Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '08

 
Kategori
Anılar
 

Devrim türküleri söylerdik bir zaman

Devrim türküleri söylerdik bir zaman
 

Yıllar yılları kovalıyor. Daha dün gibi anımsadığınız olay bir bakıyorsunuz kırk sene öncesinin anılarından çıkıp gelmiş.

Yollarda gençler yürüyordu "Tek yol devrim" diye bağıra bağıra. Sendikalar vardı bir zamanlar, işçi sendikaları. İşçilerin haklarını korumak ve savunmak üzere kurulmuşlardı. Dünyada kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramını büyük kitlelerle bir bayram havasında kutlardı meydanlarda bu sendikalar.

Sol guruba üye dernekler, kuruluşlar, partiler vardı. Ellerinde orak-çekiçli kızıl bayraklarla doldururlardı meydanları. "Kahrolsun Amerika!" diye bağıra bağıra. Sel gibi akarlardı caddelerden, yollardan. Dönem, kimi zaman Demirel'i, kimi zaman da Ecevit'i Başbakan yapıyordu.

Nice gençlik lideri vardı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan bu liderlerden en tanınmışlarıydı. Deniz Gezmiş yakalandı, tutuklandı, yargılandı ve ilkbaharın ilk günlerinde daha açmayan bir fidan gibi asıldı iki arkadaşıyla birlikte. Mahir Çayan ise Kızıltepe bir baskında ele geçirildi ve oracıkta öldürüldü arkadaşlarıyla birlikte. Şimdi yaşasalardı altmışlı yaşlarını sürüyor olacaklardı. Ama, eminim ki bugünkü diktatoryaya karşı çıkacak yine onlar olurdu. Onların "ölüme" koştukları yaşlardaki gencecik çocuklar hükümeti protesto etmek için Taksim'de toplanıyorlar ve görülmedik bir baskı ile karşılaşıyorlar. Oysa, iktidarı eleştirmek ancak ve ancak totaliter rejimlerde olası değildir. Belki o protestoya katılan gençler siyasal bilimler dersinde bunu böyle okudular.

Biz yetmişli, seksenli yıllarda devrim türkülerini söylerdik meydanlarda. Cem Karaca, Timur Selçuk, Ruhi Su, Edip Akbayram, Zülfü Livaneli bangır bangır söyler ve söyletirdi devrim türkülerini.

Nazım Hikmet, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'u eleştirirken yine de "inanmış adamdır" der. Ve Akif'e yazdığı şiire, inancı hata yaptırdığını savunur. Biz de inanmıştık Kemalizme. Mustafa Kemal Atatürk'ün tam bağımsızlık tutukusuna inanmıştık. Fakat, 1938 yılının 10 Kasım'ından sonra bağlandığımız Amerikancı tutuma karşı geliyorduk. Çünkü, bu bağlanmanın bugünleri doğuracağını biliyorduk. "Protesto" ediyorduk ABD'yi ve onun yerli işbirlikçilerini.

"Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır
ancak bu böyle sürmez, sömürü devam etmez
yepyeni bir hayat doğar bizde ve ülkelerde!"

Gelecek günlere ne çok inanırdık. Kemalizmin Kurtuluş Savaşı'nı okudukça bilendik. Bilendikçe "Tam bağımsız Türkiye" diye yollara düştük. Bugün geldiğimiz noktada 13 Milyar dolar için IMF denen tefecilerin kuklası olmak istemiyorduk. ABD'nin jandarması olmak istemiyorduk.

"Panzerleri, jopları ve tüm silahları
Partileri ve iktidarları hepsi halka karşıdır
Durduramayacaklar halkın akan coşkun selini!"

Biz devrim türküleri söylerdik. Zülfü Livaneli, Nazım Hikmet'in coşku dolu şiirlerini okurdu bağlaması eşliğinde. İstediğimiz kötü bir şey değildi. Yalnızca sömürülmeyen bir Türkiye'yi savunuyorduk. Oysa, Türk sermayesi yeni yeni palazlanıyordu. İktidarlar da bu sermayeye bütün ülkenin olanaklarını veriyordu. Emeğin bugünkü gibi üç kuruşa sömürülmesi yine uygulanıyordu.

Aynı soruyu 1938 yılının 10 Kasım'ından beri soruyoruz: Nedir bu Türkiye'deki iç kavga? diye.

Oysa yanıt 1970'li yılların gençliğinin devrim türkülerinde saklı duruyor.

Türkiye'nin yoksul halkı bunca özveriden sonra hâlâ sömürülüyor ve üç kuruşa emeğini satıyorsa, dönün de devrim türkülerini dinleyin. Çünkü, "Bu böyle sürmez" elbet bir yerden patlak verir. Dün üniversite gençliği ve işçi sınıfıydı, bugün başka bir kitle...

Dün gençleri asarak kurtardığınızı mı sandınız ülkeyi?

Tabi ki hayır! Çünkü, suçlu sizlersiniz 10 Kasım 1938 tarihinden sonraki iktidarlar. Suçlu sizsiniz!

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..