Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '14

 
Kategori
Anılar
 

Denizli/Baklan

Denizli/Baklan
 

1966’da Baklan Ortaokulu Edebiyat Grubu Öğretmenliği’ne atanıyorum. Okul, halkın desteğiyle yapılmış; ancak sınıfların yapımı tamamlanmamış. O yıllarda Baklan, bucak. Yeterince gelişmemiş. Bir iki dükkân, küçük bir hükümet konağı ve belediye binası, ilk anda göze çarpıyor. Biraz ileride, beldenin kuzeyinde yan yana ilkokul ve ortaokul. Ortaokula uzak köylerden de gelen çocuklar, Cahit Külebi ’nin “Köy Öğretmenleri” şiirinde sözünü ettiği çocuklara benziyorlardı. Şiirin bir dörtlüğü şöyle:

 

Uzak köylerimizde kuşlar gibi

Her sabah çocuklar size uçar.

Ama küçük, ama büyük, ama güleç…

Alın benim gönlümden de o kadar.

Bu çocuklar, gerçekten de benim gönlümü aldılar. Bizleri, okullarını çok sevdiler. Okullarının bahçesini, Sait Faik Abasıyanık’ın “Karanfiller ve Domates Suyu” adlı öyküsündeki Kör Mustafa, denize diklemesine inen çalılığı nasıl karanfil ve domates bahçesi durumuna getirdiyse, elleri kabara kabara düzeltiler. Sınıflardaki sıralarına kalemle bir çizik bile atmadılar.

Okul bir türlü tamamlanmıyordu. Dışarılarda ders yapıyorduk. Havalar soğuyunca artık dışarıda ders yapamaz olduk. Bir gün arkadaşlara, Denizli’ye gidip durumu, yetkililere anlatalım, dedim. O gün okulu kapatıp Denizli’ye gittik. Okulu kapatmanın yanlış ve suç olduğunu anlayınca yetkililerle görüşmeden döndük. Baklanlılar, öğretmenlikten ayrılacağımızı sanarak kaygılanmışlar; döndüğümüzde “Ortaokulu Yaptırma ve Yaşatma Derneği” yetkilileriyle ustaları işin başında bulduk. Böylece okul da birkaç gün içinde tamamlandı.

Okulumuzda, beden eğitimi öğretmeni yoktu. Zaten, topu topu üç öğretmendik. Hangi ders boşsa ona giriyorduk. Bana da Türkçe, sosyal bilgilerin yanında beden eğitimi düşmüştü. Baklan’da ilk kez 19 Mayıs gösterileri yapılacaktı. 19 Mayıs gösterilerini ben planladım ve uyguladım. Baklanlılar ve öğrencilerim ne kadar mutlu olmuşlardı.

 O yıllarda, 27 Mayıs, bayram olarak kutlanıyordu. Kutlamayı da o yerdeki en yüksek rütbeli subay yapardı. Baklan, o yıllarda bucak olduğu için bucak müdürü, bir de uzatmalı çavuş vardı. Biz, çavuşa bayramı kutlatmayız deyip ayrı tören yapmıştık.

Baklan, Beşparmak Dağı’nın eteğinde; Ege Bölgesi’nden çok İç Anadolu Bölgesi’ni andıran bir bitki örtüsüyle kaplıdır. Beşparmak Dağı’nda; çalılıklar, ahlatlar, alıçlar, meşelikler… başka bir şey yoktu. Çıplak mı çıplaktı. Eteklerindeki bağlarda tek tük kiraz, elma, armut… ağaçları. Su olmadığı için pek sebze de yetişmez. İçme suyunu da beldedeki bir iki çeşmeden sağlamaya çalışırdık. Bu sular da alabildiğine kireçliydi. En iyi içme suyu “Gökpınar”ındı. Elde ya da hayvan sırtında toprak testilerle Gökpınar’dan getirilirdi.                

Baklan, kışın çoğu kez rüzgârlıdır. Rüzgâr beklenmeyen yönden eserse sobalar yanmaz; isi, kurumu evin içine doldururdu. Ev deyince de öyle planlı, mutfağı, banyosu, salonu olan bir ev değil. Buzdolabımız yoktu, tel dolabımız merdiven başındaydı. Banyoyu, teşt denilen çamaşır leğeninde yapardık. Elektrik olmadığı için lüks lâmbası kullanırdık. Onun da sık sık tülü dökülür; petrol lâmbasına kalırdık.

 

Baklan’da bağıcılık gelişmiştir. Mevsiminde üzüm satılmazdı. Hangi bağın yanından geçseniz, üzüm ikram edilir; hatta sepetlerle eve gönderilirdi. Üzümleri yiyemeyince ne yapacağımızı şaşırmıştık. Herkes damlarda, tarlalarda üzüm kurutuyordu. Eşim de kurutulmasını öğrendi, kilolarca üzüm kuruttuk. Baklanlılar, yabancıya saygı duyan, candan insanlardı.

Şinasi Özdenoğlu’ nun Baklan’daki yaşantımıza uyan dizeleri şöyle:

Ben ki çilesini katık yapıp ekmeğime

Anamın sütü kadar helâl

Ben ki kağnısının, steplerinin macerasını

Katmışım gençliğime;

Ötesi masal.

 

Baklanda çalıştığım yıllarda Buldan Kestane Deresine bir gezi yapmıştık. Kestane Deresi, Buldan’a 1,5 km. uzaklıkta bir mesirelik. Çam ağaçlarının gölgelediği, bülbüllerin ötüştüğü bir yer. Burada en güzel yeşili bulur, doyumsuz manzaraları izlersiniz. Soğuk su akan çeşmelerinden kana kana içer, yöre mânilerinin ezgisiyle dinlenirsiniz.

Hey gül dibi gül dibi

Gül dibi kazılmış gibi

İnce bele şal kuşak

Haktan yazılmış gibi

 

Al giydim alsın diye

Mor giydim sarsın diye

Çeşme başına gittim

Işıklı’ya 1966’da, o yıllarda Baklan’da çalışan öğretmen ve memurlarla gittik. Menderes Nehri’nin ikinci büyük kaynağı Akgöz buradan çıkmaktadır. Akgöz’ün çıktığı bu yer, Işıklı’dadır. Atalarımız; suyu kaynağından içeceksin, demişler. Suyun kaynağından çıkan balık da bir başka oluyor. Suyun kaynağında bir göl oluşturulmuş, yanında da bir balıkçı lokantası. Gözünüzün önünde tutulan balıklar, tavada ya da ızgarada pişirilerek mevsimine göre salatayla konuklara sunuluyor. Dişli balık denilen “turna” yörenin gözde balığı.

Hiç unutmam, o yıllarda 17 kişi bu balıktan doyana kadar yemiş, toplam 70 lira ödemiştik. Yemekte Çivril zeybeğini oynayanlar, oyunda gezinme sırasında şu türküyü söylediler:

Al yazmam dalda kaldı

Aman gözlerim yolda kaldı.

Yıkılası meyhane

Aman sarhoşum nerde kaldı.

 

Al yazmamı düreyim

Aman aç koynunu gireyim

Uyu uyan sar beni

Aman yâr olduğun bileyim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..