Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '10

 
Kategori
Tiyatro
 

Devlet tiyatroları yeni sezonu açıyor!

Devlet tiyatroları yeni sezonu açıyor!
 

AKM kapatıldıktan sonra devlet tiyatrolarına iki sene ara vermiştik eşimle. Sanki İstanbul’da başka tiyatro sahnesi yokmuş gibi içine girdiğimiz küskün bir ruh hali, İstanbul’daki iş güç koşuşturmasının verdiği bezgin ve üşengeç tavırla kaynaşınca yaklaşık iki sezon boyunca oyunlara gidememiştik. Geçen senenin başında ise açlıktan kazınan ruhumuzu doyurmak amacı ile bilet bulabildiğimiz tüm oyunlara gittik. İlk gittiğimiz oyun, mübadele ile Girit’ten Türkiye’ye göçmek zorunda kalan bir ailenin dramını anlatan “Fesleğen Çıkmazı” idi. Artık oyunun tarihi mi geçmişti bilmiyorum ama benim daha oyunun ortalarında içim geçmişti. Tiyatro metni o kadar sıkıcıydı ki oyuncular da sanırım oynamaktan çok keyif almıyorlardı. O kadar da aç gelmemize rağmen ruhumuzu doyuramadan ayrıldık Cevahir Alışveriş Merkezinin 1 no’lu tiyatro salonundan. Kötü başlangıçlara pabuc bırakacak değildik, hemen diğer oyunlara bakmaya başladık. İlk aldığımız bilet “Kral Dairesi” isimli vücut-mask tiyatro tarzı oyuna idi. 5-6 sene önce yine vücut-mask tiyatrosu olarak tabir edilen, oyuncuların suratlarına maskeler takılmış halde ve hiçbir konuşma metni olmadan sadece vücut dillerini kullanarak oynadıkları, “Sersemler Evi” oyununa, açıkçası çok sıkılacağımı düşünerekten, gitmiş ve oyunun sonunda kendimi ayağa kalkmış tüm salon ile birlikte oyuncuları çılgınca alkışlarken bulmuştum. İzlediğim en muhteşem teatral gösterilerden biriydi. Bu sebeple çok hevesli ve artık ruhumuz iyiden iyiye acıkmış bir halde gitmiştik “Kral Dairesi” oyununa. Gelgelelim yine aç kaldık… Üç evli çiftin balayı gecelerini aynı kral dairesinde geçirmek zorunda kalmaları ile gelişen olayların anlatıldığı oyun “Sersemler Evi”’nin çok çok kötü bir kopyası çıkmıştı. Oyunun başında ve sonundaki dialoglu kısım teatral açıdan tatmin edici olsa da, asıl hikayenin anlatıldığı vücut-mask tiyatrosu performansı, her ne kadar eline bir salatalık alıp sanki ilk defa görüyormuş gibi salatalığı bir süre inceleyen gelinlik giymiş bir kadının erkek cinsel organına yaptığı referansa kahkahalar atarak gülen bir kitleye oynasalar da, benim için teatral açıdan sıkıcı olmaktan öteye geçemedi. Çıkışta Elmadağ’dan Taksim'e kadar tiyatrodan çıkan kalabalıkla beraber yürürken tüm yolu eşimin kolumu çekiştirmeleri ve sus ikazları arasında insanlara söylenerek geçirdim. Kimsenin keyif alma eşiğini küçümsediğimden değil ama Mehmet Ali Erbil’den kalma klasik bir bel altı mizahi pandomim gösterisine günümüzde İstanbul gibi bir büyükşehirin en merkezi yerindeki bir tiyatro salonunda, hadi gülmeyi geçtim fakat salonu inleten kahkahalar ile tepki verilmesi gerçekten sinirlerimi yıprattı. Devlet tiyatrosunun daha sanatsal yapıtlar sunması gerektiğini ve devlet tiyatrosu seyircisinin ortalama bir televizyon izleyicisinden daha seçici olması gerektiğini düşünüyorum ama üzülerek görüyorum ki sanatçılar ve toplum arasındaki kültürel alışverişteki arz - talep dengesi her geçen yıl daha aşağı noktalarda kesişmekte… Toplum olarak kültür aşından yemeye yemeye, iyice midemiz küçüldü son on yıl içinde. Her gün bir milyonu aşkın insanın yolunun geçtiği Taksim’de AKM’nin kapalı olması ve Emek sineması için yıkım kararı alınması bile çoğumuzun ağzının tadını bozmaya yetmedi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ambalajı ile bize yutturulmaya çalışılan İstanbul yalanını oturup afiyetle yedik. Söylenmeye başladım yine, konuya döneyim…

Biraz hevesimiz kırılmıştı iki kez üst üste yaşadığımız hayal kırıklıkları sonrası, fakat artık ne kadar acıkmışsak ertesi gün ilk iş, giden birkaç arkadaşımız tarafından çok iyi eleştiriler alan ve açıkçası salt adından dolayı bile kaçırmayı göze alamayacağımız, “Vahşet Tanrısı” oyununa bilet aldık. Oyuncu kadrosu Ülkü Duru, Zafer Algöz, Zerrin Tekindor ve İşdar Gökseven gibi tecrübeli oyunculardan kurulu ve çocukları kavga etmiş iki ailenin uzlaşma çabalarını alan bu oyun için yerimize oturduğumuzda ellerine birer pasta verilmiş çocuklar gibi şendik. Ne yazık ki içimizdeki şenlik havası oyun ilerledikçe yerini yediği yemeğin tadını beğenmemesine rağmen nezaket gereği yemeye devam eden bir misafirin huzursuzluğuna bıraktı. Üzerine hiç aroma katılmamış bu tatsız pasta midemizi biraz bastırsa da içimize sindiremedik. Yine sıradan bir oyun metni, tüm salonun kahkahalarla tepki verdiği zorlama mizansenler, bel altı espriler ve benim oyunun sonunda artık kendimi tutamayıp oturduğum yerden "bu kadar kötü oyunlara bu kadar iyi tepki verilirse böyle kötü oyunlar gelmeye devam eder" şeklindeki yüksek sesli tepkim ve eşimin beni salondan dışarıya itekleme çabaları… Yine elimiz ve karnımız boş dönüyorduk.

Son bir oyun bileti kalmıştı elimizde. “Profesyonel” adında bir oyun. Önceki oyunlara bilet alırken bu oyuna da sırf gitmiş olmak için bilet almıştık, hiçbir ön bilgimiz yoktu. Açıkçası o sene için Devlet Tiyatrolarından umudumuzu kesmiştik artık, bir doyma veya keyif alma beklentimiz olmadan oturduk yerlerimize. Salonun ışıkları kapandı. Sahne aydınlandı... Sahne aydınlandı evet ama ışık görevlilerinden çok sergilenen oyun ve oyunculuk aydınlattı sahneyi. Duşan Kovaçeviç’in kaleminden Yugoslavyadaki dönüşüm yıllarının, bir yazarın ve yıllar boyu onu takip etmekle görevlendirilmiş bir emekli gizli polisin gözünden aktarıldığı oyunu izlemeye doyamadık. Yetkin Dikiciler, ve sonradan bu oyun ile Afife Jale Tiyatro Ödüllerinde yılın en iyi erkek oyuncusu seçildiğini öğrendiğimiz, Bülent Emin Yarar’ın performansları yıllardır açlığa mahkum kalmış ruhlarımıza muhteşem bir oyunculuk ziyafeti verdi. Bizleri İstanbul'un bir tiyatro salonundaki seyirci koltuklarından alıp yıllar önce çoğumuzun hiç ayak basmadığı bir ülkede yaşanan dönüşümün içindeki iki karakterin dinlemeyi iyi bilen dert ortakları rolünde sahnenin içine çektiler. Bir sanatçının sahnede nasıl devleşebildiğini ve insan ruhunu nasıl tavlayabildiğini hatırlattılar bize. Oyun sona erdiğinde dolu gözlerimden kayıp akan bir damla yaş ile ve sanki bu muhteşem gösteriyi birlikte hazırlayıp birlikte oynamışız gibi gururlu bir ifade ile oyuncular ile karşılıklı birbirimize alkış tutuyorduk.

Darısı bu sezonun başına... Umarım "Profesyonel" gibi profesyonelce yazılıp oynanan oyunlar çoğunlukta olur. 1 Ekim’de perdeler açılıyor, beklentilerinizi yüksek tutun ve bilet almayı unutmayın. İyi seyirler!

 
Toplam blog
: 89
: 618
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

İlk kitabımı, 'Pal Sokağı Çocukları'nı okuduğumdan beri yazıyorum. Yazmak beni o çocuklar gibi öz..