Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '09

 
Kategori
Blog
 

Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur

Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur
 

Balcı Ahmet sever diye...


Her günkü alışkanlıkla, sabahın 5’inde kalktığımda usul usul yağıyordu yağmur. O perşembenin tatil olduğunu hatırlayınca, “Yağ ülen yağabildiğin kadar!” diyerek kafamı yastığın altına keyifle soktum. Saat 9’a doğru uyandığımda yağmur Giresun fındığı iriliğinde doluya dönüşmüştü ve pansiyonun mutfağında kahvaltı hazırlığı vardı.

Çocuklar uyanmışlardı ve pis yağıyordu dolu Hamburg damlarına…Bu havada uyunmaz da ne yapılır? Yorganı bacaklarımın arasına sıkıştırarak(ki en sevdiğim yatış biçimidir) vurdum kafayı tabii. Saat 11’de Dirk uyandırdı beni… Telaşla “Kalk da şu seninkilere bir şeyler söyle, hem kâğıt oynuyorlar, hem de birbirlerini tokatlıyorlar; kafaları örümceklenmiş bunların” dedi.

Gel de elin Alman’ına anlat şimdi, “Onlar iddiasız kâğıt oynamaz, arkadaş olduklarından ve parasına oynamayacaklarından “tokadına” kâğıt oynuyorlar”diye… Ne olmuş yani? Eşli batak oynuyorlar, kazanan kaybedene sağlı sollu iki tokat atıyor ve oyunda bir heyecan oluyor. Kumar sayılmaz yani.

Elime kahvemi alıp ortak kullandığımız salona girerken bastı bacak Sebo iki metrelik Çallı İbrahim’e zıplayarak iki tokat çaktı ki, benim diyen yiğit dayanmaz. Bir önceki el de Çallı, Sebo’ya patlatmış tokatları…Sebo’nun zıplayarak (Allah ne verdiyse) tokat atması bu yüzden.

Yani efendim bu şantiye işlerinde çalışanlarda pek akıl makıl aramamak gerekir ki, sanırım buna ben de dâhilim. Mesela Hamburg caddeleri mayın tarlası gibi, en olmadık yerde radar var. Şoför adayı Çorumlu Cafer’e “ Bak aslanım burada radar var, dikkat et!” derken şaaaak diye radara yakalanan bu satırların yazarıdır. Çok değil, 100 Euro ceza gelir. Eh, bir de ceza puanı gelir.

Bizim insanımız didişmeye yatkın. Dile kolay, ülkenin çeşitli yörelerinden gelmiş 20-25 insanla uğraşmak, onları çalıştırmak, yeri gelince uzlaştırmak pek kolay değil.(Bakın şimdi aklıma MB geldi nedense.) Haftanın 5 günü beraber çalışan, beraber uyuyan, beraber yemek yiyen, hâsılı çoluğundan çocuğundan ve eşinden çok iş arkadaşlarıyla yaşayan bu insanları yönetmek pek kolay olmasa gerek.

Pansiyondan işe gelip giderken veya hafta sonu Berlin’e dönerken “Minibüsün ön koltuğunda kim oturacak?” kavgaları meşhurdur mesela… “Bulaşığı kim yıkayacak?” sorununu “Batakta kim kaybederse o yıkar!” şeklinde çözümleseler de pansiyonda oda paylaşımı, banyo sırası, kimin daha çok horladığı,(istisnasız hepsi de horlar.) çöp sorunu, mutfağın kullanım şartları didişmelere yol açan faktörlerin başında gelir.

Kimi yemekte soğan görmeye dayanamaz. Kimi maydanoza alerjilidir. Kokuyor diye (pişirmesini bilmediklerinden) kuzu eti yemezler. Onlar için en hayati besin olan her türlü yağdan uzak dururlar. Zeytin ki, kilosu etten, balıktan pahalıdır ona dadanırlar. Haftanın 5 gününü menemenle geçiştirenler vardır aralarında. Ortak bir “karavana” pek mümkün değildir yani ama hepsi de istisnasız günde 2-3 litre kolayı “bana mısın” demeden içerler.

Fırsatını bulunca da birbirlerini bir güzel çekiştirirler.

Laf aramızda…Yeri gelince beni de çekiştirirler…Çekiştirirler ama en mahrem konularda bile kimseye söyleyemedikleri sıkıntılarını bana anlatırlar. Dilim döndüğünce, aklımın erdiğince bir şeyler söylerim ama kulak asmayın işte. Kelin merhemi olsa kendi kafasına sürer. Bizimki de o hesap.

Dün cumartesiydi, Berlin’e geldik. Bugün Pazar. Pazartesi Almanya’da dini tatil. Salı sabahı saat 4’de toplanacağız yine Hermann Caddesinde. Üç minibüs dolusu insan Hamburg’a gidecek. Daha şimdiden özledim kerataları.

Sağ olsunlar, bazı dostlar soruyorlar: “Niye blog yazmıyorsun?” diye…

Yaşamaktan blog yazmaya fırsat kalmıyor ki.

Vallahi kalmıyor.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..