin nazikliğini anlayamıyorsanız, istifa edin. Çözmediğiniz/ çözemediğiniz bir meseleden dolayı millet sizi affetse ne olur, affetmese ne olur? Bu, sorunu çözmüyor ki. Düzeltmemek/ düzeltememek… Bu, millete çok pahalıya mal olacaktır.

10 Kasım gibi anlamlı bir günde bu mesele, Mecliste tartışmaya açıldı. Mecliste bu konu görüşülecekken devlet adamı basireti beklediğimiz insanlar, kirli çamaşırlarını otaya dökme yolunu seçtiler. Temel’in dediği gibi “Eee, ne oldi şimdi?”

Evet, gözünüz aydın olsun! Batı (emperyalistler) amacına ulaşmış oldu. Milleti bölmenin keyfini sürüyorlar. İki halkı düşman ettiler. O kadar şehitten sonra ve devletin kendilerine yuvaya dönüş için sağladığı imkândan sonra yaptıkları son rezillik, olayın tuzu biberi oldu. Bunun sonucu bir arada yaşanamayacağı kanısı kolay kolay giderilemeyecek.

Aydınlar bölündü. Gerçi aydın sayısı çok az ve de sesleri çıkmıyor. “Aydıncık”lar bölündü ve birçoğunun ya kafası basmıyor ya da menfaatine geldiği gibi kullanıyorlar bu meseleyi. Evet, bu meseleyi bilmeden kotarmaya çalışanlara ya da menfaat aracı yapanlara aydın denmez, dense dense “aydıncık” denir. Bunlar da gafletlerinden dolayı tarih önünde sorumlu olacaklardır. İlahi adaletin gerçekleşeceği zaman hesaplarının dürüleceğine inanıyorum. Sonuç olarak batı bunda da amacına ulaştı, aydınımızı böldü ve kendi oyununun figüranı haline getirdi.

Siyasetçilerimiz bölündü. Gerçi, ülke menfaati için ne zaman birleştiler ki? Ne biçim siyaset bu? İktidar doğru da yapsa yanlış oluyor, yanlış da yapsa yanlış oluyor. Kardeşim, siz üç büyüklerin fanatik taraftarı mısınız? Sizi bu millet, Atatürk’ün (Milletin) meclisine niye gönderdi? Orada kavga edin, kulüp başkanınızın (!) söylediğinden dışarı çıkmayın diye mi? Başkalarının yaptıklarını Atatürk’ün ölçülerine vuruyorsunuz da kendi yaptığınızı niye vurmuyorsunuz? Birinin yaptığını milletin değerleriyle kıyaslıyorsunuz da kendi yaptığınızı niye aynı ölçülere vurmuyorsunuz? Yoksa “terzi kendi söküğünü dikemez” misali bir anlayışı yıkmaya muktedir değil misiniz?

Atatürk, Hatay meselesini sizin yönteminizle çözebilir miydi? Meclis kavgasıyla mı, meclis kenetlenmesiyle mi çözüldü Hatay meselesi? Nasıl bir Atatürkçülük sizinkisi; inanın, millet hala çözemedi. Niye muhalefet partilerinin ülke meselelerine yardım edebilmelerinin önü kapanır, niye iktidar partisinin milli meselelerde muhalefetten destek alma konusunda önü tıkanır. Burası kimsenin tarlası değil ki. Anadolu’dan ayrılıp o manevi değerleri yüksek taş binanın içine girdiğinizde niye kalbiniz taş kesiliyor? Şunu unutmayın ki millet, manevi kalbi güçlü vekilleri de oraya göndermeyi becerecek yeteneğe sahiptir.

Mesele; sorunu kimin çözdüğü, kimin oylarını ne kadar artırdığı, bu meselenin çözümünden kimin ne kadar siyasi rant elde ettiği meselesi değildir. Mesele; bu sorunun çözüme kavuşturulması, gencecik insanların ölmemesi, düşmanlıkların son bulması, milli servetin boşa gitmemesi, Ortadoğu’ya huzurun gelmesi ve emperyalistlerin hayallerinin kursağında kalmasıdır. Bunun için samimi, dürüst erdemli olmak gerekir. Dünya güçlü bir Türkiye’ye muhtaçtır, siyasetçilerimiz de tarihi bir sınav içerisindedirler. Evet, dünya barış ararken (onun doğal tohumları Anadolu’dadır) biz ivedilikle yurtta barışı sağlamak zorundayız. Bu görev, öncelikle Milli Meclise (milli olmalılar) ve aydınlara düşmektedir.

İsmet YALÇINKAYA

KİMYA ÖĞRETMENİ

 
Toplam blog
: 137
: 1557
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

1963 yılı Trabzon Of doğumluyu. Emekli Öğretmenim Eğitimle ilgili konulara ilgim uzun yıllar önce..