Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '06

 
Kategori
Futbol
 

Derbinin faturası taraftara çıkmalı

Bu ülkede neredeyse bir asırdır derbi maçları oynanıyor. Eskiden derbi karşılaşmaları bizlere, bir şölenden daha fazlasını ifade etmezdi. Öyle ki bir futbolsever olarak benim, çocuk yaşlardayken babamla ilk maça gidişim; yine bir derbi karşılaşmasına denk gelir: Bir Beşiktaş- Fenerbahçe karşılaşmasına.

40 seneyi aşkın bir süredir İstanbul'un yerlisi olan babam; her seferinde bana anlatır, dururdu:

Eskiden İstanbul'un tek stadı varmış. İstanbul'da bütün futbol karşılaşmaları, o zamanki adı Mithatpaşa Stadı olan İnönü Stadı'nda oynanırmış. Şehrin üç büyük kulübü Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray; kendi aralarındaki karşılaşmalarda tribünleri eşit oranda paylaşırlarmış. Yâni şimdiki misafir takıma stadyum kapasitesinin %5 oranı kadar sınırlı bilet uygulaması, o zamanlar henüz geçerli değilmiş. Bir düşünsenize; eski zamanlarda bile insanlar, uygar bir biçimde bir arada maç seyredebiliyorlarmış. Her takım taraftarının eşit oranda bilet alma şansı varmış.

Yıl 2006. 21. yüzyılın daha henüz başlarında sayılırız. Her geçen yüzyıl, aslında medeniyet seviyesinde daha ileri toplumlar demek. Ama ilk önce aynaya dönüp, bir bakalım kendimize: Öyle miyiz?

Geçtiğimiz Pazar günü yine bir derbi karşılaşması oynandı. Bu karşılaşma da yine, bitmesi muhtemel üç sonuçtan biriyle sona erdi: Tıpkı daha önce oynanan diğer maçlarda sona erdiği gibi...

Ama sahada gördüklerim, bir futbol maçından daha çok bir boks müsabakasına benzer görüntülerdi. Sahada her şey futbol için tamdı. Derbinin adına yakışır biçimde, kıran kırana bir oyun oynanıyordu.

Peki ya tribündekiler? Önce bir torpil atıldı kaleci Mondragon'a. Sonra peş peşe içi dolu su şişeleri. Eric Gerets'in alnı, tribünlerden yağan yabancı maddeler yüzünden yarıldı. Yöneticiler her zamanki gibi susup, taraftarın suçunu örtbas ettiler. Başka şeyler söylediler onun yerine. Her derbinin sonrasında olduğu gibi, yine raporlar tutuldu. Türkiye'nin iki büyük kulübü, şimdi ceza kurulunda.

Ben başka bir konuya değinmek istiyorum. Türkiye'nin futbol vizyonu, 10 senedir böyle. Belki 10 seneden de daha fazla. Onun için bazen; "Yoksa insanlar, kendi takımları galip geldiğinde; kendi egolarını da mı tatmin ederler?" diye düşünürüm.

Şimdi iki büyük kulüp, ceza kurulunda. Alacakları cezaların da üç muhtemel sonucu var; tıpkı futbol gibi:

Ya saha kapatma, ya seyircisiz oynama, ya da çok ağır bir para cezası. Üçünün de zararı, sonuçta kulüplere dokunuyor.

Peki ya taraftarlar? Onlar bu cezalardan yine de kârlı çıkabiliyorlar mı? Kulüplere verilen manevî destekler, giderek maddî kayıplara dönüşüyor. Sonuçta tuvalette kırılan bir pisuvarın parası bile, kulüplerin kasasından çıkıyor. Ve en ağır cezalarla, hep kulüpler karşı karşıya kalıyor.

Cezalar her ne kadar kulüplere kesilse de, yaptırımlar taraftarlara uygulanmalı. Hem böylece belki, yıllarca şikayet ettiğimiz ama bir türlü çaresini bulamadığımız futbol terörü hastalığını; bir nebze de olsa iyileştirebiliriz. Hiç olmazsa cezaların, fanatik taraftarlar üzerinde caydırıcı bir etkisi olur. Hem de taraftarlarla camialar, birbirlerine bu kadar yakın dururken.

Televizyonda futbol maçlarını seyredip, içimizden gıpta ettiğimiz Avrupa'yla; futbolumuz kadar seyirci profillerimiz arasında da büyük farklar var. Onun için, tiyatro gibi düşünelim futbolu. Ve tüm oyuncularını alkışlayalım bu tiyatronun.

 
Toplam blog
: 266
: 1321
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1982 yılında İstanbul'da doğdum. Açık Öğretim Fakültesi İşletme Lisans eğitimimi 2005 yılında tam..