Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '13

 
Kategori
Deneme
 

Dik durmak..!

Dik durmak..!
 

Başak rüzgâr yedikçe dikleşir” diye bir söz geldi aklıma. Bu sözün neden aklıma geldiğini söylemeden önce hayatla ilgili otuz yaşına bastığım şu günlerde keşfettiğim bir gerçekten bahsetmek istiyorum.

Hayat gerçek manada bir oyun gibi. Hani oyunlarda “level”ler olur. Her level bir öncekinden daha zordur. Her level sonunda diğer levellerde işinizi kolaylaştıracak artı bir özellik elde edersiniz. Yani her level bir boğumdur.

Her boğumdan geçiş biraz sancılıdır. Her boğum sonunda bir hayati bilgiyle daha doğrusu tecrübeyle donanıyorsunuz. Son zamanlarda bu boğumlardan birisinden geçtiğimi hissediyorum. Çok zorlu ve yıpratıcı bir boğumdu bu.

Bu boğum bana insanlar hakkında o kadar değerli gerçekleri hediye etti ki, boğumun içi jiletlerle döşeli olsa bile yine girerdim. Boğumun ismi "dik durmak" boğumu. Bu boğumun en büyük kazanımının dünyanın en zor şeylerinden ve özenilmesi gereken şeylerinden birisinin dik durmak olduğunu anlıyorsunuz çıktığınızda.

Yine bu boğumdan çıktığınızda bonus olarak, gerçekte daha önceki yaşantınızda zannettiğiniz gibi iyilerin değil kötü, çıkarcı ve bencil insanların çoğunlukta olduğunu fark ediyorsunuz.

Bu kötü insanlar sırf siz dik durduğunuz için size düşman olup kıskançlık besliyor ve sizi yıldırmaya çalışıyorlar. Alışmamışlar dik duruşa. Kendilerinden bu işi yanlış biliyorlar. Siz yılmayınca şaşırıyorlar. Bu yüzden daha kötü oluyorlar. Kötü oldukça ikiyüzlü oluyor ve acımasızlaşıyorlar. Dostoyevski, Suç ve Ceza romanında bu tarz adamların duygularını dürüstçe yansıtmadıklarından zalim olduklarını söyler.

Dostluk, paylaşım, dürüstlük, verici olmak, karşındakini kırmamaya çalışmak, iyi niyetli olmak, yapıcı olmak gibi özelliklerin bir zaaf ve enayilik olduğunu öğreniyorsunuz (öğretiyorlar). Hâlbuki bir insan bu özelliklerle değerlenip seviyelenmez mi? Ama türlü sancılarla bu boğumdan çıkınca bu zamanda öyle olmadığını anlıyorsunuz.

Bu zamanda riyakârın, zalimin, ezenin, saldırganın, bencilin, çıkarcının daha takdir edildiğini, daha saygı görüp sahiplendiğini görüyorsunuz. Sonra lanet ediyorsunuz bu düzene ama kabulleniyorsunuz. Güzel özelliklerinizi irinli bir yara gibi saklamak zorunda kalıyorsunuz.

Bir dünyalık menfaat, bir ilkel çıkar karakterin ve onurun önüne geçmesi gücünüze gidiyor. Ama sabırla bu gerçeği sindiriyorsunuz. Yoksa kafayı yersiniz. Ya yanınızda Cuma bile olmayan insan okyanusu içinde, içinizdeki adaya sığınıp Robinson Crusoe olacaksınız, ya da Züğürt Ağa gibi gururu bir tarafa bırakıp kırıta kırıta çiğköfte satacaksınız.

Bu boğumu geçene kadar bilmezdim, kötülerin iyilerden fazla olduğunu, bir kuruşa insanın insan sattığını, ilkel menfaatlerin muhabbetlerden üstün olduğunu, uysal olmanın, iyi niyetli olmanın zafiyet olduğunu, sabretmenin korkaklık, dik durmanın düzen bozmak olduğunu bilmezdim. Öğrendim. Öğrettiler. Ama yanıldıkları bir nokta vardı. Ben bölüm geçtim. Level atladım. Boğumdan çıktım. Yani daha güçlüyüm. Çünkü onların silahlarını tanıdım. Onların maskelerinin ardındakini gördüm.

Daha güçlüyüm çünkü dokunulmazlık jokerini aldım. Bana yaklaşanların niyetlerini daha iyi görüyorum. Herkese ederi kadar muamele ediyorum. İçimdeki “Hayır”ı büyüttüler. İşte başta söylediğim sözle bunu kastettim. Beni yıkmak isteyen fitne rüzgârı beni güçlendirdi. Daha dik kıldı. Buna rağmen beni üzdüler. Hayır, bana yapılanlara üzülmüyorum. Üzüldüğüm şey içimdeki o insan sevgisinin zedelenmiş olması. Bunu yapmaya hakları yoktu. Ama hayat bu... Rahat etme, sefa sürme yeri değil, cefa çekme ve ağlama yeri… Eldekilerine bin bereket… Vesselam…

 

 

 
Toplam blog
: 50
: 445
Kayıt tarihi
: 19.05.12
 
 

1983 yılında doğdum. Hayatın yoğunluğundan fırsat buldukça yazarak rahatlamaya çalışıyorum. Yazma..