Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Destek

Destek
 

Soğuk ve boş hastane koridorları değildi burası. Asık suratlı ümitsiz insanlar da yoktu. Tam tersine hemşirelerde ayrı bir mutluluk ve sevinç vardı, nedeni belli olmaksızın. Bembeyaz duvarlar ve basık tavanlarla çevrilmiş odalar da yoktu. Hatta hastaneye ilk girdiğinizde burnunuza ilk çarpan ilaç kokusu değil, çiçek özlü oda parfümüydü. Ya da ona öyle geliyordu…

Kızıl kısa saçlı, gözlüklü, hoş bir gülümsemesi olan hemşireye odanın yerini sordu. Hemşire kitap okuyor ve küçük notlar alıyordu. Ders kitabı değildi bu. Kim bilir belki de ona bu hoş gülümsemeyi şu anda okuduğu kitap kazandırmıştı.

“Sola dönün, koridorun sonundaki, buzdolabının yanındaki oda.”

Buzdolabına doğru yaklaştı, odaya girip girmemekte karasız kaldığının farkına vardı. Olmazdı, bu kadar yol geldikten sonra geri dönmek olmazdı. Üstelik içerde onu bekliyordu, biliyordu. Fakat odaya çekingen tavırlarla girmek istemiyordu. Aksine kendine güvenen, kararlı ve ne yaptığını bilen bir kişi profili çizmeliydi. Derin bir nefes aldıktan sonra yüz bir numaralı odaya girdi.

Yüksek tavanlı, pembe duvarlı gayet ferah bir odaydı burası. Bu belki de en iyisiydi. Bu yönden oldukça şanslıydı babası. Uyuyordu ya da uyur gibi yapıyordu. Bunu düşünemezdi şimdi ama bıraksalar oracıkta ağlayabilirdi. Hayır, yapamazdı. Kendini toparladı. Babası bir ara gözünü araladı. Onu görünce oturmaya yeltendi ama başarılı olamadı. Kolundaki serum hem hareketlerini hem de bilincinin doğru çalışmasını engelliyordu. Uykusunu getiriyordu. … Sessizlik içinde duramazlardı. “Nasılsın” dedi kız. Babası da aynı anda “Hoş geldin” diyordu.

Görünüşü gerçekten berbattı. Babasını o halde göreceği hiç aklına gelmezdi. Sanki yatakta yatan babası değildi. O şimdi süt dökmüş kedi gibiydi ve yardıma muhtaçtı. Sevildiğini bilmeye ihtiyacı vardı, destek arıyordu. Çevresindeki kimse ondan bu desteği esirgemedi, kızı hariç. Birkaç gün önce onları çektirdiklerini unutamamıştı kızı, unutamıyordu. Onun hastaneye gelmeye niyeti bile yoktu. Bu tamamen arkadaşının zoruyla gerçekleşmişti. Evet, yanına gitmişti ama onu affetmemişti, nefret ediyordu ondan. Daha nefretin ne olduğunu bile bilmeden babasından nefret ettiğini düşünüyordu, aslında deli gibi seviyordu onu. Tek sorun saçma guruydu.

Babası ne kadar saklamaya çalışsa da kızının yanına gelmesinden o kadar mutlu olmuştu ki… Kızının bunu anlamaması mümkün değildi. Adam pişmandı, yaptıklarından, yapacaklarından utanıyordu. Şimdi ise son şansını değerlendirmeye çalışıyordu.

Hastaydı adam ilk bakışta mükemmel bir insan gibi duran bu adam içinde ruh hastasıydı. Nihayetinde alkolik. Sadece kendine yaptığını sanırdı. Öyleydi de… Fiziksel olarak sadece kendine zararı vardı. Ne eşine ne de çocuklarına bir kere bile elini kaldırmamıştı. Bu yönden vicdanı rahattı. Rahat etmesini önleyen bunca şart altında belki de buydu onu ayakta tutan.

Hastanede yattığından beri çocukluğunu düşünüyordu. Alkolik bir babası vardı ve onlara çektirdiklerinin haddi hesabı yoktu. Kamyon ile taşımacılık yapan babası bir adama çarpmıştı. Adam ölmüştü. Daha sonrasında hapiste yatmıştı. Bu dönem çektiklerini ondan iyi kimse bilemezdi. O zamandan sözü vardı, mükemmel bir baba olacağım diye. Büyüdü, nişanlandı. Ama olmadı. Bir süre sonra ümidini kestiği bir anda hayatının kadınıyla tanıştı. Onu gelecekteki batağından kurtaracak, çocuklarının annesi olacak o cesur yürekli yüce kadın. Kısa sürede tanıdılar birbirlerini, altı ay sonra evlenmişlerdi. Bu süre kimseyi yanıltmasın, onlar çok mutluydu. İstediği mükemmel adam olmuştu.

Bir sene sonra eşi hamile kaldı. Sevinç ve mutluluk rüzgârları artık daha hızlı esiyordu. Ama yarım kaldı. Düşük… Atlatmaları kolay oldu. Birbirlerine tam destek ve güven sağlıyorlardı, gerisi boştu. Ve düşüğün ardından bir sene sonra tekrar hamile kaldı kadın. Bu sefer daha bilinçli ve tecrübeliydiler. Sekiz ay sonra bir kızları oldu. Tam bir aile oldular mutluluklarına mutluluk katılmıştı. Bu arada adam mide kanaması geçirdi. Bir yaşına bile gelmemiş bebekle kadın zor uğraşırken bir de kocası… Ama tabi ki kadının böyle bir sorunu olamazdı. Kızını kız kardeşine bırakıyor, işe gidiyor, bu arada kocasına annesi bakıyordu. Bahsi geçen anne kocasının annesi değil, kadının kendi annesiydi. Sorun değildi. Adam kadını severdi, kadın adamı.

Adam hastaneden çıktıktan sonra tam anlamıyla mükemmel baba olmuştu. Karısıyla birlikte kızlarını el üstünde büyüttüler. Çocuk her ne kadar huysuz olsa da neşe kaynağı olmayı başarmıştı. On yıl mutlulukları aynı dozda devam etti.

Baba kızını bir erkek gibi yetiştirmek isterdi. Ne zaman karısı evde temizlik yapacak olsa onu alıp boksa götürürdü. Minik ellerine uygun eldiven bile bulmuştu. Boksla kalmadı bu eğitim. Babasının vazgeçilmezi olan Fenerbahçe ile sürdü. Minik bir kızın odasında ne bulunur dersiniz? Pembe barbie bebekler! Onun duvarları futbol oyuncularıyla kaplıydı. Ne zaman kâbus görse bu ‘abilerin’ onu koruyacağını söylerdi babası. Bu yüzden olacak ki hiç korkmazdı minik kız.

On bir yaşına geldiğinde bir kardeş beklediğini öğrendi. Zaten onun en çok istediği şeydi bu. Hatırlıyordu, iki sene önce gittikleri bir yemekte abla - kardeş görmüştü, çok özenmişti. Eve geldiğinde tüm gücüyle ağlamıştı, kardeş istiyorum diye. Ve sonuç… Hamilelik döneminin heyecan ve güzellikleri arasında doğmuştu kardeşi. Onu gerçekten çok seviyordu. Hele babası… Hem kardeşi hem annesi hem de kendisi için yapmadığını bırakmıyordu. Babasıyla birlikte yemek yapıp annesinin yatağına götürürlerdi. Babası ise ona patatesleri ince ince kıyıp kızartırdı.

En güzel günler Pazar günleriydi. Babası erkenden kalkar, gazeteleri alır, eve gelip mükemmel bir kahvaltı hazırlardı. Sonra da gelir karısıyla kızını kaldırırdı. Evin dört bir yanını kızarmış ekmek kokusu sarmış olurdu. Mutluluk buydu. Ama bu durum ikinci çocuklarının dünyaya gelmesinden sonra sadece iki yıl sürebilmişti. Baba iş yerinde bir üst kademeye atanmıştı. Evde coşkuyla kutlandı bu durum. Fakat hiç de hayırlı bir haber değildi. Bundan sonra yaşanacaklardan da adam sorumlu sayılamazdı. Bir anda arkadaş çevresi değişti, kendini nerede bulacağını anlayamadan bir batağın dibine doğru gidiyordu. Alkolik olmuştu. Karısının ve çocuklarının ona yardım etmesine izin vermiyordu.

Karısı asla vazgeçmedi. Her geçen gün daha dibe gitse de onu bırakmadı. O da sürüklendi ama onu bırakmayı beceremedi. On altı yılın hatırına… Deli gibi severdi kocasını. Bunca çileye karşın ilk günkü gibi…

Adam farkında değildi ama babası gibi olmuştu. Üç yıl boyunca bu çileyi karısına ve çocuklarına çektirdi. Üç yılın sonunda kadın tükenmişti, dayanacak hali kalmamış vaziyette boşanma davası açtı. Adam zavallıydı, acizdi ve karısını kaybetmeyi göze alamazdı. Sırf o istedi diye tedavi olmayı kabul etti. Ve şimdi pembe duvarlı, yüksek tavanlı bu odada bunları düşünecek çok zamanı vardı.

Elbette kadın onu affetmemişti ama her gün arar hal hatır sorardı. Kızı ise hem ona karşı kin duyuyor hem de görmek istemiyordu. Ama gelmişti bile...

“Nasılsın” diye tekrar etti kız. “İyiyim” dedi babası zar zor.

Gördüğü gibi anladı onu ne kadar çok özlediğini. Muhabbet etmeye başladılar. On beş dakikanın nasıl geçtiğini anlamadı konuşurken. Sonraki beş dakika daha zor gelmişti. Nihayet annesi geldi de onu bu durumdan kurtardı. Dönerken eve sadece ‘hoşça kal’ demekle yetindi babasına. Öpmek ya da sarılmak… Bunu yapabilecek durumda değildi. Eve döndüğünde iyi ki dedi, iyi ki gitmişim…

Şöyle demişti arkadaşı:

“Onun sana ihtiyacı var. Senin ona ihtiyacın olduğunda o yoktu. Aynı hatayı sen yapmamalısın. … Şimdi en kötüsünden esrarkeş olsan onlar yine arkanda durup sana sahip çıkarlar. Pişman olacağın işler yapma…”

İlk işi o arkadaşını aramak oldu. Her ne kadar babasına karşı öfkesi dinmemiş olsa da ona minnettardı…

 
Toplam blog
: 14
: 356
Kayıt tarihi
: 19.01.09
 
 

Hayatın bütün zorluklarına krşın hayatın güzel olduğuna inanlardanım.Herşey hayatı sevmekle başlıyor..