- Kategori
- Tarih
Dersim 1910
Dersim, Tunceli
Şalvarı şaltağ Osmanlı
Eyeri kaltağ Osmanlı
Ekende yoğ biçende yoğ
Yiyende ortağ Osmanlı
Bu dörtlük yalnız Dersim’de değil, bütün Anadolu’da neler olduğunun bir özetidir. Yüzyıllar boyunca Anadolu’da sayısız isyan çıktı. Batı devletlerinin baskısıyla Rumeli’deki azınlıklara çok ılımlı davranan Osmanlı, kendi Müslüman halkına çok acımasız davrandı. Osmanlı Anadolu’dan yalnız asker ve vergi aldı. Hiçbir şey vermedi. Anadolu’nun özellikle dağlık bölgelerine devlet neredeyse hiç uğramadı. Dersim dört yanı dağlarla çevrili dışarıya kapalı bir bölge idi. Munzur dağı ve Munzur çayı Dersim’in bilinen sembolleridir. Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’e ilk giren komutanlardan Fahrettin Altay, 1910 yılında Dersim’deydi. O zamanlar genç bir subaydı. Onun anlatımına göre Dersim’e biraz daha yakından bakalım.
Fahrettin Bey’in komutanı Mareşal İbrahim, 1908 Meşrutiyet ilanından sonra iyice bağımsız davranan bu bölgeyi yola getirmek üzere Dersim’e girmeye karar verdi. Bu bir askeri harekât olacaktı. Askeri iki gruba ayırdı. Fahrettin Bey 1. Grubun kurmay başkanıydı. Hep birlikte Cancike Boğazı’nın yüksek dağları ve keçi yollarından Dersim’e girdiler. Ovacık ilçesinde, Munzur çayının kenarında karargâh kurdular. Bütün aşiret ağalarına ve şeyhlere haber gönderip gelmelerini ve devlete bağlılık yemini yapmalarını istediler. Onlar da birer ikişer geldiler ve bir törenle devlete bağımlılıklarını bildirdiler.
Bu tür bir töreni ve hareketi genç subaylar hoş karşılamıyordu. İki gruba ayrılmış asker arasında da çekişme vardı. Dersim’in bütün ileri gelenleri gelip bağlılıklarını ilan ettikleri halde Kutu Deresi denen çok yüksek ve sarp dağlar arasındaki vadide birkaç köyü bulunan Haydarhanlı aşireti reisi Kamer Ağa gelmemişti. Mareşal, onunla konuşmaları için iki subayını gönderdi. Askerlerin geri kalanı 10 km ötede bir günlüğüne dinlenmeye gittiler. Burası Kemah’a giden dar bir geçidin yanında halkın kurban kesip mesire yeri olarak kullandığı bir yerdi. Burası Munzur çayının kayalardan gürültülerle kaynadığı yerdi. (Mahmut Şevket Paşanın suikastinden önce)
Dinlenme yerinden dönüşlerinde gelmeyen ağanın da geleceğini öğrenip rahatladılar. Ancak bu karşılaşma bir türlü gerçekleşmedi. Ağa giden subaylar geri döndüler. Mareşal Kamer Ağayı ve aşiretini zorla yakalamaya karar verdi. Plan yaptılar. Bir grup güneyden, bir kuzeyden bölgeyi saracaklardı. Fahrettin Bey güneyden gidecek gruptaydı. Mareşal da kuzeyden gidecek grupta. Güneyden Mameki’yi Nazımiye’yi geçtiler. Zelbaba dağına vardılar. Oradan ötede yol yükseliyor ve sonra Kutu deresi ve Haydarhanlı aşiretinin bölgesine iniyordu. Ormanlı geçit o kadar dardı ki yolu 5-10 silahlı kesse geçemezlerdi. Ne yapalım diye düşünürken Kamer Ağa’nın teslim olmak üzere geldiğini haber aldılar. Ağa gelip geleneklere uygun olarak Fahrettin Bey’in dizini öptü. Oturup bir tercüman aracılığıyla konuşmaya başladılar. Ağa kendilerine yanlış bilgi verildiğini şimdi gelip diğerleri gibi bağlılığını bildirmek istediğini söyledi. Fahrettin Bey kendisinin bunu kabul etme yetkisinin olmadığını ama Mareşal’e yazacağını söyledi. Fahrettin Bay’in yazdığı telgraf çok uzun bir yol katetmek, Elazığ ve Erzincan üzerinden gitmek zorundaydı. Telgraf yerine çok geç vardı. Mareşel harekâta başlamıştı. Fahrettin Bey de Kamer Ağayla güneyden ilerledi. Ama ağayı bir katıra bindirip yanındakilere kaçırmamalarını tembih etti. Yolda giderken orman içinden birileri Kürtçe olarak ağanın kendini ormana atıp kaçması için bağırdılar. Ama ağa oralı olmadı. Birlikte yukarılara tırmanıp yolun aşağı döndüğü noktada karargâhı kurdular. Artık duruma ve bölgeye hakimdiler. Ağa da karşı koymayacaklarını ne isterlerse yapacaklarını söyledi. Fahrettin Bey aşiretin bütün silahlarının teslim edilmesini istedi. Vargi borçlarına da bakılacak ona göre paylarına ne düşüyorsa alınacaktı. Ağa hepsine peki dedi ancak ağanın dediğine göre aşiret iki gruptu. Kendisi yalnız bir gruba söz geçirebilirdi. Diğer grubun ağasıyla konuşmak için izin istedi. Fahrettin Bey de ağayı gönderdi.
İki saat sonra ağa bir katır yükü yarısı kırık tüfek ve bir bakraç yoğurtla geri döndü. Daha diğer grubun ağasına gidecekti. Gitmeden önce niyetlerinin kötü olmadığını, olsaydı teslim olmayacaklarını, hep haksızlığa uğredıklarını, oralara 60 yıldan beri devletin bir kez olsun gelmediğini, bir jandarma erinin bile çıkmadığını, kendileri hakkında verilen hükümlerden hep en son haberdar olduklarını, vergilerin durmadan arttığını söyledi.
Akşam Mareşal’den kızgın bir yanıt geldi. Ağanın neden kendisine değil de Fahrettin Bey’e teslim olduğunu anlamadığını, bunda mutlaka bir aldatmaca olduğunu, güneye doğru harekâta başlayacağını söylüyordu.
Ertesi gün kuzeyden top sesleri gelmeye başladı. Olan olmuştu. Kamer Ağa bir daha görünmedi. Eli silah tutan aşiret erkekleri ortadan kayboldular. Hepsi dağa çıkmıştı. İki yandan ilerleyen askerler birleşerek harekâtı bitirdiler. Mareşal hâlâ Fahrettin Bey’in aldatıldığını söylüyordu. Köylerden ihtiyarlar kadınlar toplandı. Onlara devlete ihanet etmeyecekleri hakkında yemin ettirip bıraktılar. Mareşal bölgeden ayrıldı, Fahrettin Bey’in Hozat’a gitmesini istedi.
Sonra Dersimlilerin isyan ettiğini duydular. 1. Dünya Savaşı’nda asker vermediler. Daha sonra da vadi dışında bir bağlantıları olmadı. Cumhuriyet döneminde bağımsızlıklarını ilan ettiler, İngilizleri yardıma çağırdılar.
28 yıl sonra 1938’de, birçok şey değiştikten sonra burada yeniden –bugünlerde konuşulan- harekât yapıldı. Ama onlar için hiçbir şey değişmemişti. Yeni kurulan devlet isyanı çok kanlı bir şekilde bastırdı. Yakalanıp hapse atılan ak sakallı Kamer ağa ve aşiret ileri gelenleri İzmir hapishanesinde öldüler.
1910’dan 60 yıl geriye gidersek 1850 eder. Anadolu’nun şimdiki hali bize Osmanlı’nın hediyesidir.
23 Kasım 2009