Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '13

 
Kategori
Öykü
 

Diğer şeyler; bahar mı, yılan mı?

Diğer şeyler; bahar mı, yılan mı?
 

Hayatın bize sunduğu güzelliklerin iyilerden mi, kötülerden mi geleceğini bilebilir miyiz?


Kuş cıvıltıları pencerenin pervazına çarpıp ahenkli bir senfoni gibi yatağına, duvara, kömür kokusunun sindiği odasına dolduğu sırada "Bahar temizliği zamanı..." diyerek erkenden uyandırdı anası.  Baharın ilk günlerinin coşkusuyla elindeki süpürgeyi duvarlara vurarak örümcek ağlarını alıp dilinin ucundaki türküyü yüreğinde çoğalan yaşama sevincinin bir yansıması gibi kah uzatıp, kah kısaltarak kendince yorumluyor, yeni umutlara yelken açan hayalleriyle baharı karşılıyordu.

Anası durup "Bahar yeni umutlarla gelir oğlum." deyip perdeye uzandı. "Hadi kalk! Bu umuda evimizi açalım."

Hasan yattığı yerden istemeye istemeye doğrulurken  mis gibi bahar kokusu keten perdenin kımıldamasıyla odaya doldu. Bahar perilerinin ışıklarını saçıp  aldığı nefese umut yüklediğini düşündü Hasan.  Sarsak adımlarla avluya çıkarak kuyunun başındaki teneke kovayı aldı. Ortasındaki tahta saptan tutarak kırlangıçların ötüşlerini dinledi. Taze toprak kokusunu içine çekip erik ağacının çiçekleri gözlerini aldığı sırada kovayı kuyuya saldı.

"Şehirden ev alıp kurtulmalı artık..." diye söylendi. Diğer şeyleri düşünmek istemeden kovayı çekti.

 

Taşlıktan gelen sesleri duyduğunda elini yüzünü yıkamış, kahvaltısını yapmak üzereydi. "Musagillerden Ömer geldi ana!" diye seslendi kerpiç eve doğru. Ömer'in yanındaki uzun boylu, kumral  adama baktı. Geniş omuzlarının üzerinde yükselen sivri başına, kemikli suratını ikiye ayıran çiğ mavi gözlerine bakıp iyice süzdü adamı. Ardından gereksiz yere ses tonunu yükselterek,

"Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!" dedi.

  Dama çıkan merdivenlerin başında kurumaya bırakılan iskemleleri alıp, üzerlerine iki kat kilim örtüp misafirlerini oturttuğu esnada terden yüzü ışıldayan anası kapıda göründü. Hoş geldiniz, dedi uzaktan kadın. Kapının kenarından öylesine hal hatır sorup içeri geçti.

Ömer tok sesiyle arkadaşını tanıtıp "Dere yatağının yanındaki tarlanıza bakmak için geldik." dedi.

 Hasan içinde kaynamaya başlayan heyecanla iki üç kez yutkundu. Kalbinin çarpıntısını bastırmak için elini göğsüne koyup "Tabii ki gider bakarız. Kahvelerimizi..."  sözleri bitmeden anası kapının eşiğinde göründü.

 Mis gibi kahve kokusu mart kokusuna karışıp mutluluğunu perçinledi Hasan'ın. Tarlayı satacağını söylediğinde onu ayıplayan köylüleri düşünüp ister istemez gülümsedi. Masmavi gökyüzünün altında bol köpüklü, acımtırak kahvesini yudumlarken yepyeni hayallerin kıyısında gezinmeye başladı; tarlanın parasıyla şehirden bir ev alacaktı anasına, tuvaleti, çeşmesi, banyosu olan bir ev... Adamı göz ucuyla süzerken kirpik uçlarında bütün heyecanlarıyla yeni bir hayat oynaşıyordu.

"Faruk Bey bir girişimcidir. Hem de çok iddialı bir girişimci..."

"Estağfurullah Ömer Bey, sadece ovamızın imkanlarından yararlanmaya çalışıyoruz o kadar."

Hasan konuşulanları pek önemsemiyordu. İçinden yaşının deliliğine, heyecanına eş düşen hayaller kuruyordu. Fakat kiraz lafını duyup kulak kesildi. Emin olmak için "Kiraz mı?" diye sordu.

"Evet, kiraz. Aldığımız tarlaya kiraz ağaçları dikeceğiz."

"Hasan,az önce dedim ya Faruk Bey girişimci diye." Ömer ses tonunu değiştirip sertleşti.

"İşte Çukurova için öyle bir girişimde bulunuyor ki aklın hayalin şaşar."

"Kiraz bahçesiyle mi girişimde bulunuyor?"

Ömer elindeki kahve fincanını kenardaki ağaç kütüğünden üzerine bıraktı. Ayağa kalkıp "Haydi, tarlaya doğru bir gidip bakalım. Giderken konuşuruz bunları da..."

Taşlıktan geçip köy meydanındaki kahvenin önünden geçene kadar kimse konuşmadı.  Köyün dışına doğru yürümeye başladıklarında Ömer, Hasan'ın omzuna dokunup "Kiraz ağaçları bizim yaylada ne zaman olur?" diye sordu.

Hasan başını kaşıyarak dudaklarının uçlarını aşağı doğru büzüp "Herhalde Ağustos sonu gibi..." dedi.

Aldığı yanıttan memnun olan Ömer başını sallayıp Faruk Bey'e döndü. İkisi de hallerinden memnun  tarlalara baktı. "Kiraz sulak yeri sever." dedi.

Hasan tarlasını övme fırsatını yakalamanın verdiği sevinçle dilini şaklatıp "Bizim tarla köyün en sulak tarlasıdır. Rahmetli babam az didinip uğraşmadı tarlayla. Gözü gibi bakar, korurdu."

"Allah rahmet eylesin!"

Ekinler on santime yaklaşmıştı. Papatyalar beyazlı sarılı yol kenarlarını diğer kır çiçekleriyle süslerken birkaç cılız gelincik yeni çıkmaya başlamıştı. Hasan konuyu değiştirmek için "Doğa bir hafta içinde nasıl da uyandı." dedi. "Bütün canlılar baharla birlikte yeniden doğdu sanki..."

 Diğerleri başlarını sallamakla yetinirken derenin şırıltısı kulaklarına doluyordu. Eriyen kar sularıyla debisi artan dere, bütün hızıyla akıp şeffaf bir güzellik saçıyordu etrafına.

Faruk Bey kumral başını usul usul sallayıp cep telefonunu çıkarttı. Yüzündeki memnun ifadeyle derenin kenarından uzaklaşıp telefonla konuşmaya başladı. Fırsattan istifade eden Ömer "Oğlum büyük bir şans vurdu yüzüne. Bu adamlar hem köyümüzü, hem seni bahtiyar edecek."

"Kiraz bahçesine pek aklım yatmadı benim ama..." dedi. "Tarlayı sattıktan sonra bana ne gerçi de..."

"Kirazı dünya rafında altı ila sekiz ay tutmak için belirli rakım aralığındaki bölgelerden büyük tarlalar alıp kiraz bahçeleri oluşturuyorlar." Ömer kısık sesle konuşuyordu. Faruk Bey'in işin sırrı ile ilgili bilgileri vermesinden hoşlanmayacağını bildiği için zor duyulur bir sesle konuşmasını sürdürdü.

 "Bu, senin tarlana ekilecek kiraz da toplanıp dünyaya ihraç edilecek. Hem senin, hem benim, hem memleketimizin kazancı olacak bu işten. Bizim yayladan da Osman Efendi'nin tarlasını aldık dün. Aşağı ovanın kirazı mayıs başında oluyor. İki hafta önce oralardan tarla aldık. Anlayacağın ekimine, cinsine göre haziran ayında bizim köyün kirazını yiyecek dünya, ağustosta yaylanınkini, eylülde Niğde'ninkini... Anladın mı canım benim..."

Hasan kocaman açılmış gözleriyle başını salladı. İnsanlar neler düşünüp neler yaparken o sadece bir ev alabilmenin derdindeydi. Adalet mi, şans mı, yoksa akıl mıydı insanları birbirine bağlayıp ayıran, çarpan bölen? Çözemedi. Dört mühendisi karşısında gördüğünde işin ne kadar ciddi olduğunu anladı. Topraktan örnek alıp, tarlayı ölçüp, biçtiler. Ellerini çenelerine koyup bir süre düşündüler.

"Hasan tarlanı satsan bile gelip bahçede çalışır paranı yine kazanırsın." dedi Ömer. Öğle güneşi yüzlerini iyiden iyiye ısıtırken içine bir kurt düştü Hasan'ın; satmasam da ben diksem kiraz ağaçlarını, diye düşündü. Düşünceleriyle hayalleri çatışmaya girerken bir tümseğe oturdu. Faruk Bey'e ve mühendislerine baktı. Para onlardaydı, tarla kendinde. Boğazına dolan heyecanın yerini pişmanlık doldurmaya başladı.

 "Satacaktım ama vazgeçtim." desem diye düşündü. Babası hayatta böyle bir şeyi onaylamazdı. Erkek adamın ağzından laf bir kere çıkar, derdi. Yutkundu. Geçen yaz tarlayı sulamak için geldiğinde şu patikanın kenarında kalp krizi geçirip ölmüş bir babanın mirasını çarçur ettiğinin ayrımına vardı. Babasının sıcağın altında şişip moraran bedenini ikindide bulduklarındaki görüntüsünü ağzına dolan acılıkla anımsadı. Toprağını namusu sayan babasının ölümünün üzerinden bir yıl bile geçmeden tarlayı satmaya kalkmasından ilk defa utandı.

Kısa boylu mühendis "Faruk Bey, bir yıl toprağı dinlendirip beslemeliyiz" dedi avucundaki toprağı ufalayıp yere serperken.

"Kiraz ve dünya rafı..." diye mırıldandı Hasan. Bir çare bulmalıyım, bir sebep göstermeliyim, diye düşündü.

Tümseğin yanındaki otlar sanki bir an dalgalanır gibi geldi Hasan'a. Eğilip ayağını oynattı.Bileğinde bir acıyla yerinden zıpladı. İnce bir sızı damar damar yayılırken bacağına ilk siftahını yapıp kuyruğunu sallaya sallaya kaçan siyah yılan otların arasında kayboldu. "Yılan..." diye inledi. Ömer öne doğru atılıp yere doğru yatırırken Hasan'ı paçasını da dizine kadar sıyırdı.

 Anahtarlığına takılı çakısını iki kırmızı noktanın üzerine getirip bir kesik attı Ömer. Akan kanı somurup somurup mavi kır çiçeklerinin üzerine doğru tükürdü. Bileği sımsıkı sardıkları mendilin etrafı beyazlaşıp sarardığından alt tarafta şarabi damarlar ortaya çıktı. Hasan ilk müdahaleden sonra göğün ışıltısıyla  karga tulumba götürülürken baharı mı, yılanı mı daha çok sevmesi gerektiğini düşündü.

Anasının bahara karşı yeni umutlarla araladığı keten perdenin ardındaki taze kokuyu anımsayıp "Kiraz..." diye mırıldandı. Adamlar hep birden "Merak etme!" dediler. Hasan merak etmesi için bir neden olmadığını bilmenin ferahlığıyla "Hastaneden çıkınca ilk işim olacak." dedi.  Çevresindekiler ne dediğini tam olarak anlamadılar. Ama o ne söylediğini, ne söylemesi gerektiğini artık biliyordu. Toprak ondaydı. Gözleri bir anlığına geriye giderken yılana usulca teşekkür etti. Bahar gelmişti gerçekten.

 
Toplam blog
: 25
: 244
Kayıt tarihi
: 10.10.11
 
 

1981 yılında Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu.  On dokuz mayıs üniversitesi Türkçe öğretmenliğind..