Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '15

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ders 3- Kur’ân’ı anlamada metodlar -2-

Ders 3- Kur’ân’ı anlamada metodlar -2-
 

Değerli dostlar. Prof. Dr. Mehmet Okuyan'ın Envâr'ül- Kur'ân derslerine devam ediyorum. Daha önce 1. ve 2. bölümleri eklemiştim. Şimdi 3. ve 4. bölümleri ekleyeceğim. Benim ekleyeceklerim giriş bölümü ve 7 dersten oluşuyor. Daha sonra hocamız tefsire geçiyor. Tefsiri izlemek isteyenler www.envarulkuran.com sitesinden devam edebilirler. Giriş bölümü Kur'ân'ı okurken izlenecek metotları anlatıyor ve gerçekten de çok eğitici ve öğretici. Umarım herkese faydalı olacaktır. Arapça kelimelerde hata yapabilirim; şimdiden affola... Kur'ân'la dolu bir yaşam diliyorum.

Tülay Hergünlü

*

"Geçen ders Kur’ân’ı anlamayla ilgili üç metodu paylaşmıştık. Bu derste yedi metodu daha öğrenmeye çalışacağız. Konuya başlamadan önce bir ayet okuyalım:

Râd suresi 17. ayet: Râd, gök gürültüsü demektir.  Ben bu ayeti, Kur’ân’ı neden yavaş yavaş okuyorumun referansı olarak kullanırım. “Allah göklerden yağmur indirir. Vadiler her biri kendi ölçüsünde akar. İşte o oluşan sel, kabarık malzemeler taşır, köpükler taşır. Selin üzerinde köpükler oluşur. İnsanların ateşte bir maden eritirken de tutuşturdukları o ateşin, o maden eriğinin üzerinde de köpük oluşur. Bu köpük ve cüruf dediğimiz şeyler yok olur giderler. İnsanlara faydası olan kısma gelince, toprakta kalan odur.”

Kur’ân’î hakikatlerin anlatıldığında yok olup gitmesine razı değilim. Geriye bir şey bırakan su gibi toprak gibi mineral değeri yüksek olan bir miktar kalmalı. Çok okuyup geriye hiç bir şey kalmadıysa bir anlamı yok. Az okuyun, hepsi kalsın. Bu da, ağır ağır okumakla elde edilecek bir tedebbür eylemidir.

Bazen öyle bir ayet okursunuz ki o ayeti doğru anlarsanız belki Kur’ân’ın üçte birini kavramış olursunuz. Kıssaları doğru okursanız, oradaki usulü bilirseniz -Kur’ân’da 2000 den fazla kıssa ile ilgili âyet var - bir metodun Kur’ân’ın üçte birini, avucunuzun içine nasıl getirdiğini, anlarsınız.

4. Metod: Rivayetleri ve görüşleri Kur’ân’a arz etmek:

Rivayetleri Kur’ân’a arz etmek deyince, şöyle bir algı insanların zihninde beliriyor. Diyorlar ki; “siz nasıl oluyor da hadisleri Kur’ân’a arz edersiniz?”

Bakın ben başlığımı verirken hadislerin Kur’ân’a arzı demiyorum, rivayetlerin Kur’ân’a arzı diyorum. Kelime çok önemli... Eğer hadislerin Kur’ân’a arzı kelimesini kullanırsanız, sanki siz bu kafayla peygamberi test ediyorsunuz. Evet, bu söz peygamberimizin ama bakalım doğru mu demiş. Hayır, hâşâ ve kella! Sözümüzde kastımız asla bu değildir! Burada mesele, Peygamberimize nisbet edilen rivayetlerin, güvenilirliği sorunudur. Bu rivayetler ondan mı geliyor, sonradan bir katıştırmanın ürünü mü? Bu ayıklamayı yapmak lazım. Bu, hâşâ peygamberimizi test etmek kesinlikle değildir. Başlığı da onun için özene bezene belirliyoruz; Rivayetlerin Kur’ân’a arzı.Hadislerin Kur’ân’a arzı değil. Çünkü hadis deyince, kimse bunu kelime anlamıyla anlamıyor. Hadis deyince, otomatik olarak bunu peygamberimizin sözü diye kabul ediyor. Peygamberimizin sözünü Kur’ân’a arz etmeyi, peygamberimizi test etmek manasına algılıyor. Kastımız asla bu değildir.

Peki, rivayetleri Kur’ân’a arz etmeyle ilgili bizi bu noktada hareketlendiren saik nedir? Biz niye böyle bir şey yapıyoruz?

Bu konuda bir rivayet var. İmamı Şafii’ nin, Er Risale adlı eserinde geçiyor. Efendimize nispet ediliyor; Rivayet şu;

Efendimiz buyuruyor ki; “Size benden bir şey geldiğinde, o gelen şeyi Allah’ın kitabına arz edin. Eğer o bilgi Kur’ân’a uygun ise onu ben demişimdir. Eğer o bilgi Kur’ân’a aykırı ise onu ben dememişimdir.”

Bir rivayetle karşılaştığım zaman ben bunu Allah’ın kitabıyla yan yana getiririm. Eğer Allah’ın kitabına uygunsa, bu söz efendimizin sözüdür, başım gözüm üstüne; yok bu kitaba aykırı ise bu sözü peygamberimiz söylemiş olamaz der ve o söze karşı mesafeli dururum.

Bu rivayeti nakledenlerin bazıları, bu rivayet uydurmadır diyorlar. Birinin yüzde yüz sarıldığı şeye diğerleri uydurma diyebiliyor.  Genelde bir grup uydurma deyince, herkes onun uydurma olduğunu zannediyor. Diğer taraftan başka bir rivayete, çok da sakat bir rivayet olabilir, grup ona sarılıyorsa o mütevatir gibi lanse ediliyor. Bir sözün savunucularının sayısının kabarıklığına bakarak, sözün doğruluğu noktasında bir kanaat sahibi olmam. Bir kişi olabilir, doğruyu o söylüyordur. Çok kenarda bucak da kalmış bir rivayet olabilir, aslında sahih olan belki de odur. Çünkü kalabalıklar, hakikatin ölçüsü olmaz. Bu manâda en az 10 tane ayet okuyabiliriz. Bir tanesini söyleyeyim:

Enam suresi 116. Ayet; “Sen, eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan şaşırtırlar. Saptırırlar”

Çoğunluğun dediği bir ölçü olamaz. Kitabullah önümüzde duruyor. Peygamberimizin sözleri Kur’ân’a uygun ise onu peygamberimiz söylemiş deriz.

İmam-ı Âzam bu sistemi uygulamıştır. Bir eserinden örnek verelim:

İmama talebesi diyor ki; “Zina eden bir müminin, başından gömleğinin çıkarılması gibi imanı ondan çıkar.” Bu rivayet güvenilir bir kaynaktan geliyor. Eğer bu rivayeti doğru kabul edersen, eğer böyle dersen haricilerden olursun. Yok, “zina eden adamın imanı gitmez” dersen, peygamberin sözünü reddetmiş olursun.

Diyor ki İmamı Azam; “Bir adam eğer şöyle derse, peygamberi reddetmiş olur; ‘Peygamberin şu sözü ona aittir ama ben o sözü kabul etmiyorum’ diyen adam peygamberi reddeden adamdır.” Ancak, peygamberim Kur’ân’a muhalefet etmez, Kur’ân’a aykırı söz söylemez, öyleyse ben bu sözü reddediyorum demek, sözü bana nakleden adamı reddediyorum demektir. Yani bu söz güvenilir bir şekilde bize nakledilmiş değildir. Bu sözü aktaranda sorun vardır. Benim peygamberim Kur’ân’a aykırı konuşmaz derse bir adam, peygamberi reddetmiş olmaz. Rivayetin geliş biçimine karşı bir tereddüt ortaya koyar. Nitekim diyor ki İmamı Azam; “Bu rivayet Kur’ân’daki bazı ayetlere aykırıdır.” Ayetlerde zinadan söz eden cümlelerin içerisinde ‘sizin kadınlarınızdan’ ifadeleri var. Siz dediği müminlerdir. Siz dediğine göre bunlar hâlâ müslümandır. Büyük günah işlemiş olsa da onlar bu dinin içerisindedirler. Öyleyse bu hitaplar gereği büyük bir günah işlese de bir adam, dinini kaybetmez. Kur’ân’a aykırı konuşmaz peygamber. Kur’ân’ın dediğini peygamber de söyler. Sırf bunun içinde;

“Peygambere itaat eden Allah’a itaat eder.”  Buyurmuştur Yüce Allah. Nisa suresi 80. Ayet’te. Hâşâ, Allah başka bir şey, peygamber bambaşka bir şey söylemez. Öyleyse peygamber S.A.V. Allahın kitabına aykırı bir şey söylemez, rivayette sorun vardır.

Eğer rivayetlerde iddia edildiği gibi Kur’ân’a aykırı herhangi bir unsur olursa, bunun karşılığında da İmam-ı Âzam, Hakka suresinin 44.45.46 ve 47. ayetlerini okuyor. O ayetler, herkesin kulağına küpe olması gereken ayetlerdir. Din adına esip savururken, Allah adına konuşurken, bir adamın yüreğinin nasıl titremesi gerektiğini anlatan ayetlerdir.

Hakka suresi 44. ayet: Rabbimiz Buyuruyor ki; “Görebildiğiniz ve göremediğiniz ne varsa hepsine yemin ediyorum. Bu vahiy, çok güvenilir bir elçinin getirdiği sözdür. Hiçbir şairin sözü değil. Ne kadar azınız iman ediyorsunuz. Hiç bir kâhinin sözü de değil, ne kadar azınız öğüt alıyor, gerçeğin farkına varıyorsunuz” diye başlıyor sonra şu tehditkâr ifade geliyor. Buyuruyor ki Rabbimiz; “Eğer o elçi bazı sözleri Bize nispet etseydi, (yani söylemediğimiz bir şeyi söylemişiz gibi aktarsaydı ya da tersinden söylediğimiz bir şeyi söylememişiz gibi gizleseydi) bu yaptığı işten dolayı sağ elinden güçlü bir şekilde yakalardık, sonra da onun şah damarından keser parçalardık. Sizin içinizden de hiç kimse buna engel olamazdınız.”   

Peygamberler Kur’ân’a aykırı konuşamazlar. Kur’ân’a aykırı konuşanlar peygamber olamazlar.

Bu metodu uygulayabilmek için Kur’ân’ı çok çok iyi bilmek gerekir. 6236 ayeti Fatiha gibi bileceksiniz. Her ayetin başka hangi ayetlerle anlam ilişkisine sahip olduğunu bileceksiniz. Ayetlerle adeta konuşacaksınız. Bir bilgi duyduğunuz zaman, o bilginin Rahmanî midir şeytanî midir kaynağı noktasında takvanız sizi harekete geçirecektir.

A’raf suresi 201. ayette beyan buyurulduğu gibi: “O muttaki insanlara, şeytan kaynaklı bir vesvese geldiği zaman, hemen gerçeği hatırlarlar. Bütün organları adeta göz kesilir” diyor Allah’ü Teâlâ.

Ama muttaki olmanın yolu, Furkan olan Kur’ân’a tabi olmaktan geçer. Furkan olan Kur’ân’a tabi olanlar, muttaki olurlar. Furkan olan Kur’ân’la, muttaki olanlar, Allah tarafından yeni bir Furkan ile ödüllendirilirler.

Bunların biri En’am suresi 155. Ayet ve diğeri ise Enfal suresi’nin 28 ayetidir. Furkan’nınız sizi muttaki yapmışsa o muttakiliğiniz yani Kur’ân’la donanımlı hale gelişiniz sizi yeni bir Furkan sahibi yapar. Furkan demek, doğruyu yanlıştan ayırabilme melekesi anlamına gelir.

“Siz Allah’a karşı muttaki olursanız, sorumluluğunuzu bilir duyarlı davranırsanız, Allah sizin için Furkan yaratır.” Kur’ân’laşan bir algınızın olması lazım, rivayetleri ya da görüşleri Kur’ân’a arz edebilmek için.

5. Metod: Ayetleri siyak ve sibakına göre anlamak. (Bağlamına, ya da ayetin önü ve arkasına göre anlamak)

Bu metod Kur’ân’ı anlamada çok önemlidir. Bu metod çok dikkatli bir şekilde takip edilmediği için yapılan hatalardan sizlere örnekler vereceğim. Siz eğer ayetlerin siyakını sibakını iyi bilirseniz, o ayetin o bağlamda hangi manayı verdiğini zaten az buçuk anlarsınız. Size büyük yardımı olur. Ancak böyle bir okuma biçiminiz yoksa korkunç hatalar yaparsınız.

Örnek, Kıyamet Suresi: Konu, mahşerdeki duruşmayı anlatıyor. Yüce Allah 15.ayete kadar; “O gün yani mahşer günü, insanoğluna haber verilecektir. Dünyada hayır adına takdim ettiği ne varsa, şer adına yaptığı ne varsa hepsi haber verilecektir. Aslında insanoğlu kendiyle ilgili bütün gerçekleri görecek. Orada elin, ayağın, kulağın, gözün, derin konuşuyor. Aklın inkâr ediyor, dilin dile geliyor, hücrelerin konuşuyor. Hiç bir şeyin gizli saklı kalma ihtimali yok. Bazı mazeretler ortaya atmaya kalkışsa bile aslında gerçeği görüyor” diyor. Şimdi 15. Ayete kadar böyle gidiyor, 16. ayet ise şöyle başlıyor;

 “Sakın ha onunla ilgili acele olsun diye dilini depreştirme. Onu toplamak da onu okumakta şimdi sadece bize aittir. Onu okuduğumuz zaman, onun okunuşunu sen de takip et. Sonra o okuduğumuz şeyin açıklamasını yapmak da Bizim işimizdir.”

Ne yaptılar biliyor musunuz? Açın bütün mealleri, büyük çoğunlukla tercüme şu; 15 ayete kadar geliyor, 16. ayette bir parantez açıyor ve diyorlar ki; “Ey Muhammed! Sakın vahyi acele almak için dilini depreştirme.” Sanki Peygamberimiz diliyle vahiy alıyormuş gibi. “Onu toplamak da onu okumak da bizim işimiz”. Nereden topluyorsunuz vahiyleri? Vahiy bir yerlerden mi toplanıp geliyor. Dağınık bir şey mi var? Kim topluyor? Vahyin dağınıklığı yok ki toplamasından söz edilsin. “Biz onu okuduğumuz zaman sen okunuşuna tabi ol sonra da onun açıklamasını biz yapacağız” Sanki açık değil de… Sanki anlaşılmıyor, önce kendisi geliyor sonra bir de açıklaması geliyor. Nereden buraya peygamberimizi soktunuz? Burada peygamberimizle alakalı bir şey yok ki! Konu başından itibaren, mahşerdeki nankör bir adamın yargılanması esnasında, durumun felaketini gördüğü için bazı mazeretler ileri sürmeye gayretkeşlik gösterince Allah’ü Teâlâ onu uyarıyor; “dilini depreştirme şimdi, burası konuşma yeri değil.”diyor.

Bu konuda başka ayetlerde var. Başka ayetleri bilmeden olmaz. Hemen gidecek ve Müminun suresinin, 108. ayetini göreceksiniz. “O ateşin içerisinde böyle perişan bir şekilde kalın, bana sakın bir kelam etmeyin.” Konuşmayın diyor, Rabbimiz, konuşma yeri değil burası.

İşte başka bir ayet; Mürselat suresi 35 ve 36. ayetlerde buyuruyor ki Rabbimiz; “Bugün bu konuşamayacakları gündür. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler. “

İzin yok, konuşamazlar. Burası konuşma yeri değil, dinleme yeri…

Konu mahşerde, suçlu, cehennemlik adamların bir mazeret üretmeye kalkışmaları anında meleklerin onlara yaptığı bir susturma uyarısıdır. “Hiç hükmü acele elde etmek için dilini depreştirme. Şimdi senin amellerin ile ilgili ne var ne yok hepsi toplanıyor ve onları biz sana okuyacağız. Biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşuna tabi ol, iyi dinle; sonra da bu okuduğumuz şeyin ne manaya geldiğini birazdan söyleyeceğiz.”

Konu budur. Bu konuyu arkasından, önünden koparırsanız, hiçbir şekilde meselenin içerisinde Hz. Peygamber yokken, sanki peygamberimiz bu noktada bazı hatalar yapmışta, özellikle uyarılıyormuş gibi bir hava estirip, alakasız bir konuyu Kıyamet suresinin 16-19. ayetlerine getirip monte ederseniz ne oluyor biliyor musunuz? Bu burada kalmıyor. Bu yorumlar böyle yapılınca kalkıp birisi diyor ki, “ayetlerin dizilişi tevkıfî değildir.”

Tevkıfi: Aklın durduğu vahyin belirlediği usule denir. Aklın durduğu, içtihadın iş görmediği, semaın, duyumun yani ilahî bildirimin belirleyici olduğu işleme tevkıfilik denir. Ayetler buraya yanlış konuldu diyor. Bunların yeri burası değil. Adam haklı. Oraya peygamberimiz ile alakalı bir fırça ayeti koyarsan bunun yeri burası değil der. Ayetler kesinlikle yanlış dizilmiş değildir. Ayetlerin hiçbiri zerre kadar yanlış bir yerde değildir Harikulade bir diziliş vardır. Muhteşem konu irtibatları vardır. Meallerde parantez açarak rota değiştirilirse birisi de çıkar ayetler yanlış yere dizilmiş der.

İşte bir başka örnek; İnsan suresinin son ayetleri;  29.30.31. ayetler:         

İnsan suresi 29. ayet; “Muhakkak ki bütün bunlar birer hatırlatmadır.  Artık kim istiyorsa, isteyen (femenşae) Rabbine giden yolu bulur.” Surenin başından bakmak gerek. Öncesine bakmak lazım. Konuyu iyi anlamak lazım.

Surenin başında 3. ayette buyuruyor ki Rabbimiz; “Biz insanoğluna hakikat yolunu gösterdik. Şimdi ister şükredici mümin olur, ister küfredici nankör olur.” Kendisi bilir. Biz hakikat yolunu gösterdik diyor ve sonra dönüyor 23. ayet’te tekrar aynı konuyu hatırlatıyor: “Biz sana bu Kur’ân’ı yavaş yavaş indirdik.” Vahyin hakikat yolunu gösteren misyonunu öğretiyor. Sonra geliyor 29. ayete, konu yine aynı. Baştan beri takip edilen konu; Buyuruyor mi Rabbimiz; “Muhakkak ki bütün bunlar birer hatırlatmadır.  Artık kim diliyorsa, Rabbine giden yolu bulur.”

Şimdi ne anladık bu ayetten? “Allah hakikat yolunu göstermiş, gerçekleri sere serpe ortaya koymuş, insanların aklını ve iradesini bundan yana koymalarını istemiş.

Femenşae: Kim istiyorsa. Herkes davetlidir. İsteyen hakikate giden yolu bulur. Mesaj budur. İnsan merkezli bir bildirim yapıyor, Allah-ü Teâlâ. “Ben risaletle kitabı gönderdim, şimdi isteyen hakikati bulsun” diyor. 29. ayet bunu söylüyor.

İnsan suresi 30. ayet. Şimdi bunu şöyle tercüme ediyorlar; “Allah dilemediği sürece siz dileyemezsiniz. “ Buyurun! İşte dilemiş ya! 29. ayette, 23. ayette, surenin 3. ayetinde dilemiş. Daha ne desin? “Dilemedikçe” nereden çıkıyor? Ama o bunu anlayamıyor çünkü 30. ayeti okurken, 29. ayeti unutuyor.

30. ayetin tercümesi şöyledir; “Siz bu öğütlerden yararlanır iseniz (yani Rabbe giden yolu tutarsanız) böylece Allah’ın istediğini istemiş olursunuz. “

Zaten Allah’ın istediği budur. “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” tercümesi sağlam, sağlıklı bir tercüme değil. Allah zaten diliyor…

Böylece insanlar hidayet ve dalaleti kendi üzerlerinden atıyorlar, ilahi kadere terk ediyorlar. Allah dilemedi ne yapalım?

Cenab-ı Hak, önce ikram ve ihsan eder, sonra ister. Hem ikram etmeyecek, ihsan etmeyecek, imkân vermeyecek, sonra da isteyecek. Bu doğru bir yaklaşım değildir.

29. ayette başka, 30. Ayette başka 31. ayette bambaşka. Şimdi 31 ayet’e bakalım nasıl tercüme ediyorlar; “Allah dilediğini rahmetine koyar.”  Buyurun; dilediğini rahmetine koydu. Adamın tam da istediği oydu. Sen beni rahmetine koymayı dilemedin, yapacak bir şey yok.  Kim Allah’ın iradesine karşı bir şey yapabilir? Şimdi son cümleye bakın;  “zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır.” Peki, bu zalim demeyecek mi, zalim olmak benim iradem değil, kaderimdi. Beni niye yaktın? derse ne olacak?  

“Ez Zalim” kelimesi, zulmü kendisi tercih eden adam demektir.

Burada zulmü tercih etmek nasıl kula nisbet ediliyorsa,  bir önceki cümlede rahmeti istemekte, kula nisbet edilmelidir.

İnsan suresi 31. Ayetin doğru tercümesi; “Allah isteyeni rahmetine koyar,” istediğini değil. Ama bağlamdan, siyak ve sibaktan kopuk okumalar yaparsanız bu akıbetler kaçınılmaz olur.

Konu çok önemli olduğu için bir örnek daha vereceğim:

Hac suresi 15. Ayette de hatalı tercüme yapılıyor. Ancak bunu başka bir vesileyle anlatacağım. Bu örnek Meryem suresi 71. ayet: “İçinizden hiç kimse yoktur ki oraya (yani cehenneme) girecek olmasın. Bu senin Rabbine kesin hükme bağlanmış bir meseledir.”

Bu tercümeye göre herkes bir kere cehenneme uğrayacak. Niye uğrayalım? Bu hepimizi mi içeriyor? Bu hepiniz kim? Cehenneme giren bir daha çıkamıyor ki. Manayı doğru vermek için, zamirin ait olduğu kelimeyi bulacaksınız.  Bu zamiri de önceki ayetlerde bulacaksınız Öyleyse 71. ayetteki zamirin yerini bulmak için 66. Sureden başlayarak okuyacaksınız. Bakalım kimden bahsediyor;

“Nankör insan der ki, ben öldüğüm zaman, ben mi yeniden çıkartılacağım hayata.”

Burada “el insan” kelimesine bütün insanlar manası veriliyor. Bütün insanlar demiyor ki. Burada öldükten sonra diriltilmeyi inkâr eden insandan bahsediyor. Yani Mahşeri inkâr eden den. “Bu nankör insan hiç hatırlamaz mı henüz kendisi hiçbir şey değilken onu biz yaramıştık.” (Onu yoktan var etmiştik. Yoktan var eden biziz de yoktan neden var etmeyelim.) “Rabbine yemin olsun, hem böyle diyenleri hem de onları saptıran cin ve insan şeytanlarını toplayacağız. Bunların her birini Cehennem’in çevresinde diz çökmüş halde hazır bulunduracağız.” Kimi? Öldükten sonra diriltilmeye inanmayanları ve onları saptıran şeytanları. Devam ediyor; “Sonrada bu her grubun içinden Rahman’a karşı en azgın kimse, onları şöyle bir kenara çekeceğiz. Sonra o Cehennem’e yaslanmayı en çok kim hak etmişse biz onların kim olduğunu çok iyi biliriz. Ve ey muhataplar sizin hepiniz Cehennem’e mutlaka gireceksiniz. Bu çünkü Rabbinin üzerinde kesin hükme bağlanmış bir meseledir.”

Konu ne? Konu kimden bahsediyor? İnkârcı insanlardan bahsediyor. Nasıl bunu bütün insanlar diye lanse ediyoruz? Arkasını okumadığımız için. Siyak ve sibaka bakmadığımız için. Gelen ayetten hareketle böyle şeyler söylüyorlar.

“Muttaki olanları Biz koruyacağız.” diyor Allah-ü Teâlâ. O zalimleri de azabın içinde diz çökmüş olarak bırakacağız.”

“Muttakileri koruyacağız” ifadesini, muttakileri cehennemin içinden çıkartacağız manasına alıyor. İyi ama o zamanda sen Enbiya 99-100 ve 101 ayetlerini görmüyorsun.

Konuyla ilgili başka ayetler var. Bir de onları okuyalım, bakalım öyle mi?

 “Siz ve Allah’ın peşi sıra tapındığınız o varlıklar var ya hepiniz Cehennem’in yakıtısınız. Sizin her biriniz, hepiniz oraya gireceksiniz.”  Kimden söz ediyor? Putperestlerden ve tapındıkları putlardan... Müşriklerden yani. Onların tapındığı insanlardan ya da nesnelerden. O putların yakılmasından da söz ediyor Allah-ü Teâlâ. Putperestlere ne kadar aciz varlıklara taptıklarını öğretmek ve Cehennem ateşinin şiddetini kavratmak için. Siz hepiniz oraya vârid olacaksınız. (Varidûn kelimesi Meryem/ 71 deki kelimenin aynısıdır.) “Eğer bunlar ilah olsalardı onlar o Cehennem’e girmeyeceklerdi. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Orada korkunç bir nefes alış verişleri olacaktır. Onlar azabın içerisinde hiç bir rahatlatıcı söz işitemeyeceklerdir. Bizim tarafımızdan kendileriyle ilgili güzel ödül verilmiş olanlar, onlar Cehennem’den zaten uzak tutulmuş olacaklardır.  (Uzak tutulmuş olmak, ateşin içinden çıkmak değil) O kadar uzak ki Cehennem’in uğultusunu dahi duymayacaklardır.”

Ayetler bu kadar açıktır. Yani Meryem suresi 71. ayeti okuyorken bunu 66 dan başlatacaksın. 72 ayeti de doğru anlamak için Embiya suresinin 98-102. ayete kadar olan bölümü göreceksin. Bunlar birbiriyle alakalı konulardır. Üstelik kullanılan kelimeler de aynı kelimeler:

 “Rahmana karşı kimin en azgın olduğunu Biz biliyoruz. O her bir gruptan en azgın olanları şöyle ayıracağız.” 

Hud suresi 18. ayeti her okuduğumda yüreğim titrer. İnşallah bu ayet sizi de beni de anlatıyor olmasın. “Allah’a yalan iftira edenden daha zalim kim olabilirmiş ki?”  

Bu, iki türlüdür.

1-Allah’ın demediğini Allah demiş gibi satanlar, dediğini gizleyenler,

2-Allahın dediğini Allah dememiş gibi gizleyenler. İkisi de aynıdır.

“Bu zalimler işte bu en zalimler, bunlar Rablerine arz olunacaklar.” Allah’ın demediğini demiş gibi iftira edenler Allah’a sunulacaklar.

Mahşer hayatı 7 aşamadan meydana gelir;

Diriltilme, Toplanma, Allaha Sunulma, Bilgilendirilme, Sorgulanma, Yargılanma, değerlendirme, Cennet’e ya da Cehennem’e sevk.

İşte buradaki durum Allah’a arz olmadır. Yani 3. aşamadır.

“Bu Allah’a iftira edenler Rablerine arz olunacaklar.

“Mahşerin şahitleri, diyecekler ki; (mahşerin şahitleri 1- melekler 2- peygamberler) işte bunlar var ya ey Rabbimiz, işte bunlar; Rablerine yalan iftira eden adamlardır.”

Bunlar ayrı bir yargılamaya tabi tutulacaklardır. Allah’a yalan isnat edenler meleklerin ve peygamberlerin şahitliğiyle; Rabbimize yalan isnat edenler işte bu adamlardır. Dikkat edin! Allah’ın laneti işte bu zalimlerin üstüne olsun ki insanları Allah’ın yolundan engelleyenler bunlardır. Allah’ın yolunu eğri büğrü gösterenler işte bu adamlardır.

Nasıl bir uyarıdır görebiliyor musunuz? Günlerce aylarca yıllarca Allah’ın demediğini Allah demiş gibi satanları nasıl bir akıbet beklediğini tahayyül etmemiz gerekmiyor mu? Ne korkunç bir şey! Yargılamada sıradan bir muameleye tabi tutulmayacaksın, ayrıcalıklı bir muamelen olacak ve rezil rüsva edileceksin. Haberin olsun kardeşim.

6. Metod: Kelimelerin ve edatların rücu özelliğine riayet etmek.

Kur’ân’ı Kerîm, Ahmet’in Mehmet’in yazdığı düz bir metin değildir. Allah’ın kelamıdır. Kur’ân’da kullanılan her cümle, her edat ve her kelime, çok anlamlılık gibi bir özelliğin muhatabıdır. Öyle kelimeler vardır ki pek çok anlamı vardır. O kelimenin her geçtiği yerde bir tane anlamını ararsanız yanılırsınız. Bağlama göre, konunun siyakına sibakına göre kelimeler anlam kazanır.

Örnek: Necm: Yıldız demektir, her yerde yıldız anlamında kullanılır. Ancak Bu kelime her yerde yıldız anlamını taşımaz.

Vakıa suresi 75. ayet: “Yemin ediyorum yıldızların mevkilerine” – Genellikle tercüme budur. Peki, yıldızların yerlerine yemin ne demektir, anlamıyoruz.

Necm suresi ilk ayet: “Battığı zaman yıldıza yemin olsun.” Batan yıldıza neden yemin ediliyorsa… Doğan yıldız olsa anlarım da… Bazıları da kayan yıldıza diyor. Tarık suresinde Necm kelimesi, “Necm’i Sakıp” diye geçer. Rahman suresi 5.6. ayetinde de geçer.

Bu ayetlerdeki Necm kelimelerinin her birine yıldız dediğiniz zaman bu iş bitmez. Çünkü Vakıa suresi 75. ayet ve Kur’ân’daki bütün yemin ifadeleri; Yemin cümlesi her neye yeminle alakalıysa, yeminden sonraki cümlenin onunla ilgisi vardır. Diyelim ki Allah, bardağa yemin ediyorsa bileceksiniz ki konu, su’dur. Bilgisayara yemin ediyorsa konu klavye’dir. Yemin edilen şeyle yemin sonrasının anlam ilişkisi vardır. Bu ilişkiyi görmezseniz yeminlere yanlış mana verirsiniz.

Vakıa suresi 75. ayette yıldızların yerlerinden söz edilmiyor. Devam eden ayetlerde buyuruyor ki Yüce Allah, “ O, çok değerli bir Kur’ân’dır.” “O” ne? ”O” diye başlamaz. “O” nun ne olduğunu bulmak lazım. Geleceksiniz geriye doğru kelimesini bulacaksınız.

Necm kelimesinin manalarından biri de vahiydir. Necm, vahiy parçacıkları manasına geliyor. Necm kelimesinin yıldız manasıyla Kur’ân manasının konu irtibatı da, yıldızlar nasıl karanlığı deler aydınlık getirirlerse, vahiy de cehalet karanlıklarını aydınlığa dönüştürme misyonuyla buluşturulur. Onun için Necm’in anlamlarından biri de vahiydir.

“Vahiylerin yer ettiği gönüllere Allah yemin ediyor.” Vahiy parçacıklarının gelip yerleştiği beyinlere, gönüllere, kalplere, mevkilere yemin olsun ki işte o yüreğinize aldığınız bu vahiy, aslında çok değerli bir sözdür, saklı bir kitaptadır. O’nun aslına, mukarreb meleklerden başkası dokunamaz” diye, vahyin kaynağı itibariyle, Allah’ın kelam sıfatı olduğunu ve ona sahip çıkmanın ne kadar mühim bir ayrıcalık olduğunu muhataplara kavratmak istiyor.  Yemin edilen şeyle yeminden sonraki konu birbirini tamamlıyor.

“Peyderpey indiği zaman vahye yemin olsun ki arkadaşınız şaşırmadı, azmadı. Kendi hevasından, arzusundan konuşmuyor. O’nun bu söylediği sözler, kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. O’na kuvvetleri güçlü olan Cebrail öğretmiştir.” Diye, vahyi anlatıyor.

Konu vahiyse, yeminde vahyedir. Buradaki Necm kelimeleri hem Vakıa- 75, hem Necm-/1, hem de Tarık suresinin başındaki o Necm kelimeleri,  vahiy demektir.

Ama Necm kelimesinin bazı ayetlerde yıldız manası da vardır.

Necm kelimesinin başka bir anlamı daha var.

Rahman suresi 5. ve 6. ayetler: “Güneş ve ay bir hesaba göre varlıklarını devam ettirirler. Gövdesiz bitkiler otlarve gövdeli bitkiler ağaçlar,Allah’a secde ederler. “

En necm-u: Gövdesiz bitki demektir. Her gördüğün yerde necm kelimesine yıldız manası veremezsin. Çünkü o ayetten önceki “eş şems-u” kelimesi, konunun yıldız boyutunu zaten içeriyor. Oradaki En Necm-u, gövdesiz bitki demektir.

7. Usul: Ayetleri sebep sonuç ilişkisi içinde anlamak.

Ayetlerin arasındaki sebep sonuç ilişkisini göremezseniz sonuca sebep, sebebe sonuç der, Kitabullah’ın manasını öldürürsünüz.

“Kâfir olanları uyarıp uyarmaman birdir, iman etmezler. ÇünküAllah onların kalplerini mühürlemiştir.” “Çünkü” kelimesi nerede var? Adam sebebi sonuç, sonucu sebep yaptığının farkında değil. Böylece insan iradesini sıfıra çıkardığını görmüyor.

Hâlbuki “Kâfir olanlar, Kur’ân’ın hiç bir yerinde “kâfir yapılanlar” diye bir ifade yoktur. Kâfir olur adam. İman eder. Kimse iman ettirilmez.

Bu konuda Araf 179 ve Meryem 59. Ayetleri de okumak yararlı olacaktır.

8. Usul: Ayetlerden hayata ve güne dair sonuçlar çıkartmak.

Bu ayetlerin, miladî 610 ile 632 arasındaki 22 yıllık bir dönemin insanına değil, bize de inmesi lazım. Manasını anlarsanız vahiy size de iniyor demektir. Manasını anlamadıysanız o vahyi size indirmediniz demektir. Atmosferde duruyor. Ne kadar bilirsen o kadarı sana iner. Ben bunun hepsine iman ediyorum demekle olmuyor. İmanı hayatının neresinde kullanıyorsan orada görünür. Konuyla ilgili olarak Bakara suresi 159- 162 ile 174 ve 175. Ayetleri, Âli İmran suresi 187. ayeti ve Nisa suresi 137. ayeti de okuyun.

9. Metod: Kıssalardan hayata aktarımlar yaparak istifade etmek.

Kıssaların sembollerini, hayatta bir şeylerle karşılaştırmak. Örnek olarak; Hz. Nuh’un gemisine bu gün mesela Kur’ân demek. Hz Salih’in kavmine imtihan olsun diye verilen deveye bugün kamu hakkı demek. Allah’ın hakkı, hayvan hakkı, kul hakkı, ekolojik duyarlılık gibi. Hz. Âdem’in duruşu ile meleklerin secdesini düşünerek, bilen insanlara bilmeyenler boyun eğerler, sonucunu çıkartmak gibi.

Siz kıssalardaki bir meseleyi sembol olarak alırsınız o sembolün bu hayatta neyi karşıladığının çalışmasını yaparsınız.

9.  Metod, kıssaların sembollerini, hayatla buluşturma şeklinde bir okuma biçimidir.

Metod 10: Vahyin şikâyetine, mahşerde muhatap olmamaya çalışmaktır. (Bu bir duadır)

Bir rivayet;  Fahrettin Razi ve başkalarının tefsirinden alınmıştır. Hz Enes’den geliyor. Hz. Peygamber buyurmuş ki; “Kim Kur’ân’ı öğrenir fakat Mushaf olarak onu bir yere asarsa, onunla iletişime geçmez, onunla taahhütleşmez, (yani onu hayatının içerisine almaz), onun içine bakmaz ise Kur’ân kıyamet günü gelir, ona asılmış olarak gelir, (kişinin adeta yakasına yapışır) ve der ki; ‘Ey âlemlerin Rabbi. İşte şu kulun beni mehcur bıraktı. Benimle ilgilenmedi, beni hayatına almadı, beni başka taraflara terk etti. Şimdi benimle onun arasındaki hükmü sen ver!”  

Yani vahiy mahşer sabahında “ben bundan davacıyım hakkımı istiyorum” diyecektir. Rabbim vahyin bu şikâyetinden bizleri muhafaza buyursun. Kitabı başka tarafa asanlardan değil, kitabı yüreğine hâkim kılanlardan ve yüreğinin kıblesi olarak vahyi belirleyip, hayata Allah’ın “bak” dediği yerden bakabilenlerden olmayı, hepimize nasip ve müyesser eylesin.

Prof. Dr. Mehmet Okuyan"

  

 
Toplam blog
: 516
: 1080
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

1955 Ankara doğumluyum. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunuyum. İstanbul'da uzun yıllar..