Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '10

 
Kategori
Efsaneler
 

Denizli efsaneleri

Denizli efsaneleri
 

-İRİ GÜLLER, TOP GÜLLER
……………….-DENİZLİ’DE YEDİVEREN..

Tek bir daldan yedi kere gül açar Denizli’de
“O gül endam bir al şâle bürünüp de yürürken”

Gül muştusu gecelerden göz açanda her seher
Denizli Beyinin sarayında bahçıvanım bu sefer

Halay çekiyorsa kızlar gül demeti çevresinde
Zeybek oynuyorsa delikanlılar, eğleniyorsa
İri güller, top güller yetiştiren her evde,
Murat alıyor, evleniyorsa yiğitler
Bu işin temelinde öykülerim var

Benim adım Bahtiyâr….

Güle düşer
Yağmur yağar yüreğimden her bahar
Damla damla güle düşer
……..Beykızına vurulmuşuz bir kere
……….Al ateş hasretim, yürek yangınım
…………Ağladıkça güle düşer

*

Denizli’ de gül,
Güldenizidir
Kısaca
Bir başka güldür yani.
…..Kokusu ve rengiyle
…….Bize has olan bu güle
………Adımı yakıştırmış
………..Bu yörenin insanları
………....'Bahtiyari' demiş
Gelenektir kaç asır
Bu gülü yetiştirenler
Mutlu sayılıp
Bin mutluluk beklemiş.

*
Tek bir daldan yedi kere gül açar Denizli’de
“O gül endam bir al şâle bürünüp de yürürken”
Bahçelerde bülbüller, her sabah erken erken
Beykızına türkü yakar,
……………………….Ateşinde ben varım.

Ben varım, dört mevsim aşk kokan her gülün yaprağında
Ben varım, gece gündüz çağıl çağıl her gülün toprağında
Ben varım kızların gelincikten kırmızı yanağında,
Beykızına türkü yakan renklerin
………………………Ateşinde ben varım.

***

Söylentiye göre
Eskiden, bir zamanlar
Saraydaki hasbahçede
Bahçıvan olan Bahtiyar,
Denizli Beyinin fidan boylu,
Gül endamlı, gül kızına tutulmuş.
Muradına eremeyince de,
Yüreğinin ateşini güllerin rengine,
Aşkının alevini de kokularına aşılamış.
Bunlar solmasın diye, gece gündüz
Özene bezene güllerini dört mevsim açtırmış.
Her mevsim de taze tutmuş.

*
Şimdilerde
…….Denizli’de
………Her evin bahçesinde
…………Bir gül ağacı
Yemyeşil çimenlerin ortasında
Pembeler kırmızlar giyinip gülümser bize
Mendiller takmış genç kızlar gibi…
Veya
Eski yağ tenekelerinden yapılmış saksıların içinde
………..Tek katlı evlerin önlerinde
…………….Bir yavuklu bekleşirler…
………………Hattâ aşılama yöntemiyle
………………..Bir dalda birkaç renk…

Bahtiyar olalım diye Denizli’de cümle kızlar
Yüreğini nakşetmişler yediveren gülüne
Şimdilerde…

-II-
ODUNCU GÜZELİN ÖYKÜSÜ

Yüzlerce yıldır insanlar anlatırmış
Anlatırmış çok çok eskiden
Eskiden Çökelez Dağı eteklerinde oldukça fakir
Fakir bir oduncu aile varmış.

Varmış dediysek dostlar, şimdi de
Şimdi de olabilir, öyle değil mi?
Öyle değil mi bu dünya döndükçe
Döndükçe döner saat, döner çark, döner devran.

Devranın o zamanlar
O zamanlar dönüşüne bakalım
Bakalım bizim şu fakir ailenin kızı nasıl?

Nasıl da çirkinmiş bir bilseniz
Bilseniz o devirde erkek çocuk annelerinin hepsi birden
Birdenbire onu görünce
Görünce değişirlermiş yollarını.

Yollarını kötü ve çirkine çıkmasın diye
Diye diye oğul doğuran analar
Analar ki ön yargılı, peşin hükümlü

Hükümlü fakirliğe, yoksulluğa genç kız
Genç kızın umurunda bile değil fakirlik, fukaralık, ama
Ama çirkinliği canına tak etmiş, nihayet
Nihayet bir gün Çökelez Dağı’nın eteklerinden kendini
Kendini boşluğa bırakmış.

Bırakmış ancak, su ve tortu dolu havuza düşmüş hızla
Hızla düştüğü burada uzun süre suların içinde baygın kalmış o,
O esnada bu su,
Su, o çirkin kızı güzelliğe boğmuş.

Boğmuş güzelliğe, ipek tene kavuşturmuş orada,
Oradan geçmekte olan Denizli Beyinin oğlu bir de ne görsün?
Ne görsün dersiniz, bizim fukara kızı
Kızı görmüş kanlar içinde, güzeller güzeli kızı
Kızı atına bindirmiş Beyoğlu götürmüş evine
Evine yağdırmış tabipleri, ilâçları ve
Ve kız iyileşmiş günler sonra,
Günler sonra kırkgün kırk gece düğün yapıp evlenmişler.

O günden sonra bütün
Bütün kadınlar güzelleşmek için
İçine girmişler bu ılıcaların…

-III-
PAMUKKALE TÜRKÜSÜ

-Adına kentler yapılan Hiera ve Selena’ ya...

Bilmem kaç asır geçti aradan
Kaç mevsim?
Ne sen sayabilirsin yılları
Ne yangınlar, ne seller, ne deprem...
Ne şu üstümüzden geçip giden bulutlar...

Yaşamaktayım yorgun senelerin
Göğsündeki sessizliği...
Senden bana kalanlar:
Ayakta durabilmiş birkaç sütun
Aklını kıvrım kıvrım kaybetmiş mermer
Efsânelerin korkunç sessizliği
Ve taş kesilmiş umutlar...

İşte bu türkü senin türkün
Oku okuyabilirsen, duy duyabilirsen
Ya da ıslat dudaklarını ılıman sularda
Çağları üzerinden atabilirsen...
Büyü nedir anlamazdım
Sana tutulmadan önce yüreğim...
Mısra mısra, hece hece
Ben seni yazdım, sana yazdım...

Ben hiç tanımadım seni,
Görmedim gözlerimle...
Gözlerin nasıldır? Ellerin nasıl?
Belli ki güzelden öte güzelsin, zira
Adına kentler yapılmış
Sütunlardan, mermerlerden...
Hangi delişmen rüzgâr öpücüklerle
İnmiştir şakaklarından, kirpiklerinden?
Hangi su raks etmiştir
Omuz başlarında?
Kaç yiğidin nabzı atmıştır
Avuçlarında bilemem? !
Gönlümün içine girdin bir kere,
Başkasını sevemem!
Bu türküyü asırlar sonra,
Söylüyorsam sana,
Bil ki sana yandığım içindir Selena!

Ben hiç tanımadım seni,
Görmedim gözlerimle...
Adına hamamlar, saraylar yapılmış
Kutsal seramiklerden, defne dallarından
Kokun sinmiş mermerlere
Silinmemiş yıllardan...

Büyük taş salonlarda
İpek giysiler içinde dolaşan sensin.
Kemerlere iz bırakmış ayakların,
Bakışlarınla şekillenmiş kayalardan
Halâ yansımakta kahkahaların...
Afrodit’ i bile deli edensin,
Gün ışığında her sabah
Hamamlarda burcu burcudur nefesin.
Bu türküyü asırlar sonra,
Söylüyorsam sana
Bil ki seni sevdiğim içindir Selena!

Ben hiç tanımadım seni
Görmedim gözlerimle...
Gözlerin nasıldır? Ya göz bebeklerin?
Bak Selena, kulak ver bana
Artık Kral Midas hakem değil
Apollonla Marsias’ ın flüt kavgasına...
Artık kavgayı Midas yapıyor
Biliyor musun?
O kocaman kulakları
Kocaman kocaman parmaklarıyla...
Artık ay Tanrıçaları
İklimleri değiştirmiyor dudaklarıyla
Anlıyor musun? ...

Asırlar geçti, geçecek daha
Midas yok, Apollan yok, Marsias yok
Midaslar Tanrılaşmış,
Tanrılar, Tanrıçalar öylesine çok!
Gel desem, gel desem sana
Asırları fırlatıp bir kenara
Gelir misin bana Selena?

Ben hiç tanımadım seni
Görmedim gözlerimle
Dinle, duy, işit beni!
Del asırların bağrını kirpiklerinle
Işıt beni, ısıt beni!

Ben şu karşı ovaların esmer çocuğu
Çıkınımda tuz, şepit, çökelek
Testim omuzlarımda, içi dopdolu ayran.
Ne babam Zeus, ne Evmenes, ne Midas?
Ne adına kentler kurabilirim
Ne sütunlar, saraylar?
Yapayalnız, sade bir insanım
Türkü yakmasını,
Kaval çalmasını bilirim.
Gün ışığıdır heybemdeki yük
Derdim asırlar kadar büyük.
Saçlarının rüzgârını arıyorum
Bak yana yana...
Gel, birlikte haykıralım cihana
Selena!

Bilmem kaç asır geçti aradan
Kaç iklim?
Ne sen sayabilirsin yılları
Ne köşe süsleri, ne kartal başları...
Nice savaşlar yapıldı senin için,
Kanlar döküldü nice...
Bırakmam ellerini,
Mermer de olsa ellerin
Tutmuşum ya yenice...

Şu yarısı yıkık duvarda gezinen gölge
Senin değil mi? Kimin?
Ya şu yollar hangi sancıya gebe?
Yollar urganıdır sana olan hasretimin.
Ya şu ılıman suyun sesi, sıcaklığı
Sıcaklığı değil mi teninin?
İpek ipek giysilerin içindesin mermerden
Çağrımı bir duysan acımasız senelerden
Uzanıvermişsin boylu boyunca
Uyur, uyur, uyursun...
Taş kesildi takvimlerin elleri,
Canlan, atıl kollarıma ne olursun!
Bu türküyle hicranımı,
Hasretimi, gurbetimi anlatıyorum sana
Selena! ...


Mustafa CEYLAN

 
Toplam blog
: 28
: 2100
Kayıt tarihi
: 14.04.09
 
 

1952 ankara-Elmadağ doğumluyum. 1975 yılında A.D.M.M.A' den makina Mühendisi olarak mezun oldum. 2..