Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '20

 
Kategori
Spor
 

Devler Sahnesinde Gala

İki ay önce Lizbon'da gördüklerimiz muhtemelen bundan 40-50 sene sonra bile dönemin futbol belgesellerinde yer alacak cinstendi. Tek bir şehre toplanmış 8 önemli takım, aşağı yukarı her gün birer maç, Dünya Kupasını andıran tek maçlı eliminasyon sistemi, boş tribünler, maskeli görevliler ve daha akla gelmeyen bir sürü detay. Herhalde maç öncesi çalan o 28 yıllık modası hiç geçmeyen beste ve reklam panolarındaki kendine has güzellikteki logo ekranlara gelmese belgeseli izleyen kişilere sıradan bir hazırlık turnuvası şeklinde sunulabilirdi de ama bu haliyle dönemin yapımcıları için harika bir film ya da belgesel konusu çıktığı aşikar. Umarım cevabı "Hayır" olur ama bundan sonra böyle garip bir Şampiyonlar Ligi izler miyiz bilinmez. Lakin cevabımızın kocaman bir "Evet" olacağı bir soru daha var ki o da "Bir daha böyle dominant bir takım izler miyiz" sorusu. Tarihin en iyi takımı anketlerinin revize edilmesini sağlayan Bayern Münih, hem aldığı skorlar hem de ortaya koyduğu oyun anlamında çıtayı olabildiğince üst bir noktaya çıkardı. Oyuncuların hepsi birer "Hulk" hepsi birer "Iron Man" gibi süper kahramanlardan oluşan bu takım bizi ünlü Marvel evreninde gezintiye çıkarmış gibiydi. "Avengers" etkisinde izledik Bayern Münih'i. 

Dedik ya garip bir Şampiyonlar Ligi'ydi diye o garipliğin yarattığı sonuçlardan biri de bu sezonki ön eleme turlarının tek maçlı eliminasyon sistemine göre oynanmasıydı. Daha geçtiğimiz sezonun bittiğini bile anlayamayan pek çok takımın futbolcusu, plajlarda doğru dürüst boy gösteremeden kendilerini ön eleme turu maçı oynarken buldu. Seyircisiz de olsa bir Yunan deplasmanına gitmek zorunda kalan Beşiktaş'ın devler ligi macerası mantık olarak ilk yarım saatte bitti. "Hazır değildik" bahanesine sığınmak ne kadar doğrudur bilinmez ama benzer şartlar altında yarışan hatta Beşiktaş'tan 1 eleme turu fazla oynayan Ferencvaros takımı adını gruplara yazdırmayı bildi. Bir zamanlar başka seviyede olan Macar futbolunun lokomotif kulübü, 70'li yıllara kadar Avrupa Kupaları'nda adından bahsettirse de daha sonra tıpkı Macar Milli Takımı gibi ortadan kaybolmuştu. 1995 yılında yaşadıkları tek sezonluk Şampiyonlar Ligi macerasının ardından çeyrek asır sonra görkemli bir geri dönüşe imza attılar. Dileriz sonları çok uzun süre sonra yeniden çekilen ve orijinal halinden eser olmayan "Hababam Sınıfı" serileri gibi olmaz. Grupları pek istedikleri gibi olmasa da kısıtlı sayıda seyircinin alınacağı iç saha maçlarında önce Cristiano Ronaldo, ardından Lionel Messi gibi iki süperstarı dünya gözüyle görme fırsatına sahip olacak bazı Macar futbolseverler. Kariyerinde 15 seneyi geride bırakan Messi'nin daha hiç Türkiye'ye gelmediğini düşünürsek bu onlar adına önemli bir şans. Şampiyonlar Ligi finali Mayıs ayında İstanbul'da oynanacağı için Arjantinli oyuncunun Türkiye'de maça çıkma ihtimali ufukta beliriyor ama bu ne yaptığını bilmez, derbeder haldeki Barcelona'nın finale kalması çok olası gözükmüyor. 

İstemeden de olsa 1 yıl daha Barcelona'da kalan Messi'yi bu yıla motive edecek en önemli şey grup aşamasında iki kez kozlarını paylaşacağı CR7. Yan yana geldiklerinde "Çiçek Abbas" filmindeki İlyas Salman ve Şener Şen'in kapıştıkları sahneleri anımsatan ve daha önce defalarca La Liga, Kral Kupası, Şampiyonlar Ligi, "Yılın Futbolcusu Ödülleri" gibi törenlerde karşılaşan ikili artık kariyerlerinin sonbaharında ve aynı ligde yer almadıkları için bu eşleşme son tangoları olabilir. Ronaldo'yu transfer etmeden önce Şampiyonlar Ligi'nde daha başarılı olan Juventus, grubun favorisi gibi gözükse de çok istedikleri Devler Ligi şampiyonluğu için artık daha iyi bir takım oyununa ihtiyaçları olacak. Kan uyuşmazlığı yaşadıkları Sarri sonrası kulübü efsane isim Pirlo'ya teslim ettiler ama çiçeği burnunda teknik direktöre orta sahayı teslim etmekle soyunma odasının anahtarını vermek arasında fark olup olmadığını zaman gösterecek. Zira Sarri'den istediğini alamadıktan sonra kendi evladı Lampard'a takımı teslim eden Chelsea henüz hayal ettiği seviyeden uzak gözüküyor.

Transfer yasağına takıldığı geçen sezon altyapısından yetiştirdiği cevherlere yönelen ve basketbol temalı olsa da estirdiği kolej havası etkisiyle "Beyaz Gölge" dizisini akıllara getiren Chelsea, "The Wolf of Walk Street" filmindeki Leonardo Di Caprio gibi bolca para harcadığı bir yazın ardından lige istediği şekilde yine başlayamadı. Yeni oyunculardan şu ana kadar sadece Werner'in etkisini hissettirdiği Maviler'de hedef Şampiyonlar Ligi'nde en azından çeyrek final. Grupta Şampiyonlar Ligi havasını ilk kez soluyacak iki takım var. Fransa Ligi'nin yarıda bırakılmasından da faydalanan Rennes ve yaptığı yatırımların karşılığını yavaş yavaş alan Krasnodar grupta ilk 2 savaşında olacak. Bu iki takımı son yıllarda UEFA Avrupa Ligi'nde görüyorduk ama Şampiyonlar Ligi tecrübesi başka bir şey. Herhalde bunu grupta en çok hisseden takım Sevilla'dır hiç kuşkusuz. Yıllardır defalarca kez yayınlanmasına rağmen reyting rekorları kırmayı sürdüren "Arka Sokaklar" dizisi gibi son 15 yılda kazandığı 6 adet UEFA Kupası ile turnuvaya damgasını vuran Sevilla, buna karşın Devler Ligi'nde bir türlü üst turları göremiyor. Artık taraftarlar da dahil herkes UEFA Kupası'na doydu ve Şampiyonlar Ligi başarısı tatmak istiyor. Grup buna uygun gibi ama çantada keklik sayılmaz. Zira "Çantada keklik" tabirindeki gruplar yıllardır Manchester City'ye nasip oluyordu, bu kez onlar da çok kolay bir gruba düşmedi.

Yıllardır kura şansı yanında olmasına rağmen gruplarda fırtına gibi esip sonra çuvallayan Manchester City, ilk ve son kez yarı final oynadığı 2016'dan beri Lyon, Tottenham, Monaco gibi bahis bürolarında ağır favori olduğu eşleşmeleri kaybedip, erken bir şekilde kupadan eleniyordu. Hatta 2018 çeyrek finalinde elendikleri Liverpool bile bugünkü haline göre epeyce zayıf olmasına karşın City'yi safdışı bırakmayı başarmıştı. Hayatı hep sonu hüzünlü hikayelerle geçmeye alıştığı için filmin son sahnesinde bile "Bu da mı gol değil" diye bağıran Sadri Alışık'ın "Ofsayt Osman"ı gibi artık hakimin "Gol" deyişini bekliyor Manchester City taraftarı. Porto, Olympiakos ve Marsilya'nın yer aldığı grup ikincilik için çekişmeli gibi dursa da grup lideri Pep'in talebeleri olacaktır muhtemelen.

Her sene en azından 1 adet "Ölüm Grubu", 1 adet de "UEFA tadında grup" diye nitelendirebileceğimiz grup görmeye alışkın olduğumuz turnuvada, bu kez ikisi de yok denilebilir ama üç tanesi var ki diğerlerinden biraz ayrışıyor. Özellikle D Grubu'nda seyir zevki çok yüksek maçlar izlememiz olası. Çünkü dünyanın en iyi hücuma çıkan takımı Liverpool ve hücum konusunda en az onun kadar başarılı rakipleri heyecan seviyesini yukarıda tutmaya yetecek düzeyde. Geçtiğimiz sezon Serie A gibi savunmanın sert olduğu bir ligde tam 98 gol atmayı başaran, üstüne üstlük ilk kez katıldığı Devler Ligi'nde yarı finali kılpayı kaçıran Atalanta ve bir önceki yılın yarı finalisti, bol gol denince akla gelen takımlardan olan Ajax Liverpool'un başına dert açabilecek nitelikte. Önce Alison Becker, ardından Van Dijk'ı sakatlıklara kurban veren İngiliz şampiyonunu sıkıntılı Şampiyonlar Ligi geceleri bekleyebilir. Grubun hücum anlamında en kısır takımı olan Midtjylland'i ise ilk kez katıldığı bu arenada sürekli santra yapmak zorunda kalırken izleyeceğiz gibi. Elbetteki gönüllerinden geçen Gladyatör filmindeki gibi tüm zorlukların üstesinden gelebilen bir Russell Crowe olabilmek ama şartlar onları "Şark Bülbülü" filmindeki "Mazlum"u canlandıran Yadigar Ejder'e çevirirse şaşırmamak lazım. Danimarka ekibi için atılacak her gol ve alınacak her puanın değeri yüksek. Tabi bunu başarabilirlerse. Soğuk iklimini avantaja dönüştürmeyi planlayan Midtjylland gibi maçların seyircisiz olmasını değerlendirmek isteyen Başakşehir de kendisini korku tünelinde buldu.

Uzun yıllardır zirve yarışı verdiği ligde geçtiğimiz sezon ilk kez mutlu sona ulaşarak tarihe yeni bir şampiyon kazıyan temsilcimiz, henüz geride bıraktığımız Ağustos ayı içerisinde bu kupada final oynayan Paris Saint Germain, onun yarı finalde devirdiği Leipzig ve UEFA yarı finalisti Manchester United'la karşılaşacak olmanın heyecanını yaşıyor. UEFA Avrupa Ligi'nde Kopenhag'a elenmese Manchester United ile eşleşecek olan Başakşehir, gecikmiş bir hesaplaşma içerisinde olacak. Ancak başta İngilizler olmak üzere Almanlar ve Fransızlar ile yapılacak münasebetlerde "Gece Yarısı Ekspresi" filmindeki gibi bir Türk aşağılanmasına da maruz kalabilirler. Lige çok kötü başlayan Kırmızı Şeytanlar, PSG'nin favori olduğu grupta ilk 2'yi hedefleyecek ama Alman ekibi de artık daha tecrübeli. İki yıl önce elendiği United'tan Rocky'nin Ivan Drago'dan aldığı intikam gibi bir öç almak isteyen Paris Saint Germain, Neymar ve Mbappeli kadrosuyla geçen yılki Galatasaray maçının ardımdan yeniden ülkemizi ziyaret edecek. Galatasaray deplasmanında tıpkı PSG gibi tek farklı üstünlükle ayrılan Real Madrid ise yoluna transfer yapmadan devam ediyor.

5 yılda gelen 4 kupanın ardından son 2 sezonda zirvenin uzağında kalan Real Madrid, yine taraftarını heyecanlandıramıyor. Alışkın olmadığımız şekilde ünlü çizgi karakter "Varyemez Amca"ya dönüşen ve para harcamaktan kaçınan kulüp başkanı Perez önderliğinde daha çok La Liga odaklı ilerleyen eflatun-beyazlı ekip zorlu bir gruba düştü. Conte göreve geldiğinden beri eski günlerine dönme sinyali veren Inter, İspanyol ekibinden kelepir fiyata satın aldığı kanat beki Hakimi'ye güveniyor. Son 15 yıldır Kupa 1'in gediklisi olan Shaktar bu ikiliden hata bekleyecek ve uygun fırsatı değerlendirmeye çalışacak. Son yıllarda yavaş yavaş eski günlerindeki gibi Avrupa'da boy gösteren Mönchengladbach grubun sürprizi ama her takım için tehdit oluşturabilecek potansiyelde bir takım. En azından UEFA'ya katılım hakkı sunan üçüncülük için uğraşacaktır Alman ekibinin, üçüncülük için ekstra bir çaba sarf etmesine gerek olmayan hemşehrisi B.Dortmund kadar şansı yok üst turlar adına. 

Erling Haaland'ın takıma katılmasından sonra bambaşka bir kimliğe bürünen, rakip takımlar için tehlikeli ve geleceğe ümit veren genç bir kadro kuran Dortmund, bulunduğu grubun gizli seribaşısı konumunda. UEFA'nın Rus şampiyonunu seribaşı yapmaya devam etmesi nedeniyle bu ekiplerin girdiği gruplar biraz hafif kalmakta yıllardır. Bir nevi "Sahte Kabadayı" filmini hatırlatan Rus takımlarının olduğu gruplar ikinci torbadan gelen takımın adıyla anılıyor daha çok. Geçen sezon son haftasına kadar önde götürdüğü gruptan çıkamayan Zenit'in şansı bu kez biraz daha az. Zira Dortmund'un yanı sıra İtalyan Lazio da etkili bir takım. Özellikle pandemi öncesi Serie A'da zirve mücadelesi veren Lazio, 90'ların sonu 2000'lerin başlarında oldukça iddialı olduğu ama epeydir uzak kaldığı arenaya dönme hazırlığında. Herhalde Lazio taraftarları "Geleceğe Dönüş" filmindeki gibi zaman makinesine atlayıp o yıllara dönmek isterdi. Belçika şampiyonu Club Brugge ise geçen yıl Real Madrid'e karşı avantaj elde etmesine rağmen üçüncülükle yetindiği Şampiyonlar Ligi'nde bu kez kura şansına güveniyor. Tabi herkes Bayern Münih değil Şampiyonlar Ligi'nde kim çıkarsa çıksın fark etmez özgüveniyle oynayabilsin.

Şu anki haliyle Godfather serisindeki Don Carleone heybetinde olan Bayern Münih için yer aldıkları A grubundan çıkmak çocuk oyuncağı gibi görünüyor. Ama filmde hiç umulmadık bir şekilde portakal alırken ölen Carleone gibi Bayern'i de yere serebilirler pekala. Bunun için Salzburg biçilmiş kaftan gibi gözüküyor. Zira geçen sezon zorlu grupta devlere diş geçiren Avusturya şampiyonu bu tarz bir sürprize imza atabilir. Oyun karakteri gibi tip olarak da "Çirkin" ünvanına sahip Diego Costa'ya geçen yıl temiz yüzlü Felix'i bu yıl ise yeşil sahaların hırçın ismi Luis Suarez'i katan Atletico Madrid bu haliyle "İyi, Kötü, Çirkin" filmine gönderme yapıyor. Gruba giriş kategorisi gibi ikinci sıraya yakın duran İspanyol ekibini Salzburg'un zorlaması beklenebilir. Ancak Lokomotiv Moskova'nın grup sonuncusu olmasına kesin gözüyle bakılıyor. 

Son yıllarda özellikle grup aşamasındaki formatı eleştirilen ve heyecanı düşük bulunan organizasyonda yeni bir sezon daha başlıyor. Turnuva biraz geç start aldığı için daha hızlandırılmış şekilde oynanacak ve bu haftadan itibaren tek televizyonlu evlerde kadın-erkek "Dizi mi, maç mı" çekişmesini arttıracak. Ah bir de eskisi gibi çift takımla katılsak, açık kanalda şifresiz yayınlansa ve Bülend Karpat'ın röportajları, Sabri Ugan'ın anlatımları yaptığı yıllardaki gibi olsa tadından yenmezdi. Eminim öyle Şampiyonlar Ligi atmosferi için her maçtan önce yayınlanan Metin Akpınar'ın "Papatyam" dizisi bile reyting rekorları kırardı. Neyse eldekiyle yetinelim şimdilik. Bize öyle öğretti büyüklerimiz. Zira bununla yetinemezsek "hiç"takımla katılacağımız müstabel yıllar daha büyük dert olacaktır.

 

 

 
Toplam blog
: 24
: 69
Kayıt tarihi
: 07.09.20
 
 

Başta futbol olmak üzere çeşitli spor karşılaşmalarını takip eden, müziği, sinemayı, tiyatroyu, s..