Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '15

 
Kategori
Öykü
 

Denize yazılı kaderler

Denize yazılı kaderler
 

 - Dinlemedin ki beni; olmaz oğlum, olmaz. Karada yapamayız biz. Denize yazılmış bizim kaderimiz. Mevlam bizim medar-ı maişet motorumuzu aha getirmiş, şu gördüğün tekne var ya, tekne, onun kıçına kondurmuş. Oradan döner bizimkisi. Cebimizde çok para olmaz bizim; varsın olmasın. Ama kimseye de gebe kalmışlığımız yoktur çok şükür!..

Boşnak Mehmet kafası önünde dinliyordu Tahtabacağı, elleri çalışıyordu bir yandan. "Tahtabacak" derlerdi ona ve bu, adından daha çok anlatırdı onu. Adı kullanılmazdı pek. Söylentiye göre, askerliğini bahriye eri olarak yaparken Yavuz'da, yuvarlanan bir top mermisi ezmişti bacağını dizden aşağıya; öyle derlerdi. Şimdi olmayan yerinde ilkel bir tahta bacak uzanıyordu tak tak yürüyüşünü uzaktan çıkardığı sesle belli eden. Rıhtımın tenha beton uzantısında oturmuşlar, önlerindeki ağın bir ucunda birisi, öteki ucunda diğeri makine gibi işleyen hızlı el hareketleriyle, mekikle girip çıkarak delinmiş yerleri ustalıkla örerek kapatıyorlar, ilmekler atıyorlardı. Konuşuyorlardı; daha doğrusu Tahtabacak konuşuyor, Boşnak Mehmet dinliyordu.

- Dinlemedin ki beni, insan sevdiği işi yapmalı. Çok para kazansa da sevmediği işi yapan, ruhunun ceplerimden yer. Bu da en büyük zarardır. Neymiş; seviyormuş zeytinciliği. Hadi canım sen de. Yalnızca yerken zeytin tanesini, bandırıp yağına, çenenden süzülürken ekmeği çiğnemek, sevmek demek değildir onu; sevgisini tüketmektir zeytinin!..

- Ama...

-  Sözümü kesme, dinle. Biz denize sevdalıyız be oğlum, anladın mı? Kara, denizin üstüne kuma olmaz balıkçıya, o başka bir sevdadır hem; anlamayız biz, yabancısıyız çünkü. Hele zeytin aşkı, başlı başına ayrı bir sevdadır ki, emek ister. Uğraşmak ister, süreceksin, sulayacaksın, piçlerini kıracaksın ağaçların, çiçeğe durdu mu zeytin sineği için tulumba sırtında ilaçlayacaksın. Hem nazlıdır zeytin, bir sene verdi mi vermez ikinci sene, hazırlanır. Var mı sende o ... Durdu; başındaki beyazı griye dönmüş kenarları lacivert, çıpa kokartlı kaptan şapkasını geriye itti. Dilinin ucuna kadar gelmiş orada takılı kalmış sözcüğün son harfini ayıp olmasın diye değiştirip sustu; göz... Mekiği bıraktı, bir sigara yaktı. Şöyle bir geriye doğru kaykıldı, ağrımıştı sırtı, devam etti.

- Hem toprak kadın gibidir, ister devamlı; nazlanır, küser. Deniz öyle mi ya! İyi davran sadece, verir, doyurur karnını. Denizsiz yapamayız biz, deydimi bir kere deniz suyu kıçına, iflah olmaz; alamazsın kendini. Öyle mavisine uzaktan bakamak, sesini uzaktan dinlemek dalgaların, kesmez. Merhem olmaz deniz hicranına.

İki gündür delicesine esen lodos denizin ve karanın altını üstüne getirerek durmuş, ortalığı süt liman bir denize ve Marmara Adası üstünde görünen kalın bulut katmanlarına bırakıp, açık bir gökyüzü ve sırtlarını tatlı bir sıcaklıkla ısıtan ikindi güneşine bırakıp gitmişti. Arkasında devrilmiş ağaçlar, çatılardan uçan parçalar, rüzgarın anafor yaptığı kuytularda yaprak ve dal kırığı yığınları, dere ağızlarının açıldığı yerlerde şimdilerde giderek sönüklenmede olan toprak kahverengisi kalmıştı denizin içinde. Mendireğin içinde bir iki sandaldaki ufak vuruklar sayılmazsa pek hasar yoktu. Anca ne kadar pet şişe, naylon poşet varsa kopmuş yosun parçalarına karışmış, denizin tatlı soluganlarıyla kayıkların arasında tembelce yükselip alçalıyor, dalgalanıyorladı hafiften. Kediler artık usta olmuşlardı. Ne zaman kuyruklarını dikip, hafif mırıltılar çıkararak balıkçıların bacaklarına sürtünüp bir iki balık kapacaklarını bilirlerdi. Onların teknelerinin ardına bir yığın martı takılmış gelip rıhtıma yanaşmalarını, ağlarındaki balıkları ayıklamalarını bekleyeceklerini bildikleri gibi. Şimdi beton zemine kıvrılmış, karınlarını güneşin ılıklığına tembelce yaymış, yarı açık gözlerle etraflarında uzak bir halka oluşturmuş, memnun; izliyorlardı onları.

- Karı lafı dinlemek iyidir de her zaman değil. Oluru var, olmazı var. Hem senin ne olduğunu bilmiyor mu? Yapamazdın ki zaten sen o işi; anlamazsın çünkü. Yok mu sanki köyde, verirdiniz bir ortakçıya bakardı o zeytinliğe. Size de payınıza ne düşerse o. Böylece dırıltı da olmazdı aranızda.

- Haklısın, bilemedim. Yaparım sandım baştan. Babası ölünce sahipsiz kalmasın istedim zeytinlik.

Ocaklar'ın üstünde, sırtını Kapıdağ'a yaslamış, diğer zeytinlikler arasında kuzey rüzgarlarından korunmalı, küçük bir zeytinlikti. Aşağıda körfez, onun ilerisinde Paşalimanı Adası, sağında her zaman dalgalarla köpüren Konya Boğazı ve iyi havalarda uzaktan ufku keserek çerçeveyi tamamlayan Marmara Adası görünürdü. Yalnız zeytin toplama zamanları gelirdi buraya, fazla bir yatkınlığı olmadığı gibi işe, fazla gelmişliği de yoktu. İşi denizleydi onun. 

Bağ bozumu zamanıydı. Hasat zamanına az bir gün vardı. İnsanlar çay bahçelerinin çınarları altında tembelliğe yatırdıkları günleri bırakmış, bağlarının zeytinliklerinin yolunu tutmuşlardı. İnce dumanlar tütüyordu bahçelerden, türküler yükseliyordu sevda kokan. Delikanlılar okey masalarından kalkmışlar, yavuklularının sıcak, kaçamak bakışlarını yakalamak için zeytinliklerin yolunu tutmuşlardı. Kapıdağ'ın pelitlerinde, defnelerinde, pırnallarında, akça ağaçlarında doyumsuz renk dönüşümleri başlamıştı günden güne değişen, bulutlarda da...

  Külü uzunluğundan bükülen, sıcaklığını dudağında hissettiği sigarasını tutup fırlattı. Harekete kedinin biri arkasından koşturup, yan gözle bakıp geri döndü, kıvrıldı eski yerine. Yanlarından bir grup çocuk gülüşerek geçip gittiler. Neşeli sesleri renkli cam bilyeler gibi birbirlerine çarparak uzaklaştı.

- Bir zamanlar ne balık çıkardı be. Karagözler, sarıgözler, sinaritler, minakoplar, iskineler, istrangiloslar. O rengarenk lapinalar, mavi giyinmiş ıskatorozlar, alyanak mercanlar, lipsoslar daha neler neler. Şimdi şu çocuklara isimlerini söylesem yabancı futbolcu sanır, hangi takımda oynuyor diye sorarlar. Biz bunları gördük, bunlar anca kitaplarda belki görürler. Suçlusu biz değiliz. Acıyorum bu çocuklara.

- Haklısın be Boşnak. Bu hırs, bu tamah var ya, yedi bitirdi herşeyi para uğruna. Değer mi be, söyle değer mi? Şu makinelere bak, şimdi yasak diye yatıyor koca tekneler. Trolleriyle, radarlarıyla, bilmem kaç beygir güçlü motorlarıyla yediler bitirdiler denizi. Neymiş, balık avıymış. Geç; deniz dibinin altını üstüne getirdiler. Biz alın terimizi akıttık denize, onlar sıçtılar denizin içine. Olacağı buydu..

Ağın tamirini bitirdiler, getirdiler katladılar kıç üstüne, brandayla örttüler. Kediler de onlarla beraber kalktı dağıldı.

- Son bir iki gündür bayağı yunus sürüsü geçiyor. Şimdi sardalyayı toplayıp sıkıştırmıştır kıyılığa yunuslar. Hava kaldı, kaç gündür kimse çıkamadı denize başını kaldırıp, iyi av olur şimdi. Gel Nevrokoplu'nun meyhanede iki tek atalım. Sardalya ızgarada mangal söndürüyor mubarek. Tadından yenmez. Hem kafan dağılır biraz. Yarın gün doğmadan açılırız denize. Üşürsek örtünürüz yıldızlı gök yüzünü üstümüze. Daha ne olsun...

Tam sardalya zamanıydı. Mavi yeşil sırt harelenmeleri ve gümüş parlaklığında karınlarıyla pul pul Marmara'yı taşıyor, denizi taşıyorlardı sardalyalar yüzgeçlerinde. Yan yana yürüyerek, sesleri arkalarında kalmış uzaklaşıyorlardı. Güneş Paşalimanı Adası yan ucunda bulutları kızıla ateşlemiş iniyordu denize...

Akın YAZICI

10 Şubat 2015 / İZMİT

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..