Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '13

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Dershanecilik ve koparılan Fırtına

Televizyonlarda dershanelerin dönüştürülmesiyle ilgili açık oturum yapan, fikir yürüten insanlara birkaç soru? Bunları test sorusu olarak da düşünebilirsiniz(!)

a. Eğitimle ne kadar alakalısınız? Yangına körükle gittiğinizin farkında mısınız?

b. Bir grubun dershanecilik faaliyeti olmasaydı aynı düşüncede mi olurdunuz? Ailelerin kahir ekseriyetinin ne düşündüğünü biliyor musunuz?

c. Dershanecilik dışında hükümetin icraatlarının karşınsında, aleyhinde oldunuz mu bugüne kadar?

d. Dershanecilik eğitim sistemine mi katkı sağlıyor? Yoksa teste yönelik bir kullanımlık bilgi yüklemesi mi yapıyor? Bunları biliyor musunuz?

e. Başka kanallarda yorumcu olsaydınız aynı konuşmaları, aynı yorumları yapar mıydınız?

f. Dershaneler çocuklara bir şeyler mi öğretiyor,  yoksa birbirlerine fark atmakları için aracılık mı yapıyorlar?

g. Köy çocuklarının yüzde kaçının dershanelere gittiğini biliyor musunuz? Bunun istatistiği elinizde var mı?

h. Dershanede görev alan hocaların yüzde kaçının halinden memnun olduğunu biliyor musunuz? Son dönemde dershane çalışanlarının %50-60’nın aylık gelirlerinin Milli Eğitim öğretmenlerinden çok daha düşük olduğunu, bazılarının da sigortasız çalıştırıldığını, maaşlarını zamanında alamadıklarını biliyor musunuz?

ı. Devlet dershanede çalışanlara iş imkanı sağlasa yüzde kaçı dershanelerde kalmak ister?

i. Son on yıldır dershanelerden Milli Eğitime geçiş için KPSS kurslarına giden öğretmen sayısından haberiniz var mı?

j. Yabancı ülkelerde de dershanelerin olduğunu biliyoruz. Ancak hiçbiri Türkiye’de olduğu gibi öğrencileri ezberci, test manyağı (!) yapmıyor. Bu ayrımı yaptınız mı?

k. Sınav sisteminin doğurduğu dershaneciliğin öğrenciyi teste alıştırdığı için öğrencinin pek çoğunun üniversiteye girinceye kadar bir kitap okumadığını, hayatın a, b, c, d veya e seçeneklerinden oluştuğunu düşündüklerinin farkında mısınız?

l. Dershane öğretmenlerinin robot haline geldiğini; aile düzenlerinin, çoluk çocuklarıyla paylaşımlarının yeterli olmadığını (zamansızlık ve yıpranmadan dolayı) biliyor musunuz?

m. Öğrencilerin yorum yapamadığını, düşüncelerini güzel cümlelerle ifade edemediklerini, Türkçe’yi 100-200 kelimeye düşürdüklerini ve yaklaşık 100 kelimeyle anlaşmaya çalıştıklarını, aslında hiç anlaşamadıklarını biliyor musunuz?

n. Dershanelerin pek çoğunun borçlu olduğunu biliyor musunuz?

o. Dershane ortaklarının birçoğunun birbiriyle sorunlu olduğunu, işletmeciliği ve ortaklığı beceremediklerini, ortakların ayrılıklarının insani ve ahlaki olmadığını biliyor musunuz?

ö. Dershaneciliğin bilimsel olmadığını, yanlış uygulamaların doğurduğu sonuç olduğunu biliyor musunuz?

p. Son 30-40 yılda yetişen gençliğin ülkemiz gerçeklerinden uzak olmasının, sağlıksız aile yapısının oluşmasında eğitimden uzak, sadece ezberci bir eğitimin(!) katkısını biliyor musunuz?

r. Bir insanın haftalık tatile ihtiyacının olmaması mümkün mü? Çocuklarımızın hafta sonu tatillerini yapmamalarının okul derslerine konsantrasyonlarını nasıl bozduğunu biliyor musunuz?

s. Anne babanın çocuğunu eğitmesi, yetiştirmesi, onlarla kaliteli zaman geçirmesi ne zaman gerçekleşecek? Bunun hangi zaman diliminde gerçekleşeceğini söyler misiniz?

ş. Öğrencilerin kafasında oluşan iki farklı eğitim ikilemi nasıl yıkılacak? Dershane ve okul hocası kıyaslamasının yarattığı güvensizliğin zararı nasıl giderilecek?

t. “Deneysiz ilim ilim değildir” düşüncesine itiraz edileceğini zannetmiyorum. Peki sayısal derslerin deneysiz öğrenilmesi mümkün mü?

u. Dershanelerin dağıttığı kaynakların Türkiye ekonomisine zararını biliyor musunuz? (Çünkü bu kaynaklar milli servettir; hem ekonomiye hem de doğaya zararı var.)

ü. Bu konu üzerinde alakalı ve alakasız bütün muhalefetin; bilgili ve bilgisiz herkesin ağız birliği yaptığını ve surda oluşan gediği dövdüklerini biliyor musunuz?

v. Çocuklarımızın birbiriyle, büyükleri ve küçükleriyle, akrabalarıyla iletişimlerinin yetersiz olduğunu; bir dilekçe bile yazamadıklarını biliyor musunuz?

y. Çocuklarımızın inanç, ahlak, terbiye konusunda yeterince donanımlı olmadıklarını, bunda sadece teste yönelik eğitimin önemli bir etkisinin olduğunu biliyor musunuz?

z. Çocukların pek çoğunda “nasıl olsa dershanede öğreniriz, burada sınıf geç yeter”  duygusunun oluştuğunu; bunun da Milli Eğitimde keşmekeşliğe neden olduğunu biliyor musunuz?

Bunların bir kısmı bazı dershanelerde yaşanmamış, bazı dershanelerin daha ulvi düşünce ve gayretleri olabilir. Ancak bu bir gerçeğin örtbas edilmesine, bir yaranın düzeltilmesinde gecikmeye neden olmamalıdır.

Yukarıda kendi tecrübelerime dayanarak kendi düşüncelerimi ortaya koydum. Bu bahsettiklerim mutlak doğrular olmayabilir. Sosyal hadiselerde mutlak doğru söz konusu değil. Dürüstlükle mutlak doğruya yaklaşılır. Gaye, mutlak doğruya ulaşmak ise…

Bu sıraladığım maddelerin pek çoğunun dershanelerin ve dershaneciliğin suçu olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu durum bu güne kadar devletin çarpık eğitim politikasının sonucudur. Çocuklarımız böyle ilimden uzak, bir hilkat garibesine mahkûm edilmemeliydi.

Dolayısıyla bu yanlış devam etmeli mi etmemeli mi? Asıl soru bu olmalı. Şayet devam etmeyecekse bir an önce kırıp dökmeden bu sorunun çözümüne başlanmalıdır diye düşünüyorum. Bir an önce siyasetten ari, ilmin ve ahlakın yol göstericiliğinde bu meselenin çözülmesi gerekiyor.

Bizim Anadolu kültür ve medeniyetimizin genetik kodlarında bir bozukluk yoktur. Bu eğitim sistemi Türk Milletine dar gelmiştir, daha fazla sürdürülemez. Köklerimize dönmeli, ezberciliği değil edep ve ahlakı eğitimin merkezine oturtmalıyız. Çünkü “ilmin başı da ortası da sonu da edep”dir.

Gelelim dershanelerin kapatılması veya dönüştürülmesi olayına:

Evet, her ne kadar dershanecilik ilmi bir kurum olmasa da, eğitim sisteminin zaaflarından doğmuş olsa da Türkiye’nin 40 yıllık bir gerçeğidir. Meşru yollardan öğretime katkı sağlayan bu kurumlar anayasal olup pek çok hür teşebbüsün gerçekleştirdiği ekonomik müesseselerdir. Devlete katma değer sağlayan, işsizliğe az çok çare olan ve pek çok ailenin geçimini sağladığı kurumlardır. O yüzden “sizi kapatıyorum” mantığıyla olaya yaklaşmamak gerekiyor. Ayrıca böyle yaklaşıldığını da zannetmiyorum.

Öncelikle dershaneciliği doğuran sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla işe başlanmalı. Devlet öncelikle dershane kapatma veya dönüştürme mantığıyla değil dershaneciliğe ihtiyaç duyulmayacak şekilde Milli Eğitim sistemini düzenlemeli; çocukları yarış atına dönüştüren sistemi baştan aşağı düzeltmeli. Bu asfalt yamamaya benzetilmemeli. Çocukların dershanelere gösterdiği ilgi ve alakayı okullara gösterecek şekilde okulları, okul öğretmenliğini cazip hale getirmeliyiz. Bunun için adımların atıldığını da biliyoruz.

Bu dönüşümün gerçekleşmesi, sonuçlarının görülmesi için 3-4 yıllık bir süreye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla dershanelere 3-4 yıllık bir süre tanınmasının akılcı olacağına her kesim katılacaktır. Bu süre içerisinde dershaneler de kendilerini yeni sisteme uyarlayacak, dönüşümlerini gerçekleştireceklerdir. Zaten üniversite sayısının artması sonucu son 5-6 yıldır yeni dershane pek açılmıyor; hatta hâlihazırda işini yürütemeyen dershaneler kapanıyor. O halde var olan dershanelere 3-4 yıllık süre tanımak en doğru yol olmalı.

Devlet dershanede çalışan öğretmenlere Milli Eğitime her öğretmen alımında %20 kontenjan tanımış olsa özel okula dönüşemeyecek dershanelerdeki öğretmenlerin tamamını 3-4 yılda eritir. Ayrıca bu günden sonra yeni dershane açılmasına da müsaade edilmez ise dershane sorunu %60-70 oranında çözülür. Ayrıca özel teşviklerle girişimci ruha sahip ferdi veya teşkilatlanmış girişimciler bu süre zarfında özel okula dönüşmüş olur. Dolayısıyla incinme oranı minimize edilmiş ve “bir bardak suda fırtına koparma” fırsatı fırsatçıların elinden alınmış olur.

Evet, bu ülkenin sağcısı-solcusu, milliyetçisi- Müslüman’ı, taraflısı tarafsızı olaya balıklama daldı. En azından basın böyle yansıtıyor. Demek ki hala ülke menfaatlerinin şahsi menfaatler üzerinde tutulmadığı bir gerçek. Hala ilmi ve demokrat bakışta bir arpa boyu yol alamadık. Gerçi biliyordum ama son olaylarda bir kez daha bunu gördüm ve yaşadım. Hala bu ülkeyi içerden düzeltemiyoruz. -Düzeltmeye çalışanlar ya anlaşılamıyor ya da kalabalıkta kaybolup gidiyor.-Menfaatlerine, cemaat görüşlerine veya siyasi beklentilerine uygun olmayan durumlarda feryadı-figanı basıyorlar. Bu ülkenin gelişmesi, kalkınması için “taşın altına elimizi sokmalıyız” diyenlerin “ancak, ama, lakin, fakat” ları hiçbir zaman bitmiyor. Bu bağlaçlar edebi eserlerle sınırlı kalmadığı, siyasette ve ilimde sık sık kullanıldığı sürece bir arpa boyu kadar yol alamayacağız.

Unutmayın ki “Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, onu çocuklarımızdan ödünç aldık”. Yine unutmayın ki “dürüst, ahlaklı ve namuslu” insanlar yaratıcısı karşısında makbul insandır.

İsmet YALÇINKAYA

 

 

 

 
Toplam blog
: 137
: 1557
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

1963 yılı Trabzon Of doğumluyu. Emekli Öğretmenim Eğitimle ilgili konulara ilgim uzun yıllar önce..