Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '20

 
Kategori
Sosyoloji
 

Deneyimler ve Dersler

Uzun süre şehirde yaşadım. Tıkandım. Doğada olma arzusuyla ve inancıyla bir köye yerleştim. Yine tıkandım. Belki beklentilerim de yüksekti! Olabilir. Ancak kendi deneyimlerimden çıkardığım bazı dersler oldu. Bu derslere ucundan, kenarından biraz değinmek istiyorum.

Şehirleri çok fazla anlatmama gerek yok. Robert Pirsing'in analitik ve bütünsel bir bakışla ele aldığı, insanın bir motosiklet ile ilişkisi üzerinden yola çıkarak insan, hayat, yöntemler, tıkanıklıklar, anlayış farkları, patolojik durumlar ve dolayısıyla şeylerle olan ilişkilenme biçimimizi pek bir güzel anlattığı 'Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı' adındaki kitabını okurken temas ettiğim ve benim de ruhuma aynı etkiyi vuran bir tespiti var. Aynen katılıyorum;

'Günümüzdeki toplumsal krizlerin nedeni aklın doğasındaki bir genetik bozukluktur ve bu genetik bozukluk giderilinceye kadar krizler hep olacaktır. Günümüzdeki akılcılık biçimleri toplumu daha iyi bir dünyaya ilerletmiyor. Bu 'daha iyi dünyadan' gittikçe uzaklaştırıyor. Yiyecek, giyecek ve barınak gereksinimleri baskın durumda olduğu sürece de sürdürecek. Oysa şu anda büyük halk kitleleri için bu gereksinimler her şeyin üzerinde değildir. Gerçek niteliği görülmeye başlamıştır; duygusal yönden sahte, estetik yönden anlamsız ve ruhsal yönden boş.. Bugün olduğu ve gelecekte uzun süre olmayı sürdüreceği durum da budur.'

İnsanı, tam tersi olması gerekirken, temel gereksinimlerinin karşılanmasına indirgeyen, entelektüel ve sanatsal açıdan gelişmesi gereken yerde daha da gerileten bir düzenin içinde kendi varoluşumuzun bir nabız gibi atan sesini dinlemek üzere pek çoğumuz, yükseklere, sessizliğe, belki inzivaya ve düşünmek zorunda bırakıldığımız pek çok bombardımanı geride bırakacağımız alanlara çekilmek üzere bir hayalin peşine düştü.

Ne için? Rahatlamak, gevşemek, mecburiyetlerden arınmak, ihtiyacımızmış gibi gösterilen şeylerden uzaklaşarak gerçek ihtiyaçlarımıza kucak açmak, etrafa bakınca insan doğasına uyumsuz betonları görmek yerine, ağaçları, dağları, çiçekleri, hayvanları ve doğanın içinde birlikte devinen şeyleri görmek ve onun içine karışmak için... Ve evet, en nihayetinde 'kendi alanını yaratmak' için...

Köyde yaşam... Her şey iyi, güzel de öyle olmuyor! Maalesef insan dediğimiz şey buna izin vermiyor. Ve o, her yerde. Olmadığı yer yok! Bu yüzden kırsalda yaşamanın da kendine has zorlukları var. Bunlardan bazıları deneyimleyenlerin de bildiği üzere alışık olmadığımız bir yaşam biçimine girişin hazımsızlığı olabilir. Bir diğeri etrafta sizi açmayan, açmayacak, kendi ritminde bir yerlerde donmuş kalmış insan populasyonu ile ilişkinin zorlukları ve bu zorlukların yarattığı/yaratacağı tıkanıklıklar olabilir. Bir başkası, insan hayatının ve zamanının daha verimli yaşanması adına iş yaşamını o şartlarda ve bambaşka bir zemine oturtmanın zorluğu olabilir. Oturtamamışsanız ve alternatif bir şey bulamamışsanız eğer, hiçbir şey yapmamanın ve alışık olduğumuz şeyleri yapmanın arasında bir bocalama hissi ile birlikte bir yerlerde bulmamız gereken çözümlerin ve kendini doğuracak kimi değişikliklerin nasıl geleceğini bilemiyor olmanın da ayrı bir sıkıntısı olur. Ve tüm bu zorluklarla mücadele etmek kişiden kişiye, mizaçtan mizaca, anlayıştan anlayışa değişir. Ama yüksek ihtimal ki doğada bir yerde de olsanız, sizi tatmin etmeyen durumların ve buna bağlı gelişen bir haleti ruhiyenin içinde bulabilirsiniz kendinizi!

Uyum sağlamanın gidişatı, kişiden kişiye değişir elbet ama uyum sağlayamamak da bir olasılık olarak orda duruyor. Bu durumda 'nerden başladım, nasıl bu duruma geldim' diye bir noktada kendinize bir soru sorarsanız eğer işte o zaman sizi bu noktaya getiren bütün bir seyre yeniden bakmanız gerekebilir. Zira anlayış, ancak bütünsel bir bakışla gelir ve şeylerdeki genel durum ile o durumun içindeki bize gerçek bir bakış atabiliriz belki o zaman.

Robert Pirsing'in de dediği gibi; 'A, B'nin nedenidir. B, C'nin, C, D'nin.Ve böylece gider.'* Her şey birbirinin nedeni ve sonucudur. Aralarındaki bağlantı tartışmasızdır. Tüm bunlar, sizi bir yere götürür. Sorunların da, mutlulukların da, çözümlerin de, patolojilerin de seyri budur. Tamamen kişinin kendi kendine farkedebileceği bir şey! Kendi kişisel yaklaşımlarınızdan da tutun da, dışardan gelebileceklerle birlikte hem içerden hem dışardan ve ikisinin rezonansından ortaya çıkan her ne ise... Çözmek eninde sonunda şart olur zira çözemediğinizde sürüklenmeye başlarsınız! Bu sürüklenme ise çamurlu sulara götürebilir insanı. Bunun sonucu ise ağır olabilir; etrafınızdaki güzellikleri görememeye ve anlamlandıramamaya başlayabilirsiniz. Bundan daha kötü ne olabilir! Oysa buraya bunun için gelmiştiniz; güzellik görmek ve daha da güzelleşmek için!

İşler, bazen istediğimiz gibi gitmiyor! Bunun nedenlerine inmeye soyunursak eğer, burada, tam da bu noktada 'siz ne tür bir insansınız?' gibi bir soru çıkıverirse karşınıza bir gün, kafanızda bir şeyler aydınlanabilir belki. Bana olduğu gibi.. Anladım ki, her şey düşünüş biçiminde ve yaklaşımda gizli! Yani başlangıçta! Geri gitmek, sorunun ve çözümün bir parçası.. Daha en başından 'nasıl birşey istiyorum'u bilmek ve sistemli bir şekilde ondan sonra yola düşmek gerek. Rastgele olmuyor bu işler. Ben denedim, olmadı!

Bu noktada yine Robert Pirsing'in analizlerine başvuruyorum;

'Saklı biçimler dünyası alışılmamış bir konudur. Nesneleri o anki görünümlerine dayanarak ya da saklı biçimlerine dayanarak algılarsınız. Saklı biçimler dünyasının kendisinin saklı biçiminden bahsetmek istiyorum. İnsan anlayışını; klasik anlayış ve romantik anlayış olarak ikiye ayırmak istiyorum.'*

Buna göre; ' Klasik anlayış dünyayı, saklı biçimin kendisi olarak görür. Romantik anlayış ise o anki görünüşüyle görür. Bir romantiğe, bir motor ya da makine çizimi gösterdiğinizde onu ilgilendiren birşeyler görmesi olanaksızdır. Gördüğü şeyin çekiciliği yoktur, çünkü gerçekliğin yüzeyini görür. İsimler, çizgiler ve sayılardan oluşan sıkıcı, karışık listeler. İlginç bir şey yoktur. Ama aynı krokiyi ya da şemayı klasik bir kişiye gösterdiğinizde ona bakar ve hayran kalır; çünkü oradaki çizgilerde, biçimlerde ve simgelerde saklı biçimin muazzam zenginliğini görür.

Romantik tarz, öncelikle esinsel, düşsel, yaratıcı ve sezgiseldir. Duygular, olgulardan önce gelir. Sanat, bilimle karşılaştırıldığında genellikle romantiktir. Aklı ya da yasaları izlemez. Yalnızca duyguları, sezgileri ve estetik vicdanı izler. Klasik tarz tersine aklı ve yasaları izler ki bunlar da düşünce ve davranışların saklı biçimleridir. Motosiklet sürmek, romantik olmasına karşın motosiklet bakımı tam anlamıyla klasiktir. Kir, yağ ve saklı biçimlerde ustalaşma gerekliliği öyle bir romantizm karşıtı etki yapar ki romantikler asla buna yanaşmazlar.

Görünürdeki çirkinlik, klasik anlayış tarzında sık sık bulunmasına karşılık, aslında doğasından gelen birşey değildir. Romantiklerin gizliliği yüzünden göremedikleri bir klasik estetik vardır. Klasik üslup, dosdoğru, yalın, duygusuz, ekonomiktir ve dikkatle dengelenmiştir. Amacı duygusal esin uyandırmak değil, kaostan düzen yaratmak, bilinmezi bilinir kılmaktır. Her şey kontrol altındadır. Onun değeri, bu kontrolü sağlama becerisiyle ölçülür.

Klasik gerçeklik öncelikle teoriktir ama kendi estetiği vardır. Romantik gerçeklik öncelikle estetiktir ama teorisi de vardır. Teorik ve estetik kavramı tek bir dünyanın bileşenleri arasındadır. Klasik ve romantik ayrımı ise iki ayrı dünya arasındadır.

Klasik tarz romantiklere sıkıcı, kaba ve çirkin gözükür. Her şey parçalara, bölümlere, bileşenlere ve ilişkilerine dayanır. Defalarca bilgisayardan geçirilmeden hiçbir şey hesaplanmaz. Her şeyin ölçülüp kanıtlanması gerekir. Romantikler için; bunaltıcı, ağır, sonsuz gri, öldürücü!

Öte yandan klasik tarz da romantiği kendine özgü bir tarzda görür. Uçarı, mantıksız, kararsız, güvenilmez, öncelikle zevk peşinde koşmakla ilgilenen biri. Sığ. Bir özden yoksun. Genellikle kendi ağırlığını bile taşıyamayan biri. Gerçek bir ayakbağı. Böylece savaşın taraftarlarını biraz daha iyi tanımış olduk.

Sorunun kaynağı budur. İnsanlar ya yalnızca bir tarzda ya da öteki tarzda düşünmeye ve bunu yaparken öteki tarza ait olan her şeyi yanlış anlamaya ya da küçümsemeye eğilimlidirler. Fakat hiç kimse kendi gördüğü gerçekten vazgeçmeye niyetli değil ve bildiğim kadarıyla kimse bu iki ayrı gerçekliği ya da tarzı gerçekten birbiriyle uzlaştırarak yaşamıyor. Gerçeğin bu iki görüntüsünün birleştiği bir nokta yok!'*

Şimdi gelelim kendi konumuza. Doğada yaşamak istiyorsunuz, tamam ama siz bir romantik misiniz yoksa klasik mi? Bu sorunun cevabının hayati önem taşıdığına inanıyorum. Zira bunu bilmeden yani kendinizi bilmeden yola çıkarsanız ve yola çıktığınız diğerini bilmeden yola çıkarsanız sonuç, her iki insan için de büyük bir hayal kırıklığı olabilir!.

Klasik biri, bir yer seçerken, yerin koşullarına, etrafına, çevrede yaşayan insanlara, iklime, iklime uyum sağlayıp sağlayamayacağına, milim milim yapılacak masraflara, uzun vadede burada yaşamak isteyip istemeyeceğine, etrafta ilişki kurabileceği insanlar olup olmadığına, komşularına, kendisi gibi ortak paydalarda buluşabileceği insanların varlığına ve bunun gibi tüm ayrıntılara tek tek, sabırla ve planlı bir şekilde bakacaktır.

Romantik biri ise, yerin veya varsa içindeki evin o anki görünüşüne odaklanacak, doğabilecek tüm sorunlara gözlerini kapayacaktır. Tamamen rastgele ve hayalci bir yaklaşım. Ve evet, tehlikeli!

Başlangıç, inanılmaz olasılıklara gebe.. İyiye de gidebilir, kötüye de! Nerden, nasıl başlayacağımızı bilmek ise çok önemli. İçimden keşke insan, hem klasik hem de romantik olabilse diye geçiyor. Ben, romantiğim mesela. Duygularıyla hareket eden, o anki aldığı esinlerle kararlarına yön verebilen biri. Doğada yaşadığım deneyimler ise bu yüzden zaman zaman bir hayal kırıklığına dönüştü.

Doğada yaşamak üzere yola çıkan insanlardan duymuşluğunuz vardır belki; 'sistemin dışına çıkıyorum' derler. Bunu ben de dedim. Hatta çıktığımı sandım. Ama ayakları yere basmayan bir çıkışmış bu. Sistemin her an her yerde olduğunu, olması gerektiğini, aklın ve mantığın devre dışı bırakıldığı her yerde çöküşler ve erozyonlar olduğunu gördüm. Bunu, bizzat kendimden biliyorum.

Bu noktada Robert Pirsing'in sistemi motosiklet üzerinden örnekleyerek ele alışına yine bir bakalım istiyorum. Zira pek bir zeka açıcı anlatmış;

'Motosikletin bileşenlerine ve işlevlerine göre ayrıldığı bir kavramlar silsilesinden sözedebiliriz. Ve bileşenler de  güç grubu ve devinim grubu olarak alt bölümlere ayrılır. Her yeni ayrımda, bu ayrımlarla ilgili yeni kutular ortaya çıkmakta ve sonunda kutulardan koskoca bir piramit oluşmaktadır. Bu piramitler ise hiyerarşiye göre yapılanmıştır. Modern işletmeler de bu şekilde yapılandırılır, mekanik gruplar, bilgisayar yazılımları, tüm bilimsel ve teknik bilgiler de bu şekilde yapılandırılır. 'İçerik hiyerarşisi' ve nedensellik yapısı' kısımlarının yalnızca birer türünü oluşturduğu, birbirleriyle ilişkili yapıların genel adı 'sistem'dir. Motosiklet bir sistemdir. Gerçek bir sistem; çeliğe işlenmiş kavramlar sistemi. Birisinin zihninden çıkmamış tek bir parça, tek bir biçim yoktur içinde. Motosiklet öncelikle zihinsel bir olgudur. Bunu görmek önemlidir. Çelik bile bir insan kafasından çıkmadır. Doğada çelik yoktur. Doğada olan şey, çeliğin potansiyelidir yalnızca. Saklı biçimler...

Yönetsel ve kurumsal yapılanmalara da sistem demek doğrudur, çünkü bu örgütlenmeler motosikletinkiyle aynı yapısal, kavramsal ilişkiler temelinde oluşturulmuşlardır. Tüm anlam ve amaçlarını yitirseler de, yapısal ilişkiler sayesinde ayakta kalırlar. İnsanlar fabrikaya gelir ve tümüyle anlamsız bir işi, soru sormadan, saat sekizden beşe kadar yaparlar. Çünkü yapı bunun böyle olmasını gerektirmektedir. Onların bu anlamsız yaşamı sürdürmelerini isteyen ne bir kötü adam ne de bir ahlaksız herif vardır. Yalnızca yapı böyledir.

Ama sistem olduğu için bir fabrikayı yıkmak ya da bir hükümete karşı ayaklanmak ya da motosikleti tamirden kaçınmak nedenlere değil sonuçlara saldırmaktır. Ve saldırı sadece sonuçlara yönelik olduğu sürece hiçbir değişim olanaklı değildir. Asıl sistem, gerçek sistem, var olan sistematik düşünce yapımızdan, akılcılığın kendisinden başka birşey değildir. Sistem konusunda çok şey söylenmiştir. Ama bu konu hemen hemen hiç anlaşılmamıştır!'*

Yazarın da anlattığı gibi sistemlerle ilgili olarak ortada yanlış olan bir şey varsa o da aklın doğasındaki bir genetik bozukluk olabilir, akılcılık değil! Sistemler böylelikle anladığımız üzere gereklidir. Her şey kendi içinde doğası gereği bir sistemdir. 

Görüldüğü gibi neye başlarsak başlayalım, mantıksal ve örgütsel bir düşünüş ile hareket etmek mecburiyeti doğuyor. Sistem, bunun içindedir. Sanat ve bilim, akılcılık ve romantizm birbirinin karşıtı değil, biri diğerini aslında tamamlayan olgular.. Birini, bir yaklaşımı ötelemek, elinin tersiyle itmek, değersiz görmek ve yok saymak doğru bir anlayış değil! Eksik kaldığınız yerde eksiğinizi bilmek, akıl almak, destek almak gerekli. Anlayışınızın sizi hangi tarafa meyilli yaptığını bilmek önemli. Yoksa bir hayal kırıklığı doğuyor güneş yerine!

Benim deneyimimde karar verdiğim yere, seçime bütüncül bir bakışla yani akılcı bir yaklaşımla bakmadığım ve sadece o anki beğenimle tüm diğer yan durumları gözardı ederek hareket ettiğim için zamanla yaptığım seçimin çok da doğru bir seçim olmadığı ortaya çıktı. Birlikte yola çıktığım insan akılcı bir insandı. Ve benim romantikliğim ile onun akılcılığı aynı trende yol alamadı. Birbirimizi anlayamadık ve aramızdaki iletişimin gitgide tıkandığına tanık olduk.

Gelelim neticeye; benim vardığım sonuca göre; doğada yaşayacağınız yer, bir kente/şehre yakın olmalı. Arazinin durumu oraya ulaşımı mümkün kılacak bir yerde olmalı ve düz olmalı. Etrafta ilişki kurmak zorunda kalacağınız insanlara dikkat etmek önemli hatta çok elzem. Nasıl insanlar? Eğer kötücül ve cahil insanlarsa oradan hemen vazgeçmek gerek. Zira gitmiyor, yürümüyor. Dünyanın en güzel yerinde de olsanız dibinizde kötü yürekli olması şart bile değil donuk/cahil/zihni sabit,eylemi sabit, duygusu sabit, düşüncesi sabit insanlar varsa hayattan zevk alamıyorsunuz bir süre sonra. Yakınınızda sizin gibi insanların varlığı ise çok önemli. İlişki kurabileceğiniz, kurmaktan zevk alacağınız, size birşeyler katan, sizin de birşeyler katabileceğiniz insanlar. Birbirinizden yeni birşeyler öğrenebileceğiniz insanlar.. Bu çok değerli. Zira Ayşe teyze, Mehmet amca ile olmuyor. Sıkıcı oluyor bir süre sonra. İçinize kapanıyor ve etrafla ilişki kurmak isteğinizi yitiriyorsunuz. Donup kalabiliyorsunuz!

İnsan, kendi alanını yaratmalıdır. Buna bütün yüreğimle inanıyorum. Benim gibi toplumda 'ayrık otu' durumunda olan ve toplumsal yapıya ayak uyduramayan, aykırı biri iseniz bunu yeniden ve yeniden denersiniz, denemek zorundasınız. Zira şehirde, bir apartman yaşamında, kalabaklıkların ve birbiriyle teması olmayan insanların arasında, betonların insana verdiği sağlıksız ve kaotik etkilerin içinde yaşamayı hayal bile edemiyorum.

Ne derler! Denemeye devam.. Hatalardan dersler alarak...

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..