Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '09

 
Kategori
Güncel
 

Derhal sivil, özgürlükçü, demokratik bir anayasa yapmalıyız!

Derhal sivil, özgürlükçü, demokratik bir anayasa yapmalıyız!
 

DERHAL SİVİL BİR ANAYASA YAPMALIYIZ


Güney Afrika 1948 ile 1990 arasında ırksal ayırıma dayanan bir rejim ile yönetildi. Nüfusun yüzde onbeşini oluşturan beyazlar yönetimi elinde tutarken yerlilerin ve siyahların siyasal ve medeni hakları dahi yoktu. Bu rejim Nelson Mandela liderliğinde başlatılan direnişle 1990’ların başında son buldu.

Çağdışı yönetime son vermenin, tüm ırkların eşit haklara sahip olduğu yeni bir ülke kurmanın en önemli aracı ise “yeni bir anayasa” yazmaktı.

1990-1997 yılları arasındaki anayasa yazma süreci, haklkın da 2 milyon önergeyle katıldığı bir demokrasi şölenine dönüştü. Anayasanın yazımı büyük ölçüde akademisyenler, hukukçular, resmi kurumlar değil sivil toplum örgütleri halletti.

Bugün Güney Amerika ırkçı rejimle değil herkese örnek olan demokratik bir anayasa yazımı ile anılıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında totaliter rejimlerin yıkılmasının ardından demokrasiye dönüş yapan Almanya ve İtalya; 1970’lerin sonunda askeri bir otoriter rejimden demokrasiye geçiş yapan İspanya; 1990’larda komünist rejimlerini sona erdiren Doğu Avrupa ülkeleri ve hatta ırkçı yönetimi bitiren Güney Afrika Cumhuriyeti nasıl başardıysa, biz de yeni ve sivil bir anayasa yapmayı başarabiliriz.

Bir çok ülkenin yıllar önce başardığı Anayasa reformunun şu ya da bu nedenle köklü bir tarihe ve devlet geleneğine sahip Türkiye tarafından başarılamaması ülkemizin üçüncü dünya ülkesi konumunda kalması anlamına gelir.

Türkiye’de, 1946-50 arasındaki demokrasiye geçiş sürecinin siyasal güçleri, demokrasiye geçiş konusundaki uzlaşmalarını yeni bir anayasanın yapılması üzerinde de yoğunlaştırabilmiş olsalardı, daha sonra ortaya çıkan anayasal sorunlar belki de yaşanmayacaktı. Aslında tam da bu dönemde yeni bir anayasa yapılması gerekiyordu. İç ve dış dinamikler oldukça elverişliydi. Çünkü ülkemizde siyasal sistemin işleyişi ve toplumsal değişim belli bir aşamaya gelmiş, batı ülkelerinde de totaliter rejimler sona ermeye başlamış ve yeni demokratik anayasalar yapılmaya başlanmıştı.

Bu fırsat kaçırılınca, 1960 darbesinin ardından 1961 Anayasası yapıldı, fakat yine toplumun ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen ve belli açılardan demokrasiden geriye dönüş anlamına gelen düzenlemeler getirildi. Bu Anayasanın temelde özgürlükçü olduğu doğru olmakla birlikte, din hürriyeti konusunda aşırı sınırlayıcı bir yaklaşımı benimsediği görülmektedir. Keza din istismarıyla ilgili hüküm ilk defa bu Anayasaya konulmuş ve bu sebeple partilerin kapatılabileceği öngörülmüştür. Öte yandan, seçilmişler üzerindeki askeri vesayetin temel çerçevesini belirleyen MGK ve Genelkurmay Başkanlığının Savunma Bakanlığı yerine Başbakanlığa bağlanması gibi hükümler de bu Anayasayla getirilmiştir.

Türkiye için yeni bir anayasa yapılması, sırf darbeci anayasa geleneğinin yıkılması ve demokrasi üzerindeki bürokratik (askeri ve yargısal) vesayetin en azından anayasal düzenlemeler açısından sonlandırılması için dahi zorunludur. Sıkça tekrarlanan bir sözle ifade edelim: ‘Siviller de yeni anayasa yapabileceklerini göstermelidirler.’

O halde, çeşitli etki ve tepkilerin ürünü olan 1961 ve 1982 darbe Anayasalarından sonra, bireyi esas alan ve devletin yetki haritasını modern anayasacılığın temel ilkelerine göre düzenleyen ‘sivil ve demokratik’ bir anayasanın yapılması için, köklü bir transformasyon sürecinde bulunan Türkiye’nin önünde zamanlama bakımından iyi bir fırsat vardır.(Prof.Dr.Yavuz Atar)

2007’de başlayan sivil anayasa reformu süreci yüz elli yılı aşkın anayasacılık tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Her ne kadar bu süreci başlatan AKP sonrasında “Kapatma Davası” ve yeni Anayasaya karşı direnen güç odaklarının çeşitli baskılarına maruz kalmışsa da bu adım son derece doğrudur.

Bu sayede sivil toplum ciddi şekilde tartışmalara katılmış bütün ilgili kesimler sözlerini söyleme fırsatı bulmuşlardır.

İster özgürlükçü deyin ister medeni deyin ister demokratik deyin isterse sivil diye niteleyin yeni bir anayasa yapma zamanı gelmiş bulunmaktadır.

Mevcut Anayasanın 175. maddesinde anayasanın nasıl değiştirileceği açıkça yazılıdır. Değiştirecek organ da TBMM’dir.

Bu bağlamda Danıştay Başkanı’nın hafta sonundaki kuruluş yıldönümündeki konuşmasınındın yeni anayasaya katkı yapmaktan ziyade yapım sürecini engellemek ve yozlaştırmak olduğunu söylemek gerekir.

Şu anda, 2007 seçimlerinde demokratik yolla seçilmiş ve yüzde 85 civarında da farklı siyasal görüşlerin temsil edildiği bir Meclis yapısı bulunmaktadır. Kaldı ki, anayasa değişikliğinin referanduma sunulmasıyla da, halkın hukuken anayasa yapımında son sözü söylemesi sağlanabilir.

Liberal anayasa teorisinin temel ilkesi, bireysel özgürlüklerin doğal olarak ve kendiliğinden var olması, buna karşılık siyasal otoritenin sadece verilen yetkilere sahip olmasıdır. Ancak özgürlükler elbette sınırsız değildir ve belli kriterler çerçevesinde sınırlandırma meşru görülmektedir. Devlet organlarının fonksiyonlarını icra edebilmesi için de siyasal otoriteye bir takım yetkilerin verilmesi gerekli kabul edilmektedir. İşte anayasa adı verilen kuralların temel amacı bireysel özgürlüklerin sınırlarını ve devlet organlarının yetkilerini belirlemektir.

“Millet-birey için” değil de “Devlet için” yapılan içinde bireyin hak ve özgürlüklerinin gözetilmediği mevcut Anayasal düzen 21inci yüzyıl Türkiye’sinin sosyal, siyasal sorunlarını çözüşüne en büyük engel olarak gözükmektedir.

Millet iradesiyle iktidar olan Hükümetlerin “Muktedir” olamamasının sürekli “askeri ve sivil bürokrasinin vesayeti” altında kalmasının sebebi Anayasal düzenimizin bu şekilde kurgulanmasından dolayıdır.

Anayasaların temelinde porlementoculuk (demokrasi) ile hak ve özgürlük sistemi(siyasal liberalizm) yatar.

“Manga Carta Libertatum” (Özgürlük Fermanı-1215), “Petition of Rigsths” (Haklar dilekçesi-1628), “Habeas Corpus Act” (1679), “Bill of Rights” (Haklar bildirisi-1689), “Act of Settlement” (Tac-ı Tevarüs kanunu-1701) belgeleriyle başlayarak günümüze gelen Anayasacılık belgelerinin ortak amacı parlamentonun yetkilerini genişletip kralın bu haklara saygı duymasını sağlamak, siyasal özgürlük alanını genişletip, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına almaktır.

Türkiye’nin 2009 yılında yapmasını beklediğimiz şey aslında bu kadar basit ve eskidir.

Mevcut Anayasa’mız milletimizin hak ve özgürlüklerini güvence altına almak için değil devletin egemenliğini millete karşı güvence altına almak ve onları “resmi ideolojisine uygun vatandaşlar” olarak yetişip davranmalarını sağlamak üzere yapılmış bir metin olduğu için topluma dar gelmekte basit sorunları dahi çözümlemeyi bırakın büyük sorunlar haline dönüşmesine ve giderek “beka” tehlikesine yol açmaktadır.

Dinamik ve değişime açık yapısıyla toplumumuz demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğünün pekiştirilmesine yönelik reformları desteklemektedir. Toplumun ezici çoğunluğu anayasa reformu için istekli görünmektedir.

Anayasalar toplumsal mutabakat metinleridir. Oysa ülkemizde bu güne kadar yapılan anayasalar ilkelerde bir toplumsal mutabakat aranmadan yapılmış ve uygulamada başarısız kalmış metinlerdir.

Yeni anayasanın sivil irade tarafından yapılması çok önemlidir. 1982 Anayasası’nı istediğiniz kadar değiştirin, yine ismi 1982 Anayasası olarak kalacak ve darbeyi anımsatacaktır.

Bu itibarla Sayın Tayip Erdoğan’ın yaşadığı baskı ve kapatma davası sonrasında geri adım atmadan şimdilerde yapmaya çalıştığı üzere parça parça değişiklikler değil “Bütünü kapsayan değişiklik” yani “Yeni Anayasa” yazımı sürecine geri dönmesi son derece önemlidir.

Bugün elimizde tarihsel bir fırsat vardır.

Toplumsal mutabakat sağlanarak ilk defa özgürlükçü, demokratik ve sivil ruhlu, medeni değerleri özümsemiş bir anayasa yazma fırsatını değerlendirmek zorundayız.

Güney Afrika’nın bile başardığı şeyi biz de pekala başarabiliriz.

AKP yeni Anayasa yazımı sürecini şeffaf, toplumun ve bireylerin katılımını ve katkısını sağlayacak bir usul dairesinde sabırla yönetmelidir.

AKP çok kararlı bir siyasal irade ortaya koymalı ve siyasal iradeyi sindirmeye yönelik girişimlere boyun eğmemesi gerekir. Çünkü, bu fırsat bir daha uzun zaman ele geçmeyeceği gibi Türkiye’nin artık demokrat ülkeler arasına girmekte geciktirilmeye tahammülü ve hakkı yoktur.

AKP yeni bir Anayasa yazımı fırsatını değerlendirirse millete yapılabilecek en büyük hizmeti yapmış olacak ve işte o zaman milletin baş tacı olmayı hak edecektir ve olacaktır

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..