Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

07 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Deniz'in idamı

Deniz'in idamı
 

Karşı yakanın üç gülü, Deniz gülü, Yusuf gülü, Hüseyin gülü, darağacında gömülü karşıyakanın üç gülü, Gezmiş gülü, Aslan gülü, İnan gülü. Ölümdür kimileyin kavganın tek ödülü...

Tutsam şu karanlığı tutsam da yırtsam...

Denizin idamından önce bekletildiği oda çok kalabalıktı. Çok sayıda subay vardı. Gardiyanlar, Ankara emniyet müdürü, savcı, infaz savcısı, polis şefleri. Deniz Gezmiş , Yusuf Aslan, Hüseyin İnan hakkında idam kararı veren Ankara Bölgesi Sıkıyönetim 1 numaralı askeri mahkemesinin başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi oradaydı.

Deniz bulunduğu odaya içeri giren avukatlarına gülümsemiş, içmekte olduğu filitreli sigarayı göstererek, "iki gün öncesine kadar birinci sigarası içiyorduk, karar (idam kararları) belli olunca filitreli sigara içelim dedik" demişti.

Deniz’in idamından önce bekletildiği oda çok kalabalıktı, gözler Deniz’ e kilitlenmişti, Deniz de gözlerini onlardan kaçırmıyor, odada bulunanların yüzlerini ruhuna kazıyordu. Bir ara postallarına takıldı gözleri, ipleri açıktı, sigarası bittiğinde infaz savcısına seslendi.

"ELLERİMİ ÇÖZÜN, babama mektup yazacağım." Elleri kelepçeliydi Deniz’in ve oda çok kalabalıktı ve onun elleri hiç cana kıymamıştı ve şimdi ellerini kelepçelemiş kalabalık onu idam ederek canına kıyacaktı.

ELLERİNİ ÇÖZMEDİLER.

"Sen söyle Deniz, yazarlar" diye seslendi bir subay. Bir daktilo getirildi. Deniz babasına yazdıklarını kimseler duysun istemiyordu. Biraz bekledi, asılacağı darağacına baktı bir süre, sözcükleri tek tek seçip mektubu yazdırmaya başladı yüksek sesle.

Deniz’in idamından önce bekletildiği oda çok kalabalıktı ve elleri kelepçeliydi. Odada çıt çıkmıyordu...

"Baba,

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman ben aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben her ne kadar üzülmeyin desem de sizin üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanızı istiyorum. İnsanlar doğar, yaşar ve ölür, önemli olan çok yaşamak değil yaşadığı süre içinde iyi şeyler yapmaktır. Bu nedenle ben erken gitmeyi doğal karşılıyorum. Kaldı ki benden önce giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir, benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşında çaresiz değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunda bu olduğunu biliyordu.

Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halkalarının da anlayacağına eminim. Cenazem için gerekli talimatı avukatlarıma verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969 yılında ölen arkadaşım Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’ a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.

Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni annemi, ağabeyimi, kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…

Oğlun Deniz"

Denizi mektubunda yazdırdığı gibi arkadaşının yanına gömmediler, bir insanın ölüsünden korkmak!!!!

Bir evladın babasına idama giderken söyleyeceği çok şeyi vardır, Deniz’in de vardı, kimseler duysun istememişti, gözleri değsin istememişti. Oğul tadında bir mektup yazamamıştı elleri kelepçeliydi… Bitirdi diyeceklerini, sordu ‘‘mektubu babama verirsiniz değil mi?" Cevap "EVET" oldu.

Deniz hakkında yapılmış bir belgeseli seyrederken bu mektubun babasına teslim edilmediğini öğrendim. Hiç önemi yoktu zaten elleri değmemişti mektuba, yüreği dokunmamıştı satırlara, bir yabancının yazdığı oğul tadında olmayan bir veda mektubuydu.

Denizin idamından önce bekletildiği oda çok kalabalıktı, "nasılsın?" diye sordu bir ses, yanıtı "rahatım, mutluyum" oldu. Aynı ses ''bizden bir isteğin var mı?’’ diye tekrar sordu. "Var, arkadaşlarımla vedalaşmak istiyorum, Yusuf ve Hüseyin’i görmek istiyorum."

Postalları canını sıkıyordu ipleri çözülmüştü. Elleri kelepçeli idi, bağlayamıyordu.

Az sonra cezaevinin koridorlarında demirin betonda sürüklenirken çıkardığı ses duyuldu, başka zaman duysa ürkütürdü bu ses Deniz'i; ama bu gün sesin içinde arkadaşı Yusuf geliyordu, ilk Yusuf getirildi yanına ve Yusuf kapıda gözüktüğünde Deniz ayağa kalktı, aydınlanmıştı her ikisinin de bakışları. Gülerek karşıladı arkadaşını . Yusuf’un da elleri kelepçeliydi… Göğüs göğse yanak yanağa durdular, gülümsüyordu ikisi de, birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldadılar, oda çok kalabalıkt ; ama kimse bu fısıltıyla söylenmiş sözcükleri duyamadı… Duysalardı bile anlamazlardı. Anlasalardı zaten onları asla ASMAZLARDI!!!!!! ‘’Güle güle Deniz’’, ‘’güle güle Yusuf’’

Az sonra Yusuf’u odadan çıkardılar. Betona sürten demirin sesi işitildi tekrar sevindi Deniz, Hüseyin geliyordu. Hüseyin girdi odaya, elleri kelepçeli ayakları prangalıydı. Birbirlerini yanaklarından öptüler ve gülümseyerek birbirlerine güle güle dediler… ''Güle güle Deniz, güle güle Hüseyin''

Denizi ayağa kaldırıp ceplerini boşaltılar, Deniz "parkam nerede" dedi, bir ses "burada" dedi. Parkasının babasına verilmesini istedi Deniz… Parkasına sinmiş yürekli bir evladın kokusunu babası duysun bir ömür saklasın istemişti Deniz…

Ayakta idi Deniz, okunan mahkeme kararına direndi… ‘’BU KARARI KABUL ETMİYORUM, RED EDİYORUM’’ dedi… Karar kimlerce red edilmedi ki Ey Deniz!! Ölümünden sonra geçen bu otuz beş yıl içinde bile kimler sana acımadan ağıt yakmadan; ama and içerek son değilsin mücadelende demedi ki…

Patiskadan yapılma uzun beyaz kolsuz gömlek Deniz’e giydirildi… "Postallarımı bağlayın, Cezaevinden yangından mal kaçırırcasına kaptılar bizi, postallarımın iplerini bağlayamadım. Bari şimdi bağlasınlar… Asıldığımda ayakkabılarımın ayağımdan düşmesini istemiyorum."

Kalabalıktan bir görevli bağladı postallarının iplerini. Tanıklık yapmaları için idamına yanında olmasını istediği avukatlarına dönerek, "Hoşça kalın bütün devrimcilere selam" diyerek,

YÜRÜDÜ …

İki yanında iki gardiyan, gardiyanlar iki kolunu tuttu. Bağırdı. Bırakın !! kendim giderim.’’ Arkasında kalabalık yürüyordu, kalabalık konuşmuyordu, kalabalık onun ve arkadaşlarının ölmeyeceğini bilmiyordu.

Koridorları geçti avluya çıktı Deniz. Hafif aydınlatılmış darağacına yöneldi önce masaya sonrada tabureye çıktı duraksamadan. Başını ilmeğe kendisi geçirmek istedi, başaramadı. Masanın yanında bekleyen cellat yaptı bu işi, ne yaptığını kimi astığını bilmeden… Bir annenin umudunu, bir babanın canını, bir memleketin özgür var oluşu için çabalayan evladını, Atatürk’ün devrimci bir yoldaşını ASIYORDU… Bilmiyor ve bunlar onu hiç ilgilendirmiyordu…

Ali Elverdi ÇEK !! diye bağırdı, cellat öne atıldı, tabureyi çekti…

Saat 01.25 tir…

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. içimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...
-ugur mumcu-

Dün yazdım bu blogu 6 mayıs… Tat alamadım yazdıklarımdan kelimelerim yetersiz geliyordu anlatmak için … Mutlaka dedim, çok güzel kalemler var onlar yazacaktır… ama okuduklarımın arasında istediğim nüansı yakaladığım yazı yoktu…Yetersiz kaldığına inansam da yazımı bu gün göndermeye karar verdim…

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..