Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '17

 
Kategori
Öykü
 

Deprem...

Deprem...
 

O zaman daha uzağa alınmamıştı demiryolu. Hemen kentin yanıbaşından, yer yer tam içinden yalarcasına uzanır, geçer giderdi. Gecenin geç bir saati olmalı. Uzun süren ağır aksak geçişinden, tekerleklerin geceyi geçerek uzanıp gelen madeni gürültüsünden, koca blok apartmanın kirişlerini derinden seslendirerek uzun sallamasından bilirdim. Gene o uykusuz gece marşandizi. Saat gecenin üçünü geçiyordur. Derinden uysal bir sallantı. Alıştığım, tanıdık. Bu seferki bir başka. Uzun, gürültücü. Giderek şiddetleniyor, hiç bitmeyecekmiş gibi.

Bir gürültüydü, korkunç. Yuvarlanarak geldi üstünden toprağın. Büyüdü. Geldi çarptı üstüne kentin; acımasız! Söndü yaşamlar. Gecenin 03.02 si idi...

-Baba, baba...

-Çocuğu al, anahtarlar, arabanın anahtarları...

-Su almayı unutma.

Gece giderek kararıyor. Derinleşiyor şimdi bir ürkütücü sessizlik. Yıldızlar inadına alabildiğine ışıltılı. İnmişler neredeyse yere. Elimi uzatsam... Bir kızartı oturmuş uzakta denizin üstüne. Batıda...

İstanbul'un Avrupa yakası ışıkları da görünmez olalı epeyce oldu. Gece gökte derin bir siyah biriktiriyor. Karışmış deniz, gök birbirlerine. Koyu siyah. Neresi deniz, belli değil. Kıpırtı yok. Sallanmıyor gemi. Yol alışından oluşan hafif, bir sıcak esintidir gelip yüzüme vuran. Derinden makinelerin uğultulu sesi. Kalp atışı gibi. Güm, güm, güm...

Rüya mı görüyorum? Yastığımda kalp atışlarım. Kafamın içinde. Korkuyorum. Sıcak, çok sıcak; ter içinde her yanım. Bu rüya değil. Sallantı çok şiddetli ve uzun. Devriliyor bir şeyler, gürültüsü... Salonda kırılan cam eşyaların sesi. Avize düşüyor tavandan. Yakından bir kadın çığlığı, yırtıyor geceyi...

-Baba, baba...

Sese fırlıyorum. Düşüyorum yere sallantının şiddetinden. Kalkıp yeniden, bir daha. Ürkütücü derin bir sessizlik kaplıyor sonra geceyi. Sonra çığlık çığlığa siren sesleri...

Erzincan. Tam ortasında ameliyatın. Dipten vururmuş gibi gelen gürültü, sallantı sonra. Ekip kaçışmaya başlıyor ameliyathaneden.

-Nereye kaçıyorsunuz? Hasta kaçabiliyor mu, gelin buraya.

Korkuyorum. Elim ayağım titriyor. Hasta ameliyat masasında narkozda. Ameliyat lambasının ışıkları sürekli göz kırpıyor. Duruyor sonra. Sallantı geçiyor. Derin soluklanıyoruz. Ameliyata devam...

-Işığı biraz yakın tut. Göremiyorum. Tam karını kapatıyordum.

Ameliyathane. Bir duvarı yıkıldı yıkılacak. Karanlık ve toz kokusu. Hafiften devam ediyor artçılar.

-Bırak şimdi ince işi. Tüm tabakaları elini içeri sokarak tek seferde blok kapat. Her an daha kuvvetli bir artçı olabilir.

Dışarıdan inanılmaz bir gürültü geliyor. Şehir acıyor. Eski hastane binasının koridorlarında duvarlardan ve tavandan düşen molozlar içinden koşarak çıkıyoruz bahçeye. Sabah. Bir büyük acı çöreklenip kaldı kentin üstüne. Ve çaresizlik. Hazırlıksız yakalanmanın çaresizliği. Şimdi kahramanlar yaratan çaresizlik!.. Bahçede yere serili yataklar üstünde hastalar. Başlarında suskun refakatçileri. Şaşkınlık...

-Yatakları ağaç gölgelerine taşıyın. Birazdan güneşle birlikte sıcaktan kavrulurlar yoksa.

 Ağustos. Sıcak, çok sıcak. Bir yudum su ve bir yudum umut. Yıkıldı İzmit..

-Nöbete gireceğim, onbeş gün. Çocukla yalnız kalma sen. Annenlere bırakırım yarın. Dönerim sonra.

Gece geç vakit gene amansız bir sallantı. Deprem. Fırlıyoruz sokağa. Geceyi araba içinde sokakta geçiriyoruz. Eskişehir. Sabah öğreniyoruz. Gediz yıkılmış...

- Pnömoni olmuş. Gittiğimiz doktor babası doktor madem götürün dedi. Onun için geldik.

Küçülmüş sanki iyicene. Kısılmış gibi sesi. Zorlukla soluyor, inliyor derinden. Ateşten olmalı çakmak çakmak mavi yeşil gözleri. Kucağıma alıyorum. Yeşil ameliyat kıyafetleri üstümde, koşuyorum. İlk defa tanıdığım tarifsiz bir acı içimde. Taş gibi...

Yatakhaneye çevrilmiş salonda etraftan gelen ekiplerle birlikte yattıklarımız, her artçıda gecenin kör karanlığı bahçeye kaçıyor. İzmit ekibi yerinde, alışkın ne de olsa.

-Mısır ekibi seyyar fırınlarında nefis pideler çıkarıyor akşamları. Alır gideriz, peynir filan. Maç seyretmeye...

İrlanda ile oynuyoruz. Tam ortada bir artçı. "İçimizdeki İrlandalılar" kaçıyorlar dışarı. Sandalyelere kuruluyoruz. Adapazarı. Eylül ortaları...

-Bir iğne yapacağım. Uyuşturmak için. Biraz canın acıyabilir.

-Aldırma doktor, acısa ne olur. Ne gördük ki acıdan başka zaten...

Göğüs tüpünü yerleştiriyorum. Göğüs boşluğunda birikmiş sıkışmış hava boşalıyor dren şişesindeki suyu fokurdatarak.

-Sağ ol kurban...

 Rahatlıyor. Van sallanmaya devam ediyor...

Gemi geceyi geçiyor Marmara'da. Ufukta ağaran maviliğe. Hafiften sallanıyor bu kez. İleride Bandırma Körfezi girişindeki Hayırsız Adalar. Sağda Kapıdağ'ın, sol yanda uzanıp giden Anadolu kıyılarının sabah sisi altında hayal kıyıları.

Bir ömürdür geçip gidiyor. Mavilik ileride. Açılıyor...

 

 Akın Yazıcı

29 Mayıs 2017/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..