Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '17

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Dikey İmar Uygulaması ve Yeşil Alan

Dikey İmar Uygulaması ve Yeşil Alan
 

Yeşilin kalbine gökdelen saplandı!


Kent yöneticiliği yaklaşımı iki temel soruya yanıt arar: “Kıt kaynakları ve olanakları (sosyal kaynaklar, kültürel kaynaklar, konut, endüstri ve ticaret binaları, ulaşım, eğitim, sağlık ve eğlence) kim elde eder? Bu kaynakların nasıl dağıtılacağına ve bölüştürüleceğine kim karar verir? Kimin karar vereceğine kim karar verir?” Sorunun yanıtı ise; konunun öznesi olan Cumhuriyet vatandaşıdır. (niteliği, tutumu, tercihi)

Cumhuriyet sonrasında İktidarlar demir perde ülkelerinde olduğu gibi yıllarca çirkin, depreme dayanıksız, estetik yoksunu, kişiliksiz, kibrit kutusu gibi evler yaptırdılar. Dikey ve çirkin binalar ise 1994 yılından beri İstanbul’da baş gösterdi. İstanbul’un siluetini bozan yüksek çirkin binalar, gökdelenler, hiçbir altyapısı olmadığı halde yan yana dizilerek, kent rantiyesinin somut bir uygulaması şeklinde yükselmeye devam ettiler.

Su havzaları, koruma bölgeleri, tarımsal olarak nitelikli araziler... hepsi çok kısa sürede yapılaşmanın tehdidi altındadır. Yatay yapılaşmayla batının oluşturduğu “aile tipi” yaşanabilir şehirler hayali de yerini hayal kırıklığına bırakmıştır. Bugün kentlerde yaşadığımız garabet kısa sürede şehrin çeperindeki yeni kentlerimizde yeşermekte, ortada kırı ve kenti bütünleştirmeyi amaçlayan doğayla uyumu gözeten ekolojik bir anlayış görünmemektedir.

Bahçelerinde tek bir ağacın olmadığı, çocuk parkı ya da otoparkı olmayan, yoldan elinizi uzatsanız değecek, yan yana iki binanın balkonlarında oturan kişilerin neredeyse birbiriyle tokalaşabileceği dip dibe beton yığınları kentleşme olarak yerini almıştır. Şehirdeki bütün orman alanları talanı hız kesmeden, hatta apartman bahçelerindeki gül fidanlarının toprağına bile göz dikilerek, beton fetişizmi gün geçtikçe artıyor. “Yer benim, gök Allah’ın” mantığı ile hem geniş hem de yüksek inşa edilen binalar sağlıklı bir planlamanın ürünü değildir.

Nedir, Yeşil alanın tanımı? Bir Toplumun yararlanması için ayrılan, şehrin mimari yapısıyla uyumlu, ulaşım olanakları açısından elverişli ortak kullanım alanlarına “Yeşil Alan” denmektedir. Piknik alanları, dinlenme yerleri, çocuk ve oyun bahçeleri, fuarlar, botanik ve doğal yaşam parkları bu “Yeşil Alan” tanımı içinde değerlendirilmektedir.

Ülkemizde kişi başına düşen yeşil alan miktarlarının Dünya ülkeleri ortalamasına bakıldığında çok düşük olduğunu söylemek kehanet değildir. Kentlerin iklimini, dokusunu ve kimliğini belirleyen; o kente ait yeşil alanların niteliği ve niceliğidir. Kentteki yeşil alanlar sayesinde kentler kendi mimarisinin alışılmış geometrik yapısının dışında bir estetik form değeri kazanır. Kazanılan bu formla, adeta bir sanat eseri karşısında duyulan hazzı kentli bireye duyurur. Bu da bireyin yaşama bakış açısını olumlu yönde etkiler. Yeşil alanlar sadece bu kadar mı katkı sağlar? Elbette hayır! Kentin iklimi, yine yeşil alanların varlığıyla dengelenir ve şekillenir. Havadaki oksijen miktarı, hava akımı, nem dengesi, ısı değişiklikleri, sera gazı miktarlarında azalma, hep yeşil alanların varlığına bağlıdır. Tüm bunlar, yeşil alanların kente ve insana doğrudan yaptığı katkılar olarak nitelendirilebilir. Peki, dolaylı katkıları nelerdir? Kişinin sosyalleşmesi, gürültüden ve kent yaşamının kargaşasından bir nebze uzaklaşması, mutluluk hissi duyması, yine yeşil alanların varlığıyla ilişkilidir.

“3030 sayılı kanun kapsamı dışında kalan belediyeler tip imar yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik” ile de aktif yeşil alan miktarı büyükşehir belediyeleri dışında kalan yerleşim alanlarında “10 m²”, bu sınırın dışındaysa “14 m²” olarak belirlenmiş, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yönetmeliğine göre kişi başına düşmesi gereken yeşil alanın en az “15 m²” olması gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bir kentte kişi başına düşen yeşil alan miktarı, nüfusa bakılmaksızın tavsiye edilen “aktif yeşil alan” en az 9 m² olması gerektiği ancak bunun idealinin “10-15 m²” olduğu belirtmiştir. Avrupa ve Amerika’nın bazı kentlerindeki kişi başına düşen yeşil alan miktarları; Stockholm 87.5 m², gökdelenleri ile ünlü Newyork 23.1 m², Roma 45.3 m², Paris 14.5 m², Londra 27 m², Amsterdam 45.5 m², Berlin 27.1 m²’dir.

Türkiye genelinde ise rakamlar tahmin edebileceğiniz gibi ne yazık ki oldukça düşüktür. İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı 6 m² iken, Bursa da 10 m², İzmir 5 m², Samsun 5.6 m², Balıkesir 3.1 m²’dir. Ancak, ülkemizde kişi başına düsen mevcut yeşil alan miktarı, yerleşik alanlarda ortalama “1-2 m²” ye tekabül etmekte! Yine Şehirlerin halka açık yeşil alan yüzdelerine (Park ve Bahçeler) bakıldığında; Newyork’ta %14 iken megakent olarak gösterilen İstanbul’da bu oran %1.5, Londra’da %38.4, Hong Kong’da % 41’dir.

Bu rakamlara bakıldığında, “Yeşil Alan” miktarı açısından Dünya’nın diğer kentleriyle farkımız ne yazık ki eksi yönde, açıkça ortadadır. Gerçek olan tek şey, insanımızın nefes alacağı, yeşil alan miktarlarının arttırılmasıdır! Peki, çare nedir? Çare; bilimsel verilere dayalı planlamadır, uygulamada irade ve tutarlılıktır, kültürdür, bilinçtir, eğitimdir, vizyondur! Çare kent yaşamına, kentlisine sahip çıkan, saygı duyan, vicdanını cüzdanının, rantın önüne koyan yerel ve merkezi yöneticilerdir.

İstanbul’da imara açılan yeşil alanların bir bir artmasıyla kişi başına düşen yeşil alan miktarı da gittikçe azalmakta kimi bölgelerde kişi başına düşen “aktif yeşil alan”ın 1 m²’ye kadar düştüğü ifade edilmektedir.

Öncelikle, binaların dikey mi yoksa yatay mı yapılacağına karar vermek değil, yapı yoğunluğunu düşürerek tüm meslek disiplinlerini işin içine katarak bilimsel nitelikli bölgesel bazda, geniş ölçekli şehir planlaması yapılmalı, nüfus yoğunluğu, sokaklar, caddeler, yeşil alanlar, sosyal tesisler, okul, ibadethane, spor alanları önceden planlanmalı, inşa edilecek her yapının önceden belirlenen şehir planına uygun olarak projelendirilmeli, uygulanmalı, büyük kentlere (İstanbul’a) göçü engelleyecek makro ölçekli planlar yapılmalıdır.

Vatandaş, Cumhurbaşkanı ya da başka birinin yerel mimari garabetini lanetleyişini beklemeden itiraz etme gücünü ve erdemini oluşturmalı, haklı eleştirilerin yeni rantlara kurban gitmesine razı gelmemelidir.

Evet tek tip çirkin binalar olmamalı, binalar güvenli ve estetik yapılmalı, binalar yapıldığı yerin coğrafyasına uygun olmalı, insana ve toprağa yakın, coğrafyasına uygun malzemelerle inşa edilmelidir. Yaşadığımız kapalı alandan baktığımızda betonu değil yeşili görmeli, sadece rant, kazanç odaklı anlayışla değil, tarihle, tarım alanlarıyla, doğayla barışık, dikey değil yatay kent anlayışı oluşturulmalıdır.

Köksal Akduman ile ilgili görsel sonucu

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada tepkiye neden olan, Trabzon Sürmene Oylum Mahallesi’nde ormanın ortasına inşa edilen 9 katlı binanın sahibi, Köksal Akduman; Kalabalık bir aile olduklarını, vakti zamanında bu binayı inşa ederken kendilerinin de doğayı düşündüklerini, binada yaklaşık 18 dairenin olduğunu, bunun yaygın inşa modeli ile yapıldığını düşünürseniz 18 ayrı ev yeri demek olduğunu, O zamanda ekecek biçecek yer bulamayacaklarını, söyledi.

İnsanoğlu her şeyi aklına uyduruyor ama esas olan aklın bilimsel ve fen kurallarına uygun olarak kullanılmasıdır. Her şeyin sorumlusu olduğu gibi bu konunun sorumluluğu da özgür iradesi karar verebilen Cumhuriyet Vatandaşının sırtındadır diye düşünüyorum.

Nizamettin Biber

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..