Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '09

 
Kategori
Güncel
 

Devletin vatandaşı, ulusun yurttaşı

Devletin vatandaşı, ulusun yurttaşı
 

“Demokratik Açılım” sürecinde bir rehavet kendisini hissettirmeye başladı. Açılım, AKP’nin klasikleşen siyaset yapma şeklinin örneklerinden birisine dönüşüyor; Büyük iddialarla ortaya çık, ortalık toz duman olsun, ardından adım atmaya cesaret edemeden sorunu tekrar buzdolabına kaldır.

Gerçi başbakan, ABD’de, sorunu hazmede hazmede çözmek istediklerini söyledi ama bu ifade bana daha çok, “bu işi ağırdan almaya karar verdik, galiba bu işin altına girme cesaretini gösteremeyeceğiz” cümlesinin öz hali gibi geldi.

İktidar sahibi olan elbette ki, ülkedeki gündemin belirlenmesi konusunda ciddi avantajlara sahiptir. Devlet imkânları ellerinde olduğu gibi, kitle iletişim araçları ve toplumun ilgisi her zaman iktidarın üzerindedir. Bu nedenle iktidar dışındaki kesimlerin gündemi belirleyebilmesi oldukça zordur. Ama sivil toplumun görevi, tüm ipleri iktidara ve güce sahip olana bırakmamaktır. Bu nedenle toplumun demokrat kesimleri, gündemi sıcak tutmak ve iktidarı gerçekçi bir çözüme zorlama sınavı ile karşı karşıya.

Ancak bunu yaparken slogan ve düz söylemlerden kaçınarak, olabildiğince somut hedefler ve o hedeflere yönelik söylemler geliştirmek gerekiyor. Çünkü şu an toplumum belirli kesimlerinde zihin karışıklığına neden olan şey, ulaşılmak istenen noktanın ne olduğunun tam olarak bilenememesi.

Bu nedenle birkaç yazıda, açılımın ulaşması gerektiği nokta hakkındaki fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Ancak önce birkaç tanımı yerine oturtmakta fayda var.

Üzerinde en fazla durulması gereken tanımlar, ulus ve ulus devlet tanımlarıdır. Çünkü şu an yaşadığımız sorunun temelinde, bu kavramlarda yaşanan değişime yeterince ayak uydurmamak yatmaktadır.

Ulusçuluğun çıkış noktası ile ilgili olarak en güzel anlatımlardan birisi olarak, 15 Eylül 2009 tarihli yazısı ile Radikal Gazetesi yazarlarından Türker Alkan’ın yaptığını düşünüyorum;

“Feodalizm, gelişen kapitalist üretim kapasiteleri için elverişli yasal, siyasal ortamı ve pazarı sağlayamayınca; ulusçuluk, yeni ekonomik düzenin siyasal yapısı olarak belirdi. ‘Ulusçuluk, kapitalizmin zorunlu bir sonucudur’ demek biraz sert bir deterministik tavır olsa da, ‘ulusçuluk, kapitalizmin makûl bir sonucudur’ önermesine karşı fazla bir itiraz olmaz sanırım.”

Ulus, ulusçuluk ve ulus devlet tanımları elbette milliyetçilik kavramı üzerinden şekillendi ama “öncelikle milliyetçi bir dalga oluştu ve o dalga mı ulus devlet sistemini yarattı, yoksa öncelikle ulus devlet sistemi gelişti ve o sistem kendisine bir ulus yaratmaya mı çalıştı?” sorusu hala uzmanlarca tartışılan bir konu. Bunun her coğrafya ve tarihsel süreç için ayrı cevapları olduğunu düşünüyorum.

Ulus tanımı, olgunlaşmaya başladığı dönemde, ortak dil, ortak tarih ve ortak kültürü paylaşan toplumu ifade ediyordu. Bu şartlar, aslında farklı etnik kökenden gelen topluluklar tarafından da sağlanabilirdi. Örneğin Türklerle Kürtler uzun zaman diliminde, aynı coğrafyayı paylaşmış, dolayısı uzun ve ortak bir tarihin unsurları olmuş, kültürleri fazlası ile birbirleri ile etkileşmiş ve Türkçe, Kürtlerle Türklerin ortak anlaşma dili (Daha henüz ulus devlet fikrinin ve ifadesinin olmadığı dönemlerde dahi, örneğin Osmanlı Meclis-i Mebusan toplantılarında ve milli mücadele esnasında kurulan 1. TBMM'de tüm delegeler gibi Kürtler de toplantılara Türkçe (konuşma dili olarak) ile katılmışlardır - not: "ortak anlaşma dili" Kürtlerin Kürtçeden vageçtikleri anlamına gelmez, yalnızca Türklerle kurdukları ortak zeminde Türkçenin eğemenliğini kabul etmeleri anlamına gelir) olarak kabul edilmiştir.

Bu nedenle Türk ve Kürt etnik kökenlilerin, varlıklarını koruyarak tek bir ulus olarak birlikte yaşama şansı varken, diğer tüm devletler gibi Türkiye Cumhuriyeti de, ulus tanımını daha çok, ortak bir etnik köken üzerinden yorumlamayı tercih etti. Çünkü dünya, farklı olan her şeyin tehdit olarak kabul edildiği bir tarihsel süreçten geçiyordu. Ulus tanımının bu yönde oluşması, özellikle yirminci yüzyılın ilk yarısında, ulus devlet algısının ırkçı bir anlayışa kadar kaymasına neden oldu. Ulus devleti oluşturan bireylerin benzer niteliklere sahip olması, istenen, arzulanan, planlanan bir şeydi. Bu nedenle devletlerin kendilerine ulus inşa etme çabaları bir moda olarak dalga dalga yayıldı. Elbette bu süreç, insanlık tarihinin en çok kan akıtılan dönemini de beraberinde getirdi.

Ancak ulus ve ulus devlet anlayışı, tanımların çıkış noktasına da aykırı düşen bir şekil aldı. Çünkü kapitalizmin ulus sistemini tercih etmesinin nedenleri arasında, bir önceki sistemde kul olan bireyi özgür birey kılmak vardı. Ancak bir süre sonra, ulus devletinde standart ve ortak özellikleri olan bireyler üretme çabası, özgür bireyi yok eden bir noktaya geldi.

Dünyanın hiçbir noktasındaki insanların, saf bir ırk ve etnik köken halinde bulunmadığının anlaşılması, demokrasinin, kapitalizm tarafından kötünün iyisi bir düzen olduğunun anlaşılması, ulus ve ulus devlet tanımlarındaki değişimi de beraberinde getirdi.

Bu değişimin günümüzde geldiği son nokta ise, ulus tanımının milliyetçilik kökeninden uzaklaştırıp, devlet-vatandaş ilişkisi üzerinden ifade edilmesi oldu. Günümüze en yaygın kullanılan ulus tanımı şudur; “aynı şemsiye altında yaşayan, farklı din, farklı bir etnik kökenden gelip , ayrı bir dil konuşuyor olsalar bile , aynı topraklar üzerinde , ortak bir dil , ortak iktisadi yaşam , ortak kültür birliği sağlayan ve kader birliği yapabilen insanlar topluluğudur”

Dikkat ederseniz günümüzde ulus artık tek bir etnik köken anlamına gelmiyor. Hatta tek bir anadili kullanan insanlar topluluğu olarak da tanımlanmıyor. Ancak ne kadar farklı anadillere sahip olsalar da, ortak bir dil kullanmaları, bir ulus oluşturmak için zorunlu bir şart olarak karşımıza çıkıyor.

O zaman kısaca şu şekilde ifade edebiliriz ki, bir devletin tek bir ulusu vardır. Ancak ulus tek bir etnik kökene ve inanca karşılık gelmez. Bir ulus olarak tanımlanmak, ulusun içindeki farklılıkları yadsımayı gerektirmez. Yani bu ülkede Kürt etnik kökenli insanların var olması, onların anadilleri üzerinde bazı haklar elde etmesi, ulus devleti yok etmeye yönelik bir adım olarak kabul edilemez. Hatta aksine ulus devletin modern tanımına, hayatın gerçeklerine daha uygun düşer.

Bir sonraki yazı, “Açılımın ulaşması gereken nokta neresi olmalıdır?”

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..