Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '08

 
Kategori
Anılar
 

Depremi hatırlamak...

Depremi hatırlamak...
 

Blog kategorilerine anılar bölümü konulurken herhalde yazarların geçmişte unutulmayan, tatlı, nostaljik anılarının yer alacağı düşünülmüştür. Ancak geçmişte kişilerin hatırlamak istemediği anılar da göz ardı edilemez.

Bana şu sıralar depremi hatırlatan sadece 17 Ağustos’un yaklaşıyor olması değildi. Uzun yıllardan beri gazetelerde ilgimi çeken bazı haberleri kesip arşiv yapma alışkanlığı edindim. Bu alışkanlığa da bir spikerlik kursunda öğretmenimiz olan ve kendisine her zaman saygı duyduğum Halit Kıvanç’tan öğrenmiştim. Geçenlerde bu arşivimi karıştırırken, kesmiş olduğum 1999 öncesi bir gazete nüshasının arkasında bir ilan dikkatimi çekti. İlan aynen şöyleydi.

“Emeklilere 2 milyar TL sına Çınarcık da daireler. Uzun vadeli taksitlerle bütçenize göre ödeyin” Adres Veli Göçer gayrimenkul şirketini gösteriyordu. Hani yumuşak zemin üzerine yapılan, çimentodan ve demirden çalınarak ucuza mal edilen konutları yapan şirket…

16.8.1999 Pazartesi sabahı Almanya’dan gelecek misafirlerimizi karşılamak için İstanbul’a dönmüştük. Aynı gün ben de yeni atandığım ve geçtiğimiz Cuma günü teslim aldığım yeni banka şubesinde işe başlayacaktım. Benimle birlikte daha evvel 2 şubemde de birlikte görev yaptığımız Müdür muavinimin de yeni şubeme yardımcı olarak atanmasını sağlamıştım. Uzun yıllar birlikte görev yaptığım arkadaşım en güvendiğim elemanlarımdan biriydi. Kendisi de 1 yıl evvel Çınarcıkta bir daire almış, yazları ailesi de bu yazlık dairede kalıyordu. Gerek benim gerekse yardımcım olan arkadaşımın daireleri Veli Göçer’in çürük konutları gibi değildi. Bir keresinde duvara bir delik delmek için üç tane makkap ucu kırdığımı hatırlıyordum.

Yardımcımın üstüne titrediği tek bir oğlu vardı. Delikanlı 17 yaşındaydı. Anadolu lisesini bitirmiş, üniversite giriş sınavlarının sonuçlarını beklerken yaz tatilinde İstanbul’a gelen turist gemilerinde rehberlik yapıyordu. Kendisi çok efendi ve yakışıklı bir delikanlıydı.

Yazlık yerlerde gençler geceleri geç vakte kadar dışarıda zaman geçirmeyi severler. Delikanlı da bir erkek arkadaşı ve akrabası olan yaşıtı bir kızla beraber sahilde geç vakte kadar sohbet ederler. Sohbetlerinde ağırlıklı olarak üniversite sınav sonuçlarına göre istedikleri fakültelere girip giremeyeceklerini konuşurlar. Arkadaşımın oğlunun tercihi Teknik Üniversite mühendislik bölümüdür. Birkaç güne kadar da sonuçlar açıklanacaktır.

Saat 03.00 e yaklaşmaktadır. Önce kız arkadaşlarını eve bırakıp, sonra da kendi evlerine gideceklerdir. Kız, kendisini eve getiren arkadaşlarına bir kahve ikram etmek ister. Gençler geç olduğunu söylerler ama kızın da ısrarını kıramazlar ve kahve içmek için eve girerler. Saatler o an 03.02 yi göstermektedir. Tarih ise 17 Ağustos 1999 dur. En büyük şansızlıkları ise genç kızın oturduğu evin Veli Göçer’in inşaatını yaptığı sitelerden biri olmasıdır.

Arkadaşımın eşi de herkes gibi deprem sonrası sokaklardadır. Kendi evlerinde hiçbir hasar yoktur. Sabahın ilk ışıkları sırasında etraf bir koşuşturma içersindedir. Oğlu geceleri geç vakte kadar arkadaşlarıyla zaman geçirse bile annesi onu her sabah yatağında bulurdu. Fakat şimdi oğlu meydanlarda yoktu. İlerleyen saatlerde depremin acı izleri kendini göstermeye başlamıştı. Veli Göçer adlı müteahhidin yaptı bütün siteler çökmüş, yumuşak arazi üzerine yapılan sağlam evler ise diğer evlerin üzerine yan yatmıştır. Eşi oğlunun kayıp olduğunu bildirince arkadaşım hemen Çınarcık’a gelmiş, Yalova ve Bursa’daki bütün hastaneleri ve morgları aramasına rağmen oğlunun izine rastlamamıştı. Çocuğunun en son, akrabası olan genç kız ve bir arkadaşıyla beraber olduğunu öğrenen arkadaşım kızın yaşadığı evin enkazının kaldırılmasını beklemek zorunda kalır.

Cumartesi sabahı Çınarcık’a gelip ilçenin girişinde Veli Göçer’in yaptığı sitelere geldiğimde ortalık savaş alanından farksızdı. Etrafı ağır bir koku kaplamış ve evler tam bir sandviç haline dönüşmüştü. İş makineleri enkazı kaldırmaya çalışmakta, sivil savunma ekipleri, akut ve yabancı ülkelerden gelen kurtarma timleri görev başındaydı. Arkadaşım Salı gününden beri enkaz başındaydı. Enkazda çok nadir canlı kişiler çıkıyordu. Bu durum hala ümitli olduğumuzu gösteriyordu. Ancak her geçen gün sonrasında insanların enkazdan canlı çıkma ihtimali azalıyordu.

Arkadaşım ise depremin 11. günü oğlunun cansız bedenini görebilmişti. Allah kimseye böyle bir acı vermesin. Perişan olan baba cenazede “Kimse bana başın sağ olsun demesin” diye ağlıyordu. İlerleyen günlerde ise oğlunun çok acı çekip çekmediğini kendi kendine sorguluyordu. Daha sonraki haftalarda evlerine ziyarete gittiğimde çocuğun odasında, eşyalarının, bilgisayarının aynen muhafaza edildiğini, yatağının başucunda ise çiçeklerle çevrili büyük bir fotoğrafını görünce göz yaşlarımı tutamamıştım. Bu arada arkadaşım bana bir zarf uzattı. Zarf oğlunun adınaydı ve İstanbul Teknik Üniversitesinden geliyordu. Yazı ise aynen şöyleydi:

“Tebrikler. Artık siz de bir Teknik Üniversiteli olarak ayrıcalıklı birisiniz. 1 Ekimde ailenizle birlikte okulumuzun açılış törenine gelerek öğreniminize başlamanızı bekler, bundan sonraki yaşamınızda da başarılar dileriz.”

NOT: 17 Ağustos depremi sırasında resmi kayıtlara göre 20 bin, resmi olmayan kayıtlara göre ise 50 bin vatandaşımızı kaybettik. Yakınını kaybeden her ailenin ise buna benzer acı hikayeleri vardır. Allah milletimize bir daha böyle acı yaşatmasın. Depremin 9. yılına gireceğimiz şu günlerde hayatını kaybedenlere rahmet, geride kalanlara ise sabır dilerim.

 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..