Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '19

 
Kategori
Eğitim
 

Dezavantajı Avantaja Çevirmek

Önceki blogumun son paragrafında şu iki soruyu sormuştum; "… eğitim öğretim kurumlaşması nasıl oluştu? Okullar, diğer canlılarda yokken bizde neden var?"

Önce ikincisi…

Daha dün annemizin / Kollarında yaşarken / Çiçekli bahçemizin / Yollarında koşarken / Şimdi okullu olduk / Sınıfları doldurduk / Sevinçliyiz hepimiz / Yaşasın okulumuz

Hemen hepimizin bildiği, çoğumuza ana veya ilkokulunda ilk öğretilen çocuk şarkısının sözleri bunlar.

Ama nasıl oldu bu? Hiç sorduk mu kendimize ya da başkalarına?

***

Bir tespitte bulunalım:

"… Birçok memeli, kesin bir şekilde iki ayak üzerine kalkabilmelerine ve hatta bir kaç adım atabilmelerine rağmen (tehditkâr bir ayıyı veya tetikte bir fareyi düşünün),  hiç bir memeli doğal durumlarda, insanlar gibi arka ayakları üzerinde hareket etmezler. … " Bu alıntıyı yaptığım www.evrimselantropoloji.org sitesinin linki artık ölü link hâlinde. Onun yerine evrimagaci.org sitesinde daha geniş ve güzel bir yazı buldum. Konuyla ilgili bölümlerini aktarayım:

“… İki Ayaklılık, bipedalizm. Bunun neden bir canlıya avantaj sağladığı, ilk etapta kolay fark edilemeyebilir. Ancak iyi düşünülürse, cevap açıktır. Çünkü iki ayak üzerinde duran bir tür, aynı türün dört ayak üzerinde duran versiyonuna göre daha "yüksektedir". Bu da, gözlerinin daha yüksekte olmasına, dolayısıyla da tehditleri çok daha önce, hatta bir dört ayaklıdan dakikalarca önce ve metrelerce uzağı görebilmesini sağlamaktadır. Ancak bu da, yine beyin ile birebir ilişkilidir.

“...  Ayrıca uzun mesafelerde, iki ayak üzerinde yürümek, dört ayak üzerinde yürümekten enerji bakımından çok daha avantajlıdır. Dolayısıyla bu sebeple de iki ayaklılık birçok canlıda desteklenmektedir; ancak doğa şartları gereği bu canlılar nadiren tam olarak iki ayak üzerinde durabilmektedirler.

“...  Ellerimizin serbest kalmasıyla birlikte, el-göz koordinasyonumuz daha da gelişmiştir, daha rahat avlanabilmeye de başlamışızdır. Çünkü iki ayak üzerindeyken sadece avcıları erken görebilmekle kalmayız, avları da daha uzaktan tespit edebiliriz. Üstelik, evrimsel geçmişimiz kedigiller ya da bir ayı kadar hızlı koşabilmemize elverişli şartlar taşımadığı için, ellerimizin serbest kalmasıyla ve diğer faktörlerin etkisiyle beynimizin büyümesi sonucu alet kullanımının gelişmesinin önü açılmış, böylece avlanmamız çok daha kolay hale gelmiştir.” [1]

Bu alıntılarla yıllar önce yazdığım, 10 yıl önce de bloglaştırdığım Yaşamak İçin dizisi [2], uyum içerisinde. Bunu görmek, daha da sevindirdi beni.

***

Sonra, Harari'ye dönelim yine:

"… iki ayaküstünde yürümenin dezavantajları da vardır. […]  İnsanlık, geniş görüş açısının ve becerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmalarıyla ödedi. Kadınlar, daha da fazlasını ödemek zorunda kaldı. Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu, üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişi insanlar için ciddi bir sorun hâline geldi. […]  doğal seçilim bu şekilde erken doğumlara hayatta kalma şansı verdi. Elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar, pek çok hayatî öneme sahip sistemleri henüz tam olarak gelişmemişken erken doğar hâle geldiler. [3]"

Kısaca, insanlarda "normal gebelik süresi" olarak bildiğimiz 9 ay 10 gün eşittir 280 gün o da eşittir 40 hafta, aslında "erken doğum"muş! Herkes, erken doğunca pek bir önemi kalmıyor bunun. Yalnız bir yerde çok önemli: İnsanevlâdının neden yıllarca dünyanın en çelimsiz varlığı olduğunu, neden yıllarca anaya, babaya muhtaç olarak büyüdüğünü net bir şekilde anlatıyor bize. Bir dezavantaj da bu!

Harari'ye devam…

"… insanlar, az gelişmiş olarak doğduklarından diğer tüm hayvanlardan daha çok eğitilebilir ve daha çok sosyal ilişki kurabilirler. Pek çok memeli, anne karnından fırından çıkan toprak kap gibi çıkar, onları yeniden şekillendirmeye çalışmak onlara zarar verir. İnsanlar ise anne karnından bir ocaktan çıkan erimiş bir cam gibi çıkarlar ve şaşırtıcı oranda şekillendirilebilirler. [3]"

***

Okulun neden insanlara özgü olduğu anlaşılıyor sanırım. Ama başından beri yoktu okul. Sanırım, milyon yıllar, hatta tarım devriminden sonraki 5 bin yıl, kimsenin aklına gelmemişti böyle bir kavram. Çünkü okullarda öğretilecek bilgi yoktu ellerinde.

Masal gibi:

Bilgiyi saklayamıyorlardı. Uçuyordu. YAZIyı bulduktan sonra BİLGİ kuşunu da kafeslediler. (Lütfen argo tanımına takılmayın. Sözcük olarak buraya cuk oturdu…)

Kafesin kapısının kilidini din adamları aldı. Papazlar, hahamlar filan. Cemaati toparlayan bu insanlar, istemeye istemeye BİLGİ kuşunu paylaştılar. Çünkü kuş, paylaşıldıkça şişmanlıyordu. Kafesten çıkamayan BİLGİ kuşu uçmayı unuttu, ama o kadar şişmanladı ki kafesine sığamaz oldu. Kafesini parçaladı.

Sonra yine yakalandı, yine kaçtı falan. Sonunda OKUL denilen kurumda öğrenciler ve öğretmenlerle buluştu. Oradan kütüphanelere, internete falan yayıldı. O kadar büyüdü ki "kafeslemek" olanaksızdı artık.

Yıllar önce yazmış olduğum Paylaşımın Gücü [4] adlı blogumu, Hint filozofu Bhartrihari'nin şu sözleriyle bitirmiştim:  "Bilgi, paylaşıldıkça artan hazinedir." Aynen…

Toparlayayım…

Doğuştan dezavantajlı lnsanevlâdının (yani herkesin) yeryüzünün egemeni olması (avantaj) bilgi sayesinde, bilgiyi paylaşması sayesinde olur. Bunun da yolu okullardan geçer, (şimdilik) internette kadar uzanır.

 

[1]: Çağrı Mert Bakırcı, Evrim Ağacı, https://evrimagaci.org/insan-zekasinin-evrimi-neden-sadece-insanin-beyni-bu-kadar-evrimlesmistir-41

[2]: http://blog.milliyet.com.tr/yasamak-icin---ii-/Blog/?BlogNo=296500

[3]: Yuval Noah Harari - Hayvanlardan Tanrılara Sapiens

[4]: http://blog.milliyet.com.tr/paylasimin-gucu/Blog/?BlogNo=285718

 

 
Toplam blog
: 92
: 521
Kayıt tarihi
: 01.01.11
 
 

Milliyet Bloga taşınmam kolay olmadı.. Varlığını aşağı yukarı başlangıcından beri bildiğim bu dev..