Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Deri eldivenli işeyen hayaletler…

Deri eldivenli işeyen hayaletler…
 

Siz hayaletlere inanır mısınız? Ben inanırım!

Lütfen inanmaz gözlerle bakmayın bana…

Onlar var! Gerçekten var! Hatta görüntüleri bile var! Bunu ispatlayabilirim size!

Evet, evet! Onlar bal gibi varlar ve hatta aramızda dolaşıp gereğinde bizi taciz ederler!

 

Bir yazımda hiçbir şey göründüğü gibi değildir” diye başlayıp şöyle devam etmiştim:

Toplum olarak çok kolay kızıyoruz, çok kolay seviniyoruz. Bu özelliğimizle birlikte çok da kolay yargılıyoruz.

Kişiler yargılarken (bir türlü kurtulamadığımız) şark kafasının “linç kültürü” her an ortaya çıkabiliyor…

Bu kültür eğitimle, sosyal imkânlarla, parayla, pulla, çevreyle hiç alakalı değil… Cahili tekmeyle, sopayla linç eder, eğitimlisi sözle, dedikoduyla, zanla, yargıyla linç eder…

O yazımda eksik yazmışım dostlar: Kimi de medyayla linç eder…

Hepiniz hatırlarsınız, Gezi olayları başladığında Sn. Başbakan grup toplantısında başı örtülü bir kardeşimize yapılan saldırı ve tacizden söz etmişti.

Bu kardeşimizin ifadesine göre 80-100 kişilik, belden yukarısı çıplak, siyah bandanalı, deri eldivenli bir grup kendisine tokat atmış, yere devirmiş, cinsel taciz uygulamış ve üstüne üstlük üzerine idrarlarını yapmışlardı.

Üstelik kadıncağızın yanında bebeği vardı… Bir “gastecinin” söylediğine göre bebek arabası da devrilmişti!

Ne iğrenç! Ne dehşet!

Toplumun yarısı bu anlatılanlara inanmış ve öfke dolmuştu. Diğer yarısı da “Amerikan filmi” ya da fantezi kıvamındaki bu olaya kesinlikle inanmamış, iftira olduğunu düşünmüş ve toplumun diğer yarısı gibi öfke dolmuştu. Yani toplum bir anda öfkeyle kamplaştırılmıştı…

Ne iğrenç! Ne dehşet!

 

Sn. Başbakan’ın anlatımı en büyük delildi.

Devletin ve istihbaratın başındaki insan böyle bir konuda yanılamazdı ve yalan söyleyemezdi…

Konu günlerce tartışıldı. Bazı gazeteciler, örneğin İsmet Berkan Aykırı Sorular programında güvenlik kamerası kayıtlarını izlediğini ve olayın doğru olduğunu söylemişti. Ama ısrarlı sorular karşısında kem küm etmesi gerçekliğe şüphe düşürmüştü.

Ne kadar şüphe düşerse düşsün, o bir gazeteciydi ve kem küm ederek de olsa olayı doğruluyordu…

Dahası da var: Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner "O görüntüleri toplumla paylaşmamamız iktidarın sorumluluk duygusuyla alakalı, farklı gelişmeler olabilir" diyerek öfkelerin üzerine tüy dikmişti…

Dehşetimiz daha da büyüdü…

 

Dehşet ve öfke toplum içinde giderek büyürken görüntüler bir türlü dağıtılmıyordu. Dağıtılmıyordu ama onlarca kişi savcılıkta sorgulanıyordu. Savcılıkta insanların sorgulanması ve şüpheli sıfatıyla mağdura(!) gösterilmesi de olayın doğruluğuna delil olarak gösteriliyordu. Ne garip değil mi?

Garip olan nedir?  

Olmamış bir olayın, olmayan tanıkları yaratılıyor, olmayan tanıklar böyle bir şey görmediklerini söylüyor ve bir gazeteci ekranlarda “zaten onlarca insan şu anda sorgulanıyor” diyerek olmayan olayın olmayan tanıklarını olmadık bir şekilde zan altında bırakıyor! 

Ne iğrenç! Ne dehşet!

 

Peki, bu sorgulanan kişiler nasıl bulunmuştu?

Tabi ki kameralardan ve o bölgeye ait baz istasyonu kayıtlarından…

Şaşırdınız değil mi? Baz istasyonu kayıtlarından o saatlerde orada bulunan kişiler bulunmuş ve tanıklıklarına başvurulmuştu… Yani devlet herkesi hangi saatte, nerede olduğunu isterse şıp diye bulabiliyordu.

Lakin hiç kimse bu garip giysili insanları ve olayı görmemişti. Hem de Kabataş iskelesi gibi kalabalık bir alanda!

Kimse görmemişti ama ille de gören birileri bulunmak isteniyordu. O yüzden sıradan insanlar savcılığa çağırılıyor ve şahitler aranıyordu.

Sanırım savcı da şaşkınlık içindeydi. Bu garip giysili yaratıkları hiç kimse görmemişti ama şikâyetçi vardı. Üstelik Başbakan olayı doğrulamıştı!

Savcı ne yapsın? Elbette olayı dibine kadar sorgulayarak bir şeyler bulmak istiyordu ama yok, yok, yok!

 

Şimdi savcılığı şaşkınlığı ile baş başa bırakıp biraz duralım ve düşünelim:

Sizi bu olay nedeniyle, şahitlik için ya da sorgu için, savcılığa çağırsalardı, şüpheli sıfatıyla şikayetçinin karşısına çıkartsalardı çevrenize ne derdiniz?

Durup dururken işinizden gücünüzden olduğunuz gibi, yakın çevrenize sık sık ifade vermek zorunda kalırdınız, değil mi?

Belki işyerinize açıklama yapmak durumundaydınız belki çocuklarınıza…

Durduk yerde böyle iğrenç bir olayın kahramanlarından biri oluverirdiniz ve çevreniz anlattıklarınıza ne kadar inanırsa o kadar da masum olurdunuz ki, çevrenizde şüphede kalanlar da olacaktır…

Bu kadar durmak ve düşünmek yeter. Devam edelim:

Bir kısım insan görüntülerin varlığına inanıyor (ki inanmaları için her şey yapılmıştı) bir kısım insan da bunun bir fantezi olduğunu düşünüyor ve alay ediyordu.

Aslına bakacak olursanız kamuoyu karşılıklı öfke biriktiriyordu. Biri olanlara(!) öfkeleniyor, diğeri de iftiraya…

Herkes görüntülerin peşindeydi ve görüntüler bir türlü çıkmıyordu. Nedendi acaba?

Görüntülerin asla çıkmayacağını herkes kabul etmişti artık. Kimine göre “gizlilik” nedeniyle kimine göre de “olmayan olayın görüntülerinin de olmaması” nedeniyle bu iddia geçen zamanın karanlığı içinde kalacaktı.

Öyle olmadı ama…

Gel zaman, git zaman bu görüntüler medyaya dağıtıldı ve olayın yalan olduğu ayan beyan ortaya çıktı!

Buyurun buradan yakın! Ne olacak şimdi?

Haydi, şimdi olabilecekler üzerinde kafa yoralım:

1.        Görmedikleri bir olayı görmüş gibi anlatanlar (sanırım ki) çok mahcup olacak…

2.        Başbakan grup toplantısında kamuoyundan özür dileyecek…

3.        Olayı kışkırtan gazeteler manşetten özür dileyecek…

4.        Olayı yaşadığını söyleyen kardeşimiz ve ailesi özür dileyecek…

5.        Mehmet Metiner aynı kanalda, aynı saatte, aynı programda izleyenlerden özür dileyecek…

6.        Saldırı şikâyetinde bulunan kardeşimiz savcılığa çağırılacak ve uygun bir kanun maddesiyle hakkında kamu davası açılacak.

7.        Hükümet toplum içindeki kamplaşmayı kaldırabilmek için bu konuyu fırsat bilecek ve kışkırtanlar için hukuki süreci başlatacak…

 

Her neyse, çok uzatmayalım. Devlet gereğini yapacaktır!

Şimdi basit bir analiz yapalım:

Yalanlarla toplumu kışkırtanların bir amacı vardı ve bu amaca ulaştılar.

Hayır, hayır! Yanlış anlıyorsunuz; amaç toplumu değil Başbakanı kışkırtmaktı!

Sn. Başbakan güvendiği insanlardan aldığı bilgiyle grup toplantısında olayı görmüş gibi anlattı. O anlatırken kasıtlı olarak yanlış bilgiyi verenler de eminim ki kıs kıs güldüler. Bir gün Başbakan’ın bu haber nedeniyle zor durumda kalacağını biliyorlardı bence. Bilerek yaptılar!

Sn. Başbakan kendisini kandıran bu insanlardan hesap sormak durumundadır! Ama işi paralel evrene, paralel yapılanmaya, hacıya, hocaya bağlamadan yapmalı! Apaçık ve görünebilecek şekilde…

Bu işin görüntülerini izlemiş gibi yapan, olaya esrarengiz ve dehşetengiz bir hava katan “gasteci” kimlikli kışkırtıcılardan da hesap sormak durumunda…

Bir TV. Programında elinde görüntüler olduğunu söyleyip toplumu kışkırtan milletvekilinden de hesap sormak durumunda!

Bu olayı yaşadığını söyleyen aileden de hesap sormak durumunda!

Ama en büyük hesap topluma bu çirkin iftirayı atan ve olayı yaşamış gibi anlatan o kişinin kendisinden soracağı hesaptır!

Hayır dostlar! Biz sormayalım, o kendi kendine sorsun! Vicdanı onu bir ömür yargılasın.

Biz o kişiyi yargılarsak yazının başında yazdığımızı yapmış oluruz. Toplumu geren, öfkelendiren bu kişinin hangi ruhsal hal ile hangi baskıyla yaptığını bilemiyoruz. Belki de hastadır, bunu da bilemiyoruz…

Bırakalım bu işi hukuk ve kişi kendisi yapsın…

Ve eğer kendisine, bu iftira için, bir baskı ve telkin yapılmışsa işte onlardan hem kendisi hem de hukuk hesap sorsun.

Eğer öngörülerimin hiç biri olmazsa ve bu kışkırtma hiç yaşanmamış gibi unutulur giderse geriye bir tek izah kalır:

Kardeşimiz bu saldırıya uğramıştır ve bunu yapan hayaletlerdir… Hem de işeyen hayaletler!

Her neyse, şimdi “manidar zamanlara” uygun olarak sözümüzü bir ayetle bitirelim de, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılsın:

Hucurat Suresi 6. Ayet:

Ey mü’minler, size fasık bir kimse bir haber getirince, onun iç yüzünü iyice araştırıp tahkik ediniz. Yoksa bir topluluğa bilmeden fenalık edersiniz de, sonra ettiğinize pişman olursunuz.

Şimdi ilgili haberler için linklere tıklayabilirsiniz:

1.        Güvenlik kamerası kayıtları ve kanal D Haber

2.        Görüntülerin elinde olduğunu söyleyen bir milletvekili bakın neler anlatmış!

3.        İsmet Berkan’ ın kem küm ettiği program 

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..