Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '11

 
Kategori
Güncel
 

Deprem miydi, o ?

Deprem miydi, o ?
 

“Yitirdiklerimiz, yeni yitikliklere değil; felakete karşı ‘kazanan taraf’ olmaya hazırlasın bizi…” 

Öncelikle felaketin, bilgisel ve rakamsal hali… 

http://tr.wikipedia.org/wiki/1999_G%C3%B6lc%C3%BCk_Depremi 

17 Ağustos 1999, Saat: 03.02 

“Deprem gecesi nasıldı?” 

“Öyle bir sallanıyordu ki yer, sarsıntının şiddetinden uyandım. Elim ayağıma dolanmıştı, ne yapabileceğimi bilmiyordum. Düşünemiyordum. Pencereye koştum. Gökyüzü kıpkırmızıydı. Yer ve gök birleşmişti, sanki… Uzaktan maviliğini seyrettiğim deniz, ayaklarımın dibindeydi neredeyse… Kıyamet kopuyor, diye düşündüm. Mahşer yeri gibiydi… Kaçacak hiçbir yer yoktu. O dört duvarın arasında, sonu yokmuş gibi gelen saniyelerin tükenmesini bekledim. Rüyamda görsem inanmayacağım, korku dolu saniyelerdi.“ 

Bu sözler, depremi bire bir yaşamış birisine yönelttiğim soruya karşılık aldığım yanıtın ilk cümleleriydi. O kadar hararetli anlatıyordu ki, bulunduğumuz andan kopmuştu adeta… Kesinlikle tekrar yaşıyordu o anı, cümleler dudaklarından dökülürken… Gözleri doluyordu sık sık… Kayıplar ve acılar gözyaşını tüketmeye yetmemişti. Yanağından süzülüyordu yaşlar, derin yaşanmışlığın etkisiyle… 

Yaşadıklarını ve gördüklerini uyanmak istemediği bir kâbusu aktarır gibi anlatıyordu. Acı olan şuydu, her anlatılan gerçekti ne yazık ki! 

O gece ve onu takip eden sabah… Gözlerine ve gördüklerine inanamamak… Ve en acısı, ölenler arasında yakının da olması… Göçük altından çıkarılamadığını işitmek… Yaşadığına ve diğerlerinin yaşadığına sevinememek… Yavaş yavaş tükenmek… Yaşarken ölmek… 

Haber alamadıkları için meraklanmak… Bir yandan cansız yakınına ulaşmak için seferber olmak ve diğer cansız bedenlere… Yaşıyor olabilirler ümidiyle, var gücüyle yıkıntıya karşı mücadele etmek… Ölmüş de olsa, cansız bedene, yıkıntının daha fazla acı vermesini istemediğinden kendi canını hiçe sayarak çabalamak… Gözyaşları içinde dualarla, sonsuz ve ümitsizce çırpınmak… Ne olduğunun farkına bile varamadan solan hayatların cismine ulaşmak… 

Yardımlaşmanın en ağır ve en acı hali, bu olsa gerek… 

Yaşanmışlığını paylaştığı binlerce insan… Acıyan yürekler, depremzedeler…
“Yerle bir oldu!” cümlesinin karşılığını kendi gözleriyle görmek... Gözlerinin önden gitmeyen felaket… Uzun bir süre, haberlerden eksik olmayan cansız bedenlerin ışığa kavuşma bilgisi… Yaşadığına sevinememek… Kayıp yakınlarının acısını bire bir paylaşmanın verdiği derin acı… 

Sonrası… Uykusuzluk, huzursuzluk, unutma isteği, her şeye rağmen yaşamaya çalışmak… Her yıl aynı tarihte, aynı saatte tekrar tekrar depremi ruhunda, beyninde hissetmek ve yaşamak… 

“Ölsem unutmam!” cümlesiyle biten; yaşanan anların yanında sığ kalan acıyı dillendirme süreci…
Dinlemeye bile dayanamadığım, depremin cümlesel ve hissiz hali… Gözyaşlarımı tutamadığım…
Göçük altında kalanları düşününce, nefes almaya çaresizce utandığım… Yaşadığıma sevinemediğim, anlar ve anılar… 

Her sene aynı gün, anıyoruz bu günü… Ortak acımızı paylaşıyoruz, ülke olarak… Unutmuyoruz, unutamıyoruz… Unutmamalıyız da! 

Hala uyuyamayanlar var. Acıyı unutamadığından, taşıdığı izlerden dolayı “keşke ölseydim depremde diyenler” var. Korkuyla yaşayanlar, yaşamayı öğrenenler ve hiçbir zaman öğrenemeyecekler var. Depremin, bilinçaltında da yarattığı yıkıntılardan dolayı her gece 03.02’ de sıçrayarak uyananlar var. Kapalı ortamlarda içi daralan, duvarların her an üzerine yıkılacakmış gibi baktığını hissedenler… Birden kriz geçirenler… En ufak sarsıntıda canının derdine, canını hiçe sayarak düşenler var.
Bedeninde depremin yarattığı eksiklikle, her güne o günü hatırlayarak, lanet ederek başlayanlar var; sırf bu yüzden yarın olmasını istemeyenler…
Üzüntünün, ruhsal yıkıntının, acının, korkunun, karmaşanın, saçmalamanın, gözyaşının her hali var bu felakette… 

Alamadığımız dersler, geleceğimiz konusunda düşündürüyor bizi… En çok da, depremzedeleri…
Tedbirsizlikten ve birkaç canın, cebini doldurma telaşıyla milyonların canını hiçe saymasından tekrar aynı şeylerin yaşanacak olması en çok onları düşündürüyordur. Geleceğimize ve yok oluşumuza şimdiden ağlıyorlardır, acıyorlardır bize… Kendi canlarından geçmişler, artık… Bilirler ki yürekleri, aynı saniyelere tekrar dayan(a)maz. Bu yükü omuzlayamaz. Yitip gideceklerdir, korkuyla… Akılları, yaşadıklarını -ne yazık ki- yaşayacak kader ortaklarındadır. Ölümler, verilen son nefesler sessizce çığlık atıyorlar aslında, felaketlerinin tablosuyla… Uyarıyorlar bizi… Duyabilenedir, her şeyin gerçekliği… 

Bu gün, yine ‘o gün’!
Unutmak mümkün değil…
Acıyı -bire bir olmasa da- paylaşmak…

Geleceği olabildiğince, elimizden geldiğince kurtarabilmek olmalı hedefimiz… Acıyı paylaşmak yetmez; görmek de gerek! Yeni acıların, yaşamımızı ya da sevdiklerimizi yitirerek bi’ parçası olmamak için…
Tanıklık edeceğimiz, önleyemeyeceğimiz felaketin acısı olmamalı! Felakete rağmen ayakta kalabildiğimizi görmeliyiz! Hem yapısal hem yaşamsal… 

Felaketi anıyoruz, istemeden…
Kayıplarımızın ruhunu üzmeyelim, yeni felaketleri durup bekleyerek…
Yaşamı hissedebiliyorken, yok oluş için davetiye hazırlamayalım.
Kendi sonumuzun hikâyesini, yapmadıklarımızın pişmanlığıyla yazmayalım.
Depremi analım, geleceğimize ışık tutarak…
Olası karanlığın mahkûmiyetini omuzlamaktan vazgeçelim.
Yaşam ışığımızın zamansız söndürülmesine izin vermeyelim. 

Kaçınılmaz depremlerin ve deprem haberlerinin “Oh… Neyse ki can kaybı yok…” cümlesiyle karşılanması ve tebessümle uğurlanabilmesi dileğiyle… 

 

Başak GÜZEL 

 
Toplam blog
: 51
: 488
Kayıt tarihi
: 12.07.11
 
 

Yazan & Okuyan & Sorgulayan   Burç : Başak Yükselen burç : Koç İlk nefes: 22 Eylül 1983, Perşembe..