Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '12

 
Kategori
Siyaset
 

Derin cemaat derinleşemeyen sivil siyasete karşı

Derin cemaat derinleşemeyen sivil siyasete karşı
 

 

Vesayetçi rejime karşı ortak duruş gerçekleştiren geniş ittifakın ezberlerinin bozulduğu bir sürece girdiğimiz bir gerçek.

 

Artık daha önce söylenen, tekrarlanan doğrular bugünü karşılamıyor.

 

“Yargı darbesi” dediğinizde de ortaya çıkan anlam farklı, “herkes yargı önünde hesap verebilmelidir” cümlesi kurduğunuzda da.

 

MİT – Savcılık/Emniyet çatışması süreci, Türkiye’nin yeni ve bambaşka bir sürece girdiğinin ispatı oldu. İspat, belirli bir süredir şüphelendiğimiz, tahmin ettiğimiz bir şeyin, reddedilemeyecek düzeyde açığa çıkmasıdır. Bu nedenle çok şaşırtıcı bir şey olmadı bu gelişme, sadece tahminleri ve şüpheleri haklı kıldı.

 

Yıllardır, bu ülkede hükümetlerin iktidar olamadığını, gerçek iktidarın devlet ve devlete egemen olan derin yapının olduğunu söyledik durduk. O kadar kavga ve değişimden sonra, bugün anlıyoruz ki, sivil siyaset hala yeterince iktidar değil. İktidarını bir cemaatle paylaşıyor. Hükümet hala iktidar koltuğunun bir kısmına sığınmak zorunda kalmış.

 

Aslında bunu, bugün anlamış değiliz. Ortada bir cemaat realitesinin olduğu aşikar. Türiye’de bir cemaatin olmasında bir gariplik yok. Hatta iyi ki cemaat(ler) var bile denebilir. Ancak bir cemaati anlamlı kılan, onun sivil toplum içinde, sade vatandaşlar arasında bir anlam ifade edebilmesidir. Ancak eğer devlet içinde örgütlenmeye başlayan, varlığını devlet içinde elde ettiği konuma bağlayan bir cemaatten bahsediyorsak, ortada bir sorun var demektir.

 

İşte Türkiye şu an bu sorunla yüz yüze gelmiş durumda.

 

Şimdi biraz MİT – Savcılık/Emniyet çekişmesinin anlamını çözmeye çalışalım. İlk olarak tarafların iddialarına bir göz atalım;

Gülen cemaatinin taraftarlarının iddiası şu; “Türkiye’de vesayet rejiminin kurumları olan ordu, yargı ve emniyete dokunuldu ancak bugüne kadar MİT’e kimse dokunmadı. MİT hala müsteşarı Hakan Fidan’ın kontrolü altında olan bir kurum değil. İçinde dokunulamayan derin yapılar var ve bu yapılar hala Kürt sorununu manipüle edebiliyorlar. Bunun belgelerine de KCK operasyonunda ulaşıldı. Savcının ve Emniyetin bu girişimi Türkiye’de temizlenmeye ve demokratikleşme dair atılan adımların bir parçasıdır.”

Hükümete yakın olan çevrelerin iddiası ise şu; “MİT Türkiye’nin son sürecinde Kürt sorununda diyalogu ve siyaseti savunan taraftır ve hükümetten aldığı direktifler doğrultusunda PKK ile gayrı resmi görüşmeler gerçekleştirmiş ve süreci bir noktaya kadar taşımıştır. Ancak bu süreç Habur’la beraber baltalanmış ve iktidar yargı/emniyet kurumları tarafından temsil edilen güvenlikçi/şiddet içerikli politikaya dönüş yapmıştır. Savcı’nın MİT’e yönelik bu girişimi, diyalogcu ve çatışmacı bu iki kanat arasındaki çekişmedir. Ama ilkesel olarak sivil siyasete ve sivil iradenin alanına müdahaledir ve bir eski Türkiye geleneğidir. Bu nedenle kabul edilmez.”

 

Görüldüğü üzere her iki taraf da, son 5 yıl içinde Türkiye’de yaşanan gelişmelerde teorize edilen çerçeveyi kendi iddialarına gerekçe yapıyorlar. Bir taraf henüz dokunulmamış bir derin devlet yapısına karşı mücadele verildiğini söyleyip, devletin her kurumunun yargı önünde hesap vermesi gerektiğini dile getirirken, diğeri yargının siyasetin alanına girerek yargı darbesi gerçekleştirdiğini iddia ediyor.

 

Ancak ne yazık ki, bu kalıplar, yaşadığımız olayları anlamamıza ve taraf tutmamıza neden olacak kadar ikna edici değiller. Gülen cemaati çevresinin MİT’le ilgili bir sıkıntı yaşadığı kesin. Bu sıkıntı yalnızca orada istedikleri kadar kadrolaşamamak mıdır, yoksa daha da ötesi hükümetin MİT aracılığı ile –iktidarını paylaşmak zorunda kaldığı- cemaate yönelik bazı sınırlayıcı, geri adım attırıcı girişimlere hazırlanmasıdır?

 

Aslında komplo piyasasında çok daha derin teoriler de gezinmiyor değil. Örneğin, Türkiye’nin Ortadoğu’da etkin bir güç olmasını sağlayan aktörlerden MİT’in (!) ABD ve Yahudi lobisi etkisi altındaki cemaat aracılığı ile yıpratılmaya çalışıldığı iddiası sık sık dile getiriliyor. Ya da MİT’e yönelik operasyonun, Türkiye’nin Suriye’ye girmesinin önünü açmaya ya da önünü kapatmaya yönelik bir adım olduğunu dile getiren karşıt iddialar da var.

 

Komplo teorilerine her zaman olduğu gibi inanma eğiliminde değilim. Sorunun daha çok cemaat ve AKP arasında güç, alan genişletme kavgasından kaynaklandığını düşündürten sinyaller fazla. Bu çatışma bir kez daha belli bir noktada uzlaşma ile sonuçlanabilir. Ancak uzun vadede gelişmeler nihai bir kapışmayı işaret ediyor. Çünkü Gülen cemaati sivil bir cemaat olmanın ötesinde bir devlet cemaati olmanın peşinde koşuyor ve seçimle gelen bir iktidardan, sahip olduğu güç doğrultusunda iktidar yetkisi ve devlet alanı talep ediyor. Ve üstüne üstlük Emniyet ve Yargıda etkin olan bir güç olarak 28 Şubatçı yöntemleri kullanmakta bir sakınca görmüyor.

 

12 Haziran seçiminden bu yana gelinen noktada, AKP’nin de devlet algısında ve hükümet olma şeklinde oldukça fazla hata var. Ancak tüm olumsuzluklarına karşın, halktan onay almış, tekrar sandıkta halkın karşısına çıkacak olan ve dolayısı ile siyaseten hesap verme pozisyonunda olan kurum olarak bu krizde haklı olan taraf olduğunu düşünebiliriz.

 

Aslında Türkiye’de yaşanmakta olan, olumsuz bir uca saplanmış (askeri vesayetçi rejim) olan ülkenin oradan kurtulayım diye hamle yaparken diğer uca (çoğunluk tahakkümü) savrulması. Bu biraz da kaçınılmaz ve yaşanması gereken bir süreç. Aynen çok sıkıca çektiğiniz bir ipin, boşa düşmesi üzerine, kendi çekme kuvvetinizle tahmin ettiğinizden daha fazla geriye savrulmak gibi bir etki yaşıyoruz. Ülkenin dengeye (çoğulcu demokrasi) kavuşması zaman alacak gibi. Dengeye ulaşmanın yolu, sürece dair her daim şüpheli ve hala muhalif olabilmekten geçiyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..